Sayfalar

25 Nisan 2014 Cuma

Yunan mitolijisi ve ingilizceye giren kavramlar

YUNAN MİTOLOJİSİ
WORDS from GREEK MYTHOLOGY
İNGİLİZCE'DE YUNAN MİTOLOJİSİ KÖKENLİ
KAVRAMLAR, SÖZCÜKLER, DEYİMLER
mitoloji
Yunan Mitolojisi Kökenli İngilizce Sözcükler
Türk okuyucusun yabancısı olmadığı kavramlar ve sık kullanılma ölçütleri önplanda tutulmuştur.
Yeni / yabancı sözcükler öğrenilirken, "Tek bir sözcük üzerinde bu derece uzun uzadıya durulur mu?" deyu soranlar çıkabilir... Etimolojiye duyulan ilgi, sözcük sevgisi ve bilincine olduğu kadar, kavramlar dünyamıza da çok olumlu katkılar sağlar. Ayrıca, ekler kökler bilgisi yoluyla, sözcük öğrenmede gözardı edilemez bir yaklaşım niteliğindedir.
Aşil topuğu
 01  aegis /İ:-cıs/ = kalkan, koruma; (anlam genişlemesiyle) himaye, "kol kanat".

Zeus'ün dış giyim (= mantle) ve kalkanı kastedilmektedir. Hemen bir telaffuz notu: İngilizce'de "Zeus" okunuşu:
/ZÜ:S/, yani uzun (az uzun) /ü/ iledir.

Yaygın kullanılan bir deyim: "under the aegis of" = himayesinde, "himayelerinde".
Latince kökten gelen bir başka yaygın deyim ise: "under the auspices of" /@S-pisi:z/
The conference is to be held under the aegis of the President of the Republic of Turkland.
The 9th İzmir Vegetarian Congress was organized under the auspices of the Turkish Vegetarian Union.

 02  aphrodisiac /æfrı-DİZ-yık/ veya /æfrı-Dİ:-ziyæk/ = afrodizyak, cinsel arzu kamçılayıcı veya arttırıcı herhangi bir madde.

Yunan aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit'in adından.
There exists a widespread myth that rhino horns are an aphrodisiac.
This is a book on aphrodisiac foods, listing the substances that are thought to have an intensifying effect on the libido.

 03  boreas /B@R-yıs/ veya, /B@-riıs)/ = kuzey rüzgarı.
Yunan kozmolojisindeki "küçük" tanrılardan, Trakya'da oturan Kuzey Rüzgarı tanrısı Boreas'ın adına izafeten.
boreal (sıfat) şekli, Latince "borealis" sözcüğü kanalıyla İngilizce'ye girmiştir. Anlamı: kuzey bölgelerine ilişkin, kuzey bölgelerinde bulunan. Örnek: "boreal regions of Europe"; "Euroasia's arctic and boreal waters". [Bu sözcüğü, Latince "arbor" sözcüğünden gelen ve "ağaca ilişkin; ağaca benzer; ağaçta yaşayan" gibi anlamları olan arboreal sözcüğü ile karıştırmayınız]
Türkçe'deki "bora" kavramı "herhangi bir yönden esen, arkasından yağmur getiren sert rüzgar" anlamında kullanılmaktadır. İngilizce'de ise münhasıran "kuzey rüzgarı" demektir. Tabiatıyla, bu da aynı kökten gelen bizim "poyraz" sözcüğümüz eşanlamlıdır:
Due to the strong boreas and heavy rains, we will be approximately two hours late in arriving at the port of İstanbul.

 04  erotic /i-R@-tik/ = cinsel arzuya ilişkin.

Yunan aşk ve cinsel arzu tanrısı Eros'tan. Roma'daki karşılığı Cupid'dir.
Between the sexes, physical vicinity or contact are two important factors which trigger erotic desires.
The İstanbul International Erotic Film Festival this year will take place on 18/19th of September.

 05  herculean /-kyu--ın/ = olağanüstü irilikte; veya olağanüstü güclü; veya olağanüstü zorlukta.

Zeus ve Alcmene'nin oğlu olan Herkül, baştanrıça Hera'nın kendisine koştuğu 12 çetin işi yerine getirerek ölümsüzlüğe hak kazanmıştı.

Sözcüğün genellikle büyük harfle yazıldığını görüyoruz.
This Herculean task would be difficult to accomplish with so few men in the squad.
Civil society organisations are putting in Herculean efforts to alleviate the impact of the disaster.

 06  iridescence /iri-DES-ıns/ = çeşitli renklerde yanardöner ışıltı saçma özelliği
iridescent /iri-DES-ınt/ = (sıfat) bu özelliği olan = parlak ve yanardöner, değişik renklerde ışıklı. (Müzik gibi bir sanat dalında mecazi anlamla kullanıldığına da tanık olabilirsiniz)

Iris -- Gökkuşağı tanrıçası - Tanrılardan insanlara mesaj taşıyarak yeryüzüne indiğinde ardında renkli bir iz bırakıyordu.
This year's first prize at the exhibition went to a lovely photograph of the delicate iridescence in freshly forming clouds over the Taurus Mountains.
A relatively rare phenomenon known as iridescent clouds may display a whole spectrum of colors simultaneously.
The second part of the prelude is as iridescent as a prism in a hot summer afternoon.
Nature displays many examples of iridescent colouring in butterflies and beetles.
Some fish species have in their eyes a bright iridescent blue spot.
NOT: Verdiğim örnekler hayali olup, doğada gerçek karşılığı bulunmayabilir.

 07  labyrinth /LÆB-rinth/ = labirent.

Aslında bu sözcüğün kökeni, Yunan uygarlığından da önceye, Lidya ve Girit uygarlıklarına dayanıyor.
Türkçe "labirent" kavramımız mutlaka üstü kapalı dehlizlerden oluşan girift bir yapı anlamı taşır. Oysa İngiliz kültüründe, örneğin dekoratif amaçla çitlerden yapılan karmaşık bir yürüyüş yolu gibi hertürlü yapı "labirent" kavramını çağrıştırabilir. "Maze" ve "labyrinth" her ikisi de "pekçok karışık yol ve çıkmazların oluşturduğu düzenleme" anlamında ortak özellikler taşımakla birlikte, birincisi kağıt üzerinde çizilen bulmacalardan, bahçe düzenlemelerine kadar çok daha geniş bir kapsamla kullanılır. Türkçe'de anladığımız anlamda "labirent" kavramı için "maze" sözcüğünü kullanamayız. "To amaze" = "şaşırtmak, hayrete düşürmek" fiilinin de aynı kökten geldiğine dikkat ediniz.
In this film, the king is being captive in a castle at the end of a magical labyrinth.
In a general sense, "labyrinth" might be applied to any extremely complicated maze-like structure.
It is so easy to get lost in the narrow streets of Mardin, which form a huge labyrinth lined by all very similar-looking buildings.

 08  mentor /MEN-tı/ = güvenilen bir danışman veya kılavuz; yol gösterici eğitmen; mürşid.

Odysseus Truva savaşına giderken oğlu Telemachus'un eğitimi ve ayrıca sarayına göz kulak olma görevini arkadaşı Mentor'a emanet etmişti.

Benim de sitede sık sık kendim için şaka yollu "your relentless mentor" ("acımasız mürşidiniz") şeklinde kullandığım gibi.
When Odysseus left for the Trojan War he placed Mentor in charge of his son, Telemachus, and of his palace. This is the source of the modern use of the word "mentor", meaning a trusted friend, guide, counselor or teacher -- and rightfully so because of his knowledge of the subject and/or experience in the ways of the world.
In publishing this Ezine, my partner and dear friend Yalçın İzbul has been and continues to be my mentor. [Self-admiration far beyond acute narcissism!]

 09  narcissism /NA-sisizm/ = narsisim, kendine hayran olma (patolojik derecede)
a narcissist /NA-sisist/ --- a narcissistic personality /NA-si-SİS-tik/ --- narcissistic personality disorder (tıp)

"Narcism" /NA-sizım/ şeklinde de çok seyrek de olsa rastlanıyor; kullanmayınız derim.
Hepimiz kendimizi az çok beğeniriz, ama bazılarımız bu işi monoseksüelliğe kadar götürür... İşte Narcissus da suda gördüğü kendi görüntüsüne aşık olan genç ve yakışıklı bir delikanlı imiş. N'oolmuş sonra? Görüntüsünü yakalamak için suya atlamış ve boğulmuş... Anımsatıcı not: "Narcissus" aynı zamanda nergiz çiçeğinin de adıdır. Çiçeklerin dili türkümüzü hatırlayınız: "Nergiz der ki ben alâyım / Yiğit başına belayım / Hepisinden ben alâyım / Benden alâ çiçek var mı, çiçek var mı, çiçek var mı?"

TELAFFUZ NOTU: Türkçe'de "---izm" li sözcükleri
/iiiizim/ şeklinde uzatarak söylemek (bana göre yanlış) gibi bir telaffuz eğilimi var. Bu sonek İngilizce'de kısa okunur; asla uzatmayınız.
There is a theory in psychology and psychiatry that narcissism, perfectionism and aggression may be heritable personality traits.
Narcissism develops in reaction to feelings of inferiority about one's gender and might be defined as excessive love or concern for one's gender and one's genitals, and an aversion to the opposite sex. The person who takes his own body as an object of attraction and desire engages almost exclusively in the practice of masturbation.
I have read a paper in which George W. Bush is described as a dangerous narcissist who, in his utter narcissism, thinks that God speaks through him.

 10  nemesis /NEM-isis/ = 1) hakkedilen bir cezanın uygulanması veya uygulamanın kendisi; 2) ilahi adalet veya öc; 3) bir felaket; veya bir felaket ve yıkım kaynağı; 4) hakkedilen cezayı veren kimse;  5) karşı konulamaz bir rakip veya düşman.

Yunan mitolojisinde hakkedilen cezaları veya intikamı yerine getiren, ilahi adalet ve öc tanrıçasının adına izafeten.

NOT: Türkçe'deki "ilahi adalet" kavramı karşılığında "divine justice" deyimi daha uygundur.
Abdullah Öcalan, the "baby killer", finally faced his nemesis when he was brought before justice after his capture in Kenya.
Emperor Alexios's nemesis came in the form of the Fourth Crusade, whose leaders, upon their arrival in Byzantium, brought his blinded brother back to power.
My girlfriend keeps boasting about her "superb" cooking, but she met her nemesis the other day when she tried her hand at "imam bayıldı".

 11  odyssey /@D-isi:/ = uzun, tehlikeli ve meşakkatli yolculuk.

Homeros'un, Kral Odysseus'un Truva savaşından sonra eve dönerken on yıl süren serüvenlerle dolu yolculuğunu anlattığı kitabının adı.
2001: A Space Odyssey [Stanley Kubrick'in ünlü kurgubilim filmi]
"Turkish Odyssey" is a travel guide to Turkland and Turkish Culture, with useful tips regarding daily life, resorts and accommodation.
He has recently published a sort of confessional book titled "The Wrong Horse: An Odyssey Through the Turkish Racing Scene". (Mecazi kullanım]

 12  promethean /prı-Mİ:-thiın/ = (sıfat)cesur hatta cüretkar ölçüde yaratıcı; başkaldırıcı veya putkırıcı ölçüde özgün... (isim) davranış veya eylemlerinde bu şekilde olan. [çoğu zaman "özveri" ve "insanlığın yararına" nüansı taşır]

Bir Titan olan Prometheus, Olympos'tan ateşi çalarak insanoğluna vermişti. Bu eyleminden dolayı, Zeus tarafından bir kayaya zincirlenmişti. Zeus tarafından hergün gönderilen kartal karaciğerini yiyor; sonra ertesi günün ziyafeti için karaciğeri yeniden büyüyordu.
To me, Şener Şen is a Promethean figure in Turkish comedy cinema, having struck out in directions unexplored before.
Much has been accomplished to reduce sea pollution at İzmir Bay thanks to the Promethean efforts of the Municipality.

 13  tantalize /TÆN-tılayz/ = (fiil) boşuna umutlandırarak eziyet etmek, birşeyi gösterip vermeyerek kışkırtmak ve eziyet etmek.

Saf cinsel anlamda, "to titillate" ve "coquettish behaviour" kavramları daha uygundur. Esasen, bir koketin önde gelen niteliği "titillation without gratification" uygulaması, yani "gösterip / kışkırtıp vermemesi" dir...

Zengin bir kral olan Tantalus, Zeus'un öfkesine hedef olunca, sonsuza kadar meyve yüklü ağaç dallarının altında çenesine kadar su içinde ayakta durmak cezasına çarptırılmıştı. Su içmeye veya dallardan birşey yemeğe kalkıştığı anda sular ve dallar geri çekiliyordu. [Tantalus'a ilişkin daha ayrıntılı bilgi için, lütfen bknz. Bölüm 3, Madde 45]
Having been tantalized by Porsche cars for years, finally I broke down and ordered one last week. (Buradaki "kendini 'tantalize' edilmiş hissetmek" kavramına dikkat ediniz.)
The world's poor know about the wealth some other people possess. They are tantalized by the images of affluence they witness on the TV. However, they have no means to get a foothold on the ladder that leads to wealth. They can never climb out of poverty.

 14  titan /TAY-tın/ = fizikman, veya gücü, yahut başarıları ile dev bir adam.

"titanic"
/tay--nik/ türevini de not ediniz (sıfat).

İlk tanrılar olan Uranus (Gök) ve Gaea (Yer) 'ın çocukları olup Cronus'un önderliğinde evreni yönetmekte olan 12 Titan, kendi çocukları olan Zeus önderliğindeki 12 tanrı ve tanrıça (Olympus sistemi) tarafından devrilmiş ve yeraltı dünyası Tartarus'un karanlıklarında yaşamağa mahkum edilmişlerdi.
I’ve recently finished reading a book, entitled "A Pumped-up Titan in Domestic Politics", about the life of R.T. Hepcepçi, one of our greatest demagogues in modern times.
He wanted to accomplish a titanic achievement, like travelling around the world in a balloon or climbing the Everest.
Atatürk was certainly a titan among all the world leaders in the 20th century, because he modernized his nation.

EK -- 1

İlk dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Buraya kökenleri Eski Yunan'a giden sözcüklerin tümünü almam sözkonusu bile olamazdı. Yunan mitologyasına dayanan belli başlı sözcüklerden bir demet sunmakla yetindim. Bugünkü İngilizce'nin sözcük hazinesinin belki de %70'lere varan ölçüde Yunanca ve Latince'ye dayalı olduğunu düşünecek olursak, aksi takdirde hatırı sayılır ölçekte bir ansiklopedik sözlük oluşturmak gerekirdi.
Ayrıca, günlük dilde kolaylıkla tanıdığımız sözcük ve deyimleri liste dışında tuttum. İşte bazı örnekler:
Aegean Sea -CI-ın-Sİ:/ = Ege Denizi.
Theseus'un babası Atina kıralı Aegeus'a izafeten. Öyküde, oğlunun ölümü üzerine, kendisini bugün adını taşıyan bu denize atmıştı. Dikkatinizi çekmek istediğin nokta ise şudur: Besbellidir ki, günümüzde çok yaygın olan kız/erkek adlarından Ege, Egecan, vb. bu kökten geliyor. "Öztürkçe" bildiğimiz "egemen" ise yine Yunanca, fakat farklı bir kökten geliyor: bizdeki "hegemonya" sözcüğünün kökü olan hegeisthai (önderlik etmek") fiilinden ve hegemon ("baskın/yönetici kişi") kavramından.

Dardanelles
/DA:-dı-NÆLZ/ = Çanakkale Boğazı.
Truvalı'ların atası olan Dardanus'a izafeten. Yani, bizden sayılır...

sibyl
/-bıl/ = kadın kâhin veya cadı.
Korkarım, diliimizdeki o güzel bayan ismi "Sibel" bu kökten geliyor.

Ajax
/EY-CÆKS/ = Truva savaşında Aşil'in ölü bedenini Truvalılardan kurtarıp getiren kahraman..
Bugün önde gelen bir Hollanda futbol takımından, "güçlü" bir mutfak/banyo deterjanına kadar adını vermiş olan kahraman...

amazon
/Æ-mı-Z@N/ veya  /Æ-mı-ZIN/  = savaşçı kadın.
İtiraf etmek gerekir ki, uzun boylu, güçlü kuvvetli ve bir hayli de güzel bir kadın canlanır gözümüzde -- ama ne var ki, bir hayli de maskülen özelliklere sahiptir bu savaşçı dişi.
ambrosia /æm-BROU-ziı(a)/ ve nectar /NEK-tı/
Yunan ve Roma tanrıları ne yer ne içerlerdi diye merak ediyorsanız yanıtı yukarda... Günümüzde mecazi olarak fevkalade lezzetli ve besleyici yiyecekleri veya hoş ve besleyici içecekleri tanımlamakta kullanıyoruz. "Nectar" aynı zamanda çiçek özü, veya koyu meyve suyu anlamında kullanılıyor.
panic /-NİK/
Otlaklar, çobanlar ve sürüler tanrısı Pan... Genellikle keçi bacaklı, keçi boynuzlu, keçi kulaklı ve keçi sakallı tasvir edilir. İyi ki, tasvirlerde kakası görünmüyor... Pan aslında Peloponez yarımadasının dağlık orta kesimi olan Arkadya'da tapınılan bir tanrıydı. Bu kesim halkı uygar Atinalılar tarafından hakir görülürdü ve nitekim Pan da Olympus seceresine sonradan ve biraz da iğreti iliştirilmiştir.
Roma mitologyasındaki karşılığı faunus, Fransızca'da faune, İngilizce'de faun /FON/ veya /F@N/ şeklindedir. Bendenizin kötü şöhretli kitabı "Bir kadınyiyenin Öğleden Sonrası" nın bu başlığı da ilhamını Debussy'nin "Prelude to the Afternoon of a Faun" adlı kompozisyonundan almıştır.

İyi de, hadi pan-flüt'ü filan anladık; peki, "panik atak" da ne demek oluyor? Efendim, doğumunda öylesi çirkin bir çocukmuş ki, orada bulunanlar panik içinde oraya buraya kaçışmışlar... Büyüdükçe, müziğe büyük istidadı olduğu ortaya çıkmış, ama biraz esrikçe davranışlar gösterirmiş. Oraya buraya sebebsiz sıçrar, asude olması gereken ıssız yörelerde ani korku ataklarına yol açarmış. Kısacası kafasına göre takılır, o andaki ilhamına göre cinsellik de telkin edebilirmiş, korku ve panik de...

Önemli Not: İlk bakışta bu tanrının adı Yunanca "all" (tüm, hepsi) anlamına gelen "pan" sözcüğü ile aynı sözcükmüş sanılabilir. Oysa, tanrı adı Pan sürü çobanı anlamına gelen "pa-on" dan geliyor. Nitekim buradaki önek, bugün İngilizce'de "otlak" anlamına gelen "pasture" sözcüğünün başında görülmektedir. "Kırlık kesimde papaz" anlamına gelen "pastor" sözcüğü de Fransızca'da Louis Pasteur'un soyadı ile aynı anlamı taşıdığına göre, her pastörize (pasteurized) süt içişimizde tanrı Pan'a da şükranlarımızı gönderiyoruz demektir... Nereden nereye...

psyche
/SAY-ki/ = Eski Yunan'da "kendim" kavramı; ruh, zihin...
Roma'da aşk tanrısı Cupid'in aşık olduğu bir prensesin adı... "Psycho---" öneki ise "zihin, zihinsel" kavramına işaret ediyor.
echo /E-kou/
Biraz çenebaz bir orman perisi (bir nymphe) olan Echo, baştanrıça Hera'nın gazabına uğrayıp, bir daha asla konuşamamak, yalnızca başkalarının sözlerini yankılamak cezasına çarptırılmıştı. Birgün ormanda  Narcissus'u görüp aşık olan Echo onun aşkıyla sararıp solmuş, Narcissus'un trajik (ve çok aptalca) ölümünden sonra, tamamen eriyip tükenmiş, kendisinden geriye yalnızca bir "ses" kalmıştı...

siren
/SAY-rın/ = baştan çıkarıcı şarkılarıyla gemicileri kayalıklara çekip felaketlerine yol açan, yarı kadın yarı kuş deniz "nymphe" lerinden herbiri.
Günümüzdaki anlamı, uyarıcı ses çıkarmakta kullanılan elektrikli cihaz.

Europe
Zeus'un boğa kılığına girip Girit adasına kaçırdığı güzeller güzeli Europa'dan.

phaeton
/FEY-ıtın/ = şu bizim bildiğimiz payton (fayton)...
Babası güneş tanrısı Helios'un savaş arabasını sorumsuzca sürerken deviren Phaethon... Zeus, "Geliyorum" diyen bu kazayı yıldırım hızıyla cezalandırmış ve paytona yıldırım düşmüştü...

hygiene
/HAY-Cİ:N/ = hijyen (sanitasyon vaziyetleri)...
Yunan sağlık tanrıçası Hygeia'a (veya, Hygea, Hygia, Hygieia) izafeten. Aesculapius'un kızı (kimilerine göre karısı)... Evcil hayvan olarak, artık her ne sebeptense, doymak bilmeyen iştahlı bir yılan besliyordu. Belki de virüsleri, bakterileri ve hertürlü asalak paraziti yedirmek içindir... İşte bu yılan bugün tıp armasında Aesculapius'un çubuğuna sarılı vaziyette gördüğümüz yılandır.

hypnosis
/hip-NOU-sis/ = hipnoz (veya, ipnoz).
Uyku tanrısı Hypnos'a izafeten.

Oedipus complex
/İ:-dipıs-K@MP-leks/
Oidipous, bilmeden babasını öldürüp anası ile evlenen, bunu öğrenince de kendi gözlerini oyan trajik adam... Klasik mitologyadan öyküler, saptadığı kişilik bozukluklarına vereceği isimler için Dr Freud açısından bitmez tükenmez bir ilham kaynağı olmuştur.
Electra complex /i-LEK-trı-K@MP-leks/
Orestes'in kızkardeşi olan Elektra, onunla birlik olup anneleri Clytemnestra'yı öldürmüşlerdi. Dr Freud, babaya yönelen libidinal duygular ve anneye yönelen kıskançlık duygularının zamanında çözümlenememesi halinde ortaya çıkan kişilik bozukluklarına bu adı vermiştir.
 
EK -- 2

Yunan mitolojisi kaynaklı olup Türkçe'ye de girmiş bazı deyimler:
 01  Achilles' heel /a--liiz-HİIL/ = Aşil topuğu, zayıf nokta, savunmanın zaaf göstereceği kesin olan nokta; görünüşte küçük fakat aslında ölümcül olan bir zaaf.

Ayak topukları hariç tutulursa, Achilles'i (Aşil) yaralamak veya öldürmek olanak dışıydı..
 02  between Scylla and Charybdis /-la/ , /kı-RİB-dis/ = between the devil and the deep blue sea / out of (from) the fire into the frying pan... aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık...
İtalya ve Sicilya arasındaki Messina Boğazını tutmuş iki çok tehlikeli canavar gelip geçen gemileri avlıyorlardı; birinin açığından geçmek demek, ötekisinin kucağına düşmek demekti.
 03  sword of Damocles /SO:D-ıv--mıkli:z/ = sürekli ve her an gerçekleşebilecek tehdit veya tehlike.
Türkçesi: Demokles'in kılıncı.
 04  Midas touch /MAY-dıs-TAÇ/ = (sanki doğaüstü güçlerden yardım alıyormuşçasına) elini hangi işe atsa büyük kazanç sağlama yeteneği...
Frigya kralı (düşüncesiz ve talihsiz) Midas'ın (acıklı ve eğitici) öyküsünü bilmeyen yoktur sanırım.
 05  Gordian knot /GO:-diın-N@T/ = "kördüğüm"; aşırı derecede karmaşık çözülemez bir problematik durum

Frigya kıralı Gordius'un bağlamış olduğu çözülmesi olanaksız düğümü, Büyük İskender'in
[İngilizce'de, Alexander the Great] kılıcıyla keserek "açması" ve böylece kehanetin vadettiği Asya fatihi olma olanağını elde etmesi de yaygın bilinen bir öyküdür.
 06  pandora's box /PÆN-DO-rız-B@KS/ = Pandora'nın kutusu.
 07  Trojan horse /TR@-cın-HO:S/ = Truva Atı... 1) Düşman safları içine yerleştirilen ve yıkıcı faaliyetlerle görevlendirilen kimseler veya cihazlar; 2) Zararsız görünen fakat gizlice büyük zararlar veren bilgisayar programcığı. Örnek: "That was a Trojan horse program that produced fake Google ads posing as the real thing."
 08  the burden of Sisyphus /dzı-BÖ:-dınıv-Sİ-sifıs/ = Sisifus'un çilesi (Uğraş didin kayayı tepeye kadar ite ite çıkart; sonra aşağı yuvarlanıversin; hadi bakalım sil baştan... Fakat söz aramızda, Sisifus bu cezayı pekala hak etmiş yalancı ve hilekar berbat bir karakterdi... Sıfat şekli: Sisyphean /sisi-Fİ-ın/
 09  cloud-cuckoo-land /KLAUD-KU:-KU:-LÆND/ = hayal ürünü ve idealize edilen bir ülke, bulutlar ülkesi; hayal âlemi... (Tiresiz veya baş harfleri büyük de yazılabilir.)
Aristofanes'in Kuşlar piyesinde geçen, tanrıları insanlardan ayıran "Nephelokokkygia" ülkesi adından çeviri yoluyla İngilizce'ye girmiş, sık kullanılan hoş bir sözcük. Örnek: If the government thinks that hot money will keep flowing in forever, they are living in cloud-cuckoo-land.
NOT: Çoğu zaman yanılgıyla düşünüldüğünün tersine, "gargantuan" (=devasa) sözcüğü Yunan mitolojisinden değil, François Rabelais'in "Gargantua et Pantagruel" başlıklı beş kitaplık eserinin çenebaz baba dev karakterinden geliyor. Okunuşu: /ga-GÆN-çuın/.
 
EK -- 3

Çok çok ileri düzey öğrencilerin öğrenmek isteyebileceği ultra zor sözcüklerden bir seçme. Sizleri araştırma zevkinden yoksun bırakmamak için, çok fazla ayrıntı vermeyeceğim.

terpsichorean (dansa ilişikin; dansçı) --- eolian veya aeolian (rüzgara ilişkin, rüzgarın neden olduğu veya taşıdığı); aeolian harp (rüzgar arpı) --- elysian (Yunan mitolojindeki cennet; genelde "elysian fields" kavramı şeklinde kullanılır; "huzur ve mutluluk veren veya dolu olan") --- dionysiac (Şarap ve dinsel/ritüel orji tanrısı Dionysus'a ilişkin; Doğa'nın fertilite gücünü kutlamaya ilişkin) --- croesus (Persler tarafından yıkılan Lidya'nın son kralı. Türkçe'de Kresüs: altınları hala hazine avcılarının rüyalarını süsleyen kral) --- adonis (erkek güzeli delikanlı) --- cassandra (Truva kralı Priamos'un kızı; Apollo'nun aşkını reddedince kendisine kehanet gücü verilmiş, fakat sonsuza değin kimsenin ona inanmaması da hükme ilave edilmişti --- kızcağız milleti öngörülerine inandırabilmek için ortalıkta dört dönüyordu) ---  Argus-eyed (gözünden kaçırmayan, titiz ve keskin gözleyen) --- chimera (veya, chimaera) (boş rüya, beyhude tasavvur, uygulama olanağı bulunmayan bir fikir) --- paean (zafer veya şükran şarkısı) --- phoenix (kendi küllerinden yeniden doğrulan mitolojik kuş) -- stentorian (çok yüksek perdeden sese sahip) --- argonaut (bir arayış içinde serüven dolu bir yolculuğuna çıkmış sergüzeştçi kimse --- erogenous (Eros'tan: cinselliğe duyarlı; uyarıldığında cinsel heyecan ve libidinal doyum veren) --- lycanthropy (kendisini bir kurda dönüştürme yeteneği olan kral Lycaon'a izafeten; "kurt-adam") --- thanatophobia (Thanatos = Eski Yunan'da somut bir varlık olarak tasavvur edilen "ölüm" kavramından; ölümden aşırı korkma şeklindeki fobi)
yunan mitolojisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder