Sayfalar

13 Mayıs 2014 Salı

bercesteler

Ah min el- aşkı ve hâlatihi
Ahraka kalbî bi hararatihi
Ma-nazara aynî ilâ gayrikum
Uskimu billahi ve ayatihi” (Şeyh Galip)
(TÜRKÇESİ: Ah! Aşk ve hallerinden çektiklerime
Kalbim hararetleri ile yandı
Allah Teâlâ’ya ve O’nun ayetlerine yemin ederim ki,
Gözüm senden başkasına bakmadı)
“Yalnız bilgili olmak mı adam olmak,
 Vefalı mı değil mi insan, ona bak.
Yücelerin yücesine yükselirsin,
 Halka verdiğin sözün eri olarak” (LÂEDRİ)
“Nadan ile sohbet etmek güçtür bilene,
 Çünkü nadan, ne gelirse söyler diline” (YUSUF HAS HACİP)
Nâdir bulunur tıynet-i kâmilde kusûr
Kem-mâyeden eyler ne ki eylerse zuhûr. (Ragıp Paşa)
***
Zalimlere mehl olmasa matlub-ı ilahi
Bir demde yıkar alemi mazlumların ahı.(Sırrı Paşa)
***
Bahşeyleyip günahımı mesrûr eder misin
Ya Rab harâp kalbimi ma'mûr eder misin.(Enderunlu Vâsıf)
***
Mücerribân-ı umûrun kelâmı gerçek imiş
Yalan dedikleri dünyayı böyle bilmez idim. (Yenişehirli Avni)
***
Leb zikirde amma ki gönül fikr-i cihanda
Kaldı arada sübha-i mercan mütereddid. (Nâbî)
***
Kahve narhın arttıran kahve gibi çeksin azab
Hem yanıp hem rû-siyah hem hurd ola gark-ı âb
(Narh:Fiyat-Rû:Yüzü-Hurd:Öğütülme-Gark:batmak)
***
Senden, bilirim yok bana faide ey gül
Gül yağını eller sürünsün çatlasa bülbül
***
Meşveretsiz kim ki bir iş işleye
Şol nedamet parmağın çok dişleye.(Zarifî )
***
Ne kendi eyledi rahat,ne halka verdi huzur
Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur.
***
Kişiye her işi  âlâ görünür
Kuzguna yavrusu Ankâ görünür.
***
Çeşmi insaf kadar kamile mizan olmaz
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz. (Nevadir-ul Âsar)
***
Sûretin sîretine şahittir
Başka şahit aramak zâiddir.(İbn-ül Emin Mahmud Kemal)
***
Erbab-ı fazlü marifet olmazdı muteber
Herkes cihanda olsa eğer sahib-i hüner.(Sâmih)
***
Koyamam kargayı bülbül yerine
Çiçek açmış dikeni gül yerine.(Şinâsi)
***
Postu sırtında gezer hayvanın
İlmi sadırında olur insanın.(Vehbî Sümbülzade)
***
Derd-i dili açma sakın herkese
Derde deva derdi çekenden gelir.Ali Fakri (Şeyh)
***
Gelince vakt-i hacet geçmedim hatırlarından hiç
Anın çün ben de şimdi hatır-ı ahbabdan geçtim.(Yenişehirli Avni)
***
Yâri bil, ağyârı bil aklın başında var iken
Fevt-i fursat eyleme fursat yedinde var iken. (Dertli)
***
Gözlerim ebna-yı ademden o rütbe yıldı kim
İstemem ben fatiha tek çalmasınlar taşımı. (Şair Eşref )
***
Başımla gönlümü edemedim eş
Biri yüz yaşında biri yirmi beş. Celal Sahir (Erozan)
***
Basma cahilin izine
Gitme şeytanın sözüne. (Ruhsati)
***
Bahşeyleyip günahımı mesrur edermisin
Ya Rab harab kalbimi mamur edermisin? (Enderunlu Vasıf)
***
Dil gitti gerçi yerine kondu hezar gam
Biri gider bini gelir oldu belaların (Şeyhülislam Yahya)
***
Gelince vakti hacet geçmedim hatırlarından hiç
Onunçün ben de şimdi hatırı ahbabdan geçtim(Yenişehirli Avni)
***
Hep seninçündür benim dünya cefasın çektiğim
Yoksa ömrüm varı sensiz neyleyim dünyayı ben  (Baki)
***
Garibindir anı hoş tut efendim işte biz gittik
Gönül derler ser-i kuyunda bir divanemiz kaldı  (Hayali)
***
Minnet Huda'ya devlet-i dünya fena bulur
Baki kalır sahife-i alemde adımız   (Baki)
***
Kıldı zülfün tek perişan halimi halin senin
Bir gün ey bi-derd sormazsın nedir halin senin  (Fuzuli)
***
Bağ-dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz
Biz neşatın da gamın da rüzgarın görmüşüz    (Nabi)
***
Meydâna geldi na’ş-ı rakib-i nemine-sâz
Kıldım huzur-ı kalb ile ömrümde bir namâz (Sâbit)
***
(Ara bozucu rakibin ölüsü musalla taşına geldi de hayatımda gönül huzuruyla bir namaz kılabildim.)

Efendimsin cihânda îtibârım varsa sendendir
Meyân-ı âşıkânda iştirahım varsa sendendir. (Şeyh Galip)
***                                     
O zaman ki bezm-i canda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i muhabbet dil-i pâre pâre düşdü ( Şeyh Galip)

(Dünyadan kam alma kumaşının bölüşüldüğü can meclisinde,bizim payımıza, paramparça olmuş bir kalp (ile desenlenmiş küçük bir kumaş parçası) düştü.)
***
Bir demir dâğı delüp boynuna almak gibidir
Her kişi âşık olurdu eger âsân olsa  (Taşlıcalı Yahya)
***
Yaktın nice cânları o nezaketle tebessüm
Şir’in dahi kasdetmesi câna gülerektir. ( Ziya Paşa)
(Şir=aslan)
***
Alan sensin veren sensin kılan sen
Ne verdinse  odru gayrı nemiz var (Aziz Mahmud Hüdâi)
***                                             
Bize mülhid diyenin kendinde imân olsa
Dahleden dinimiz bari Müselmân olsa (Bahai)
  ***                                                          
Ölüler dini değil sen de bilirsin bu din
Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin. (Mehmet Akif ERSOY)
***
  Sen Ahmed ü Mahmd u Muhammedsin efendim
Hakdan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
Ş.Galip
***                                                                     
Dost bî-pervâ felek bî-rahm devran bî-sûkun
Dert çok hem-dert yok düşman kavi talih zebun
  Fuzuli
***
Yusuf dahi olsan düşürürler çaha
Ebnâ-yı zamanın işi ihvâna cefadır.
   Hâşimi
***
Ehl-i dildir diyemem sinesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
  Nef’i
***
Yuf harına dehrin gül ü gülzârına hem yuf
Agyârına yuf yar-ı cefâkârına yuf(Ruhi)
****
Saltanat tacın giyen âlemde magrur olmasın
Nice sultan kürkün almıştır beyim bâd-ı hâzân
Baki
***
Baş egmeziz edaniye dûnyâ-yı dûn için
Allah’adur tevekkülümüz i îtimâdımız
  Bâki
***
  Göz yum cihândan aç gözünü kendi haline
Sen göz yumup açıca bu âlem gelür gider
  Adem Dede
***
  Biz kim bu cihan gülşenini hâra değiştik
Varını yoga yârını agyâra değiştik
  Huzûrî
***
  Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş havz tehi gülsitân harâb
  İzzet Molla
***
Turfa dükkân-ı hikemdir bu köhen tâk-ı felek
Ne ararsan bulunur derde devâdan gayrı
Koca Ragıp Paşa
***
Baksan görünür bu dâr- ı dünya
Sayyâd ile sayddan ibâret
Muallim Naci
***
Deryâya düşse katresi yâr agzı yarının
Tuz yerine hemîşe denizden şeker çıkar
  Ahmed Paşa
***
Her nefeste işledim ben bir günâh
Bir  günâh için demedim bir gün âh
  Ahmed Paşa
***
Hurşide baksa gözleri dolagelür
Zîrâ görünce hâtıra ol meh-likâ gelir.
  Baki
***
Ezelden şah-ı aşkın fermânıyız cânâ
Muhabbet mülkünün sultân-ı âlişânıyız cânâ
  Baki
***
Güzeller Mihribân olmaz demek yanlıştır ey Bâki
Olur Vallahi Billahi hemen yalvarı görsünler
  Baki
***
Öyle sermestim ki idrâk etmezem dünyâ nedür
Men kimem sâkî olan kimdir mey-i sahbâ nedür.
  Fuzûlî
***
Bülbül gül için kılınca nâle
Derdine deva olur mu lâle
  Fuzûlî
***
Cânımı cânân eger isterse minnet cânıma
Cân nedir kim onu kurbân etmeyem cânânıma
  Fuzûlî
***
Öyle inceldim hayâl-i tar-ı zülfünden onun
Ey  Fuzûlî her gören bi mu hayâl eder beni
  Fuzûlî
***
İlm kesbiyle pâye-i rif’at
Bir hayâl-i muhâl imiş anca
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kîl ü kâl imiş ancak
  Fuzûlî
***
Bunca benler ne durur zülfünün altında didüm
Didi dil-mürgini sayd etmek içün dâne gerek
  Hilâlî
***
(Bunca ben niçin saçının altında diye sordum Dedi ki :
Gönül kuşunu tuzağa düşürmek için tane gerek’..)
***
Ne girersin araya yâra niyaz etdikçe
Kanı ey girye mürâât-ı edep n’oldu sana
  Nâbî

(Ey gözyaşı ben sevgiliye yakardıkça sen ne diye araya girersin hani edep kurallarıne uymak, ne oldu sana?)
***
Bende yok sabr u sükun sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere
  Nâ-bî(Nâ=yok, bî= yok, iki yok)
****
Hangi derdimi hicrân ile tâdât edeyim
Sen de dât etmezsen ben kime feryâd edeyim.
Namık Kemâl
***
Eşk-i dîde dûd-ı dil hun-ı ciger sûz-ı derun
Bülbül seninçündür sakın incinme kurban olduğum
  Nazîm
***
Tahammül mülkünü yıktın Hülâgü Han mısın kâfir
Aman dünyâyı yakdın âteş-i Sûzân mısın kâfir
  Nedim
***
Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder
Nazeninim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni
  Nedim
(Güllü elbise giydin sevdiğim ama elbisenin üstündeki gülün dikeninin gölgesinden seni sakınırım.)
***
Bir elinde gül bir elde câm geldin sâkiyâ
Kangısın alsam gülü yâhud câmı ya seni
  Nedim
***
Yok bu şehr içre vasfettigin dil-ber Nedim
Bir perî-suret görünmüş bir hayâl olmuş sana
  Nedim
***
Zabt-ı âh eylemedir âşıka evvel çâre
Ben ise âhsız ârâm edemem âh meded
  Nedim
(Aşıkın derdine çare ahını zapt etmesidir. Ben ise ahsız etmeden duramam ah meded.)
***
Zahidin bir parmagın kessen döner ‘Hak’ dan çıkar
Gör bu miskin âşıkı ser-pâ soyarlar ağlamaz.
  Nesîmî
***
Kendi elimle yâre verdigim kalem
Fetvâî-yı hun-ı nâ-hakımı yazdı ibtidâ
  Nevres-i Kadim
(Kendi elimle-ucunu-açıp sevgiliye verdiğim kalem; kanımın-dökülmesi- fetvasını haksız yere ’başından’-kesilsin şeklinde- yazdı.)
***
Heman aglayı geldim âleme aglayı gittim ben
Sen ol nîlüferim kim suda bittim suda yittim ben
  Rehâyî
(Dünyaya ağlayarak geldim ve ağlayarak gittim dünyadan. Ben suda yetişen-ve yine- o suda kaybolan bir nilüferim.)
***
Sırrını âşık olan nihân etsin kim
Duymasın agladıgını dîde-i giryân bile
  Riyâzî
(Âşık olan sırrını öyle gizlesin ki ağladığında gözyaşı bile ağladığını duymasın.)
****
Ağniyâya arz-ı hâcet etme müstağnî bulun
İhtiyâcın söylemekdir, şahsı ednâ gösteren

(Yunus Emre merhûmun Elsiziz, belsiziz, dilsiziz ammâ –Yaşarız âlemde erkekçesine demesi gibi; zenginlere ihtiyacını söylemeye tenezzül etme; fakirlere yakışan nazdır)
Yahya Kemal, Neşâtînin bir gazelinden yalnız şu beyti edebiyattan anlayan bir Fransıza okuyup îzâh ediyor. Diyor ki adamcağız “Pes doğrusu! bu beyitten başka hiçbir eseriniz olmasa kâfîdir”:
Ettik o kadar ref-i teayyün ki Neşâtî
Âyine-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız

(Maddeden sıyrılıp, manaya inkılâb etme işini öylesine ileriye götürdük ki; son derece parlak –üstelik cilalanmış, yani gösterme kabiliyeti artırılmış- aynanın karşısında bile görünmez olduk.)
Güle gûş ettiremez yok yere bülbül inler
Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur kim dinler -
Karamanlı Kâmî
(Zavallı bülbülün sesini işittiremeden boşu boşuna gül için feryâd etmesi gibi; dostluk ve vefâ sayfasını da ne okuyan var, ne dinleyen.)
Gerdûn sitem-i baht-ı siyâh etmeğe değmez
Billâh bu gamhâne bir âh etmeğe değmez –
İzzet Molla
(Felek, kara baht sebebiyle sitem etmeye değmez; bu alçak dünya da bir kez olsun âh! Etmeğe değmez.)
Erbâb-ı aşka pîşe hemân her gün âh imiş
Her bir nefes ki âh ile geçmez, günâh imiş

(Aşk ehli için her gün (âh!) etmek kaçınılmazdır; hattâ her nefes! Âh’sız geçen günü günah sayar onlar.)
Burada Yenişehirli Avnî Bey’in şu beyti de hatırlanmalıdır:
Sanman taleb-i devlet ü câh etmeğe geldik
Biz âleme bir yâr için âh etmeğe geldik

[Bizim bu âleme makam ve mevki ele geçirmek için geldiğimizi sanmayınız; bir Yâr için âh etmeğe geldik biz. (Tabiîdir ki ilâhî aşk anlatılmaktadır)]
Yerin od etmedik kim vardır erbâb-ı mehabbette
Semenderler gibi uşşâk da sükkân-ı âteşdir

(Gönlünde sevgi bulunanlar ateşten uzak olmazlar; o kadar ki –efsâneye göre ateşte yaşayan semenderler gibi- ateş aşıkların mekânıdır.
Sunar bir câm-ı memlû, bin tehî peymâneden sonra
Döner vefk-i murâd üzre felek ammâ neden sonra -
Mezâkî
(Felek, bin boş kadehten sonra bir dolusunu sunar ve arzuya uygun da döner amma neden sonra; sabır gerek)
Rûzigârın böyle eyyâmından olma Örfî şâd
Keştî-yi mihnet-zeden bahr-i serâb üstündedir  Örfî

(Zamanın getirdiği böyle bahtiyar günlerde hemen sevinivermemeli; zira bindiğin tekne şöyle dursun, onun üstünde bulunduğu deniz dahî seraptan ibarettir; hayâldir hayâl!)
Câm-ı safâ gerekmez dünyâ-yı dûn elinden
Merdâneler şikârı almaz zebûn elinden –
Nev’î
(Alçak dünyanın elinden gelecek mutluluk eksik olsun, tenezzül etmemeli; zira mert avcıya yakışır mı zavallı birinin avını elinden alsın.)
Gam çekme câm-ı mergi yeksân sunar zamâne
Ol zehri Cem de çekmiş gerdûn-i dûn elinden –
Nev’î
(Hiç üzülme, ölüm kadehini herkese eşit sunarlar; o zehri İran’ ın meşhur ve mağrur hükümdarı Cem almaktan kurtulamadıktan sonra…)
Kef kef geçer denizler âvâre muzdarib hal
Dağlar şikâyet eyler sabr ü sükûn elinden –
Nev’î
(Şu garip hale bakınız ki; denizler sürekli hareketten yorgun düşmüş, dağlar hareketsizlikten şikâyet ediyor. Öyle mi olmalı halbuki; kadere rızâ lâzım.)
Âsûde olam dersen eğer gelme cihâne
Meydâne gelen kurtulamaz seng-i kazâdan –
Ziyâ Paşa
[Başının rahat olması ancak bu dünyaya gelmemekle mümkündür; o ise muhâldir. Dünya harp sahası gibidir; taş isabetinden kurtulmanın imkânı yoktur. (Gam gider, hicrân gelir, şâd olmanın imkânı yok) Ziya Paşa bu beytinde ‘kazâ’ kelimesini iki anlamıyla kullanıyor ve ikisi de anlamını buluyor: sana nişan alınarak atılmış olmasa da kazaen isabet edecek taştan kurtulamazsın; kaderin hükmü olarak taş isabetinden seni hiçbir şey kurtarmaz.]
Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız
Âteş kesilir geçse sebâ gülşenimizden

(Sultan II Selim’ e ait olan bu beyt Yahya Kemal’i kıskandırmış. Demiş ki “En az Selimiye kadar ihtişamlı; bir şâir olarak bunu yazan ben olmak isterdim.”)
Yahya Kemâl’ in dediği gibi değil mi efendim:
Eslâf kapıldıkça güzelden güzele
Fer vermişler o neşveyle gazelden gazele
Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadîm
Bir meş’aledir devredilir elden ele

(Eskiler güzele gönül verince gazellerle tesellî bulmuşlar; elden ele devredilerek kıyamete kadar sönmeyecek bir meşâledir eski şiirimiz.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder