Sayfalar

2 Mayıs 2014 Cuma

Turkish Proverbs

Turkish Proverbs
  Ayinesi (aynası) iştir kişinin, lâfa bakılmaz.
English Equivalents (=eşdeğerleri):
Actions speak louder than words. (Çevirisi: Eylemler sözlerden daha yüksek sesle konuşur.)
Deeds are fruits, words are but leaves. (Çevirisi: Eylemler [ağacın] meyveleridir; sözcükler ise ancak sadece yaprakları...) "Lafla peynir gemisi yürümez"... Buradaki "are but leaves" yapısını, "are nothing but leaves" şeklinde yorumlayınız. Yani, "yapraklardan başka birşey değillerdir," şeklinde... "Deed" sözcüğü, "do" fiilinden türeyen ad biçimidir; dolayısıyla "eylem, yapılan şey" anlamı taşıyor. Nitekim, "indeed" sözcüğü de köken olarak "fiiliyatta" anlamındadır. (Türkçe'ye çoğu zaman, "gerçekten de" şeklinde çeviri verir.)
  Klavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz.
Translated & paraphrased (mealen çeviri):
He who chooses the crow for his guide must but carry on sniffing dung!! (Verbatim: "His nose will never be rid of shit.)
 to sniff = koklamak... dung = fışkı yığını, tezek... [NOT: Burada kullandığım "but" bir pekiştirici niteliğinde ve "bunun dışında başka yol/olasılık yok" anlamındadır. Birhayli retorik ve hatta "biblical" olan bu kullanım tarzını bilmeniz için buraya yazıyorum; ancak çok emin olmadıkça kendiniz kullanmaktan uzak durunuz.]
  Arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim.
English Equivalents:
A man is known by his friends. to be known by = --- ile tanınmak... [DİKKAT: Başka bir deyişle, buradaki yapıyı, yine edilgen olan "... is known + agent" = "... tarafından tanınır" yapısı ile karıştırmayınız.]
A man is known by the company he keeps. company = eşlik edenler, yanında bulunanlar, eş dost...
  Ne ekersen onu biçersin.
English Near-Equivalent (yakın eşanlamlısı):
As you sow, so shall you reap... Mealen: Nasıl (ne) ekiyorsan, öyle (onu) biçersin/biçeceksin.
You reap what you sow. Ektiğini biçersin.
to sow (sowed - sown) = ekmek, dikmek... to reap = biçmek, hasat etmek...
  the Grim Reaper = Azrail... (Elinde orakla dolanıyor ya... grim = ürkütücü, asık suratlı, ağır, vahim)
  Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.

Translated & paraphrased: Mosquito buzzing is music (= is sufficient) for a man capable of comprehending; drums and horns remain inaudible (=are insufficient) for those who do not  understand.
Near-Equivalents:

A word to the wise is enough.
wise = bilge kişi.
A word to the wise is enough, and many words won't fill a bushel. = Bilge kişiye tek sözcük yeter; (zaten) bir sürü laf bir araya gelse, bir kile etmez (veya, bir kilelik sepeti doldurmaz)... bushel = "kile" eski bir kuru hacim ölçüsüdür; gözünüzde yarım küfelik bir sepet oluşturabilirsiniz.
Concerning the second part of the proverb (which, in effect, says "laf ola, sepet dola.") Turkish is a lot more expressive: We'd say, "It wouldn't fill a fig's pip"... ("İncir çekirdeğini doldurmaz.")
  Kızım sana söylüyorum; gelinim sen anla.
Translated: This I am telling you, Dear Daughter, so that you, Dear Daughter-In-Law, might take heed.
  Denize düşen yılana sarılır.
English Equivalent (=eşdeğeri):
A drowning man will catch a straw. Boğulmakta olan bir adam saman çöpüne (bile) sarılır (yakalar, tutunur).
to drown /DCR(AU)N/ = (suda) boğmak veya boğulmak... drowning = boğulmakta... drowned = boğulmuş... [Dikkat: Bu fiili, "gırtlağını sıkıp boğmak" anlamına kullanamazsınız. to strangle, /-Æ-/ to strangulate  /-Æ-/ = boğazını sıkıp boğmak, öldürmek; to suffocate /SA-fı-KEYT/ ise = (havasızlıktan) boğmak / boğulmak...]
NOT: Yukarda, "eşdeğerlik" kavramını, "benzer durumlarda kullanılma" olanağı açısından yorumladık. Eğer, Türkçe deyişi, "en küçük bir umuda dahi sarılmak" değil, "düşmanından bile yardım beklemek" şeklinde düşünürsek, benzerliği "near-equivalent, yakın-eşdeğer" şeklinde sınıflamak gerekir.
  Dost kara günde belli olur.
English Equivalent (=eşdeğeri):
A friend in need is a friend indeed. İhtiyaç anında (yardıma koşan) bir dost, gerçek bir dosttur.
indeed = "deed" (okunuşu /Dİ:D/) "do" fiilinin ad halidir. Yani, "yapılan şey, eylem" demektir. Bileşik tek sözcük halinde yazılan "indeed" deyimi, Türkçe'ye "fiili, fiiliyatta" kavramlarından ötürü "gerçekten, gerçekten de" ifadeleri ile çevrilir.
İlginç olan bir nokta ise şudur: "in need" deyimi daha yaygın olarak karşınıza "ihtiyaç içindeki, muhtaç" anlamına çıkacaktır: "children in need... pets in need" gibi... "Turkish Child Welfare Organisation aims at providing long term care for orphans and children in need." orphan /O:-fın/ = öksüz / yetim (İngilizce'de ayrım yoktur)...  "Please, please contribute any amount you can to help pets in need."
  Yarı cahilden kork.
English Equivalents:
A little knowledge is a dangerous thing.
DİKKAT: Şu iki tümceye bknz: 1. I have little love for you... 2. I (still) have a little love for you." Hangisinde sizi "hemen hiç sevmediğimi, daha doğrusu hiç sevmediğimi" dile getirmiş olurum?
"We have little sugar left." = Çok az şekerimiz kaldı.
"We have a little sugar left" = Biraz şekerimiz var.
Hatta, şööle anlamlı anlamlı "I have a few friends in Ankara," desem, "Ankara'da muayyen çevrelerde" işbitirici dostlarım olduğunu, işi kolaylıkla kotarabileceğimi dile getirmiş olurdum. (Çünkü kinayeli ses tonum, "a few" deyişinin aslında "a lot" anlamına geldiğini münasip biçimde iletmiş olur.)
Dolayısıyla, eğer atasözünde, "Little knowledge" diye söze başlamış olsalardı, malumu ilandan öte gitmemiş olurlardı.
Meraklısı için, İngilizce'deki söz İngiliz şair ve deneme yazarı Alexander Pope'a aittir: "A little learning is a dangerous thing; drink deep, or taste not the Pierian spring: there shallow draughts intoxicate the brain, and drinking largely sobers us again." Bilgi pınarından tadımlık içmek insanı sarhoş eder, kendilerini matah görmeğe başlarlar; kana kana içiniz ki ayılıp kendinize gelesiniz.
*  *  *  *  *
  Derdini söylemeyen, derman bulamaz.
English Equivalent:
A problem shared is a problem halved. Paylaşılan bir sorun yarıya indirilmiş bir sorundur...
Grief divided is made lighter. Bölünüp paylaşılan keder hafifletilmiş olur... (=grief which is divided)
to share = paylaşmak... to halve /HALV/ = yarıya indirmek veya bölmek... grief /GRİ:F/ = üzüntü, yas, keder... to make lighter = hafifletmek...
  (Fazla) Yuvarlanan taş yosun tutmaz.
English Near-Equivalent:
A rolling stone gathers no moss.
to gather = toplamak, biraraya getirmek, biriktirmek... moss = yosun (kara ve kaya yosunu)...
Burada bir açıklama gerekiyor: Tabiatıyla, Türkoloji'de iddialı olduğumu filan söyleyemem, ama bana göre bu sözün Türkçe'deki anlamı şöyledir: "Durmadan yer yurt değiştiren kişi, mal mülk ve eşya tutamaz, varlık edinemez." Oysa, İngilizce'de önplana çıkan anlam ise, "Böyle kişiler dert ve sorumluluk almaktan uzak kalmış olurlar, bu da bir avantaj; ama aynı zamanda yerleşip bir baltaya da sap olamayacaklardır." Bu bakımdan, İngilizce karşılığını "near-equivalent" şeklinde niteledim.
For the Connoisseur: This proverb most probably says, "A person who never stays long in one place will never be encumbered by responsibilities. But on the other hand, the person who is on the move all the time will never accomplish much either." The proverb is based on the Latin: Saxum volutum non obducitur musco. It has been traced back to around the first century B.C. (Publilius Syrus). It was included in John Heywood’s The Book of Proverbs (1546).
  Yağmurdan kaçarken doluya yakalandık. (veya, ...tutulduk.)
English Equivalent (=eşdeğeri):
Out of the frying pan into the fire. (=Tavadan çıktık, ateşe düştük).
["Hani bunun Türkçe'sinde tava nerede; İngilizce'sinde yağmur nerede?" diye soracak olursanız, yanıt: "Eşdeğerlik" kavramını benzer durumlarda kullanılabilme açısından değerlendiriniz.]
frying pan /f-RAİ-ng-PÆN/ = tava... to fry = yağda kızartmak... to grill = ızgarada pişirmek... to boil = kaynatmak... to bake = fırında kızartmak/pişirmek... to roast /ROUST/ = ateşte kızartmak... to simmer /Sİ-mı/ = yemek kaynadıktan sonra hafif ateşte (kabarcık kabarcık) kaynatmağa devam etmek...  to burn = yakmak...
  Kuzguna yavrusu anka (şahin) görünür...  The raven sees her chicks as phoenixes (or, as falcons).
  Karga yavrusuna bakmış, "Benim ak pâk evladım," demiş...  The crow beholds her chick and says,"Oh, my whiter than white chickie" .to behold (beheld - beheld) = görmek, bakmak ve görmek...
English Near-equivalent: (In this case near-equivalent, because in the Turkish proverb the prominent idea is is that of "parenthood" as opposed to the "ownership" theme in the one below:
All his geese are swans.
goose /gu:s/ = kaz (kümes hayvanı)... çoğulu kural dışı: geese /gi:s/... swan = kuğu...
  Ucuzdur vardır illeti; pahalıdır vardır hikmeti.
English Equivalent:
Cheap is dear in the long run.
dear /Dİ-ı/ = expensive = pahalı...  in the long run = uzun vadede...
(For foreign readers) illet /il-LET/ = disease, malady, stigma, nuisance...  hikmet = sebep, neden = reason, cause, divine reason... (This word may be used with somewhat religious or mystical overtones -- but it does not have any such connotation  in the above proverb.)
  Elini veren kolunu kaptırır.
English Equivalent:
Give them an inch and they'll take a mile.
İlginç, di mi: Biz (herzamanki gibi) vücudun azalarına kafayı takmışken, onlar da mal mülkle kafayı yemiş...
  Yüz güzelliği hamamdan eve, öz güzelliği Urum'dan Şam'a.
English Equivalent:
Beauty is but skin deep.
Her iki dilde de süper güzellikte birer atasözü...
For the Connoisseur: I still think we should hearken to what Jean Kerr (American comic writer and playwright, 1922-2003) once observed:
"I'm tired of all this nonsense about beauty being only skin-deep. That's deep enough. What do you want, an adorable pancreas?"
ALMA MAZLUMUN ÂHINI...
NOT: Pekçok sitede, "Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste." şeklindeki atasözümüz için şu karşılık öneriliyor: "Don't make a martyr sigh, you will pay for it by and by."
İngilizce'de böyle bir proverb mevcut değildir, dolayısıyla Türkçe'den çeviri kimliğinde sunulması yerinde olur. Çünkü, İngilizce tümce pek bir güzel olmuş, ama "mazlum" ve "ahını almak" gibi kavramları daha bir titizlikle irdelemek gerekiyor.
Şöyle bir çeviri-karşılık önermek isterim: Desist from provoking the innocent's malediction; else, you will pay for it by and by.
Ama, hep dediğim gibi:
 1.  Atasözlerimizin yabancı dillere çevirisi, eşdeğerlerinin saptanması gibi konular, keşke çok iyi dil bilen Türkologlarımız tarafından üstlenilse...
 2.  İnternet (harika ama), çok tehlikeli bir şekilde, yalan-yanlış bir sürü sözümona "bilgi" lerle lebaleb dolu. Bisürü üstüne vazife olmayan kişi bisürü bişiler yazıyo; bisürü kişi de bunlardan iktibas edip, bisürü başka kişiye satıyo... Çok dikkatli olmak gerekiyor...
  Kötü haber tez yayılır.
English Equivalents (=eşdeğeri):
Bad news travels fast.
Ill news travels apace.
Ill news runs apace.
ill-- = önek olarak kullanılabilir: olumsuz nüanslar getirir: ill-treatment = kötü muamele, ill-feelings = düşmanca duygular; I can ill afford it. = 1. Param yetmez; 2. Göze alamam......
apace /ı-PEYS/ = fast, with speed, speedily, hızlı, hızla... Tıpkı, "aside, abroad, aflame, afresh, asleep... etc" gibi, "a--" öneki ile yapılmış bir zarf (adverb)... Bu grup sözcükler ilgilendirici (linking) fiiller ile sıfat niteliği ile de kullanılabilir (predicate adjective).
  Bir elin nesi var; iki elin sesi var.
English Equivalent:
Many hands make light work. = Birden fazla kişinin çalışıyor olması işi hafifletir...
Near-equivalent:
Four eyes are better than two. "Gözlük takmak iyidir," demiyor herhalde!!... "Dört göz iki gözden iyidir."
Unutmayınız: "Eşdeğerlik" kavramını, benzer durumlarda kullanılma olanağı açısından tanımlıyoruz.
hands = Burada "kişi, insan, personel" anlamına yorumlayınız... Bu kavram özellikle denizcilikte önplandadır: "All hands must keep this fact in mind... All hands must assist in the deployment of the lifeboats... All hands must be on deck by seven a.m..." deployment = genelde "konuşlandırma" kavramı ile çevirdiğimiz bu sözcük, burada tahlisiye sandallarının denize indirilmesi anlamında...
  Ner(e)de çokluk, orada bokluk!  Buyrun bakalım; bir yukardakinin tam tersini savlayan bir atasözü
English Equivalent:
Too many cooks spoil the broth.
to spoil = bozmak, berbat etmek... broth /BROTH/ = hafif çorba kıvamında et suyu, balık suyu, sebze suyu...  in the long run = uzun vadede...
Dikkat: broth sözcüğüne bakarak bir çağrışım hatasına düşmeyiniz:  brothel /BROTH-ıl/ = "genelev" sözcüğü eski İngilizce'de (OE) "kötüye düşmek" benzeri bir kavram taşıyan tamamen farklı bir kökten gelir. Yani, "suyu, posası çıkmışlık" la falan ilgisi yok!
  Gönül kimi severse, güzel odur.
English Equivalent:
Beauty is in the eye of the beholder.
to behold (beheld - beheld) = görmek, bakmak ve görmek...
  Güneş giren eve doktor girmez.
English near-equivalent:
An apple a day keeps the doctor away. = Günde bir elma, doktoru uzak tutar.
Doğrudur; aslına bakılırsa hergün bir soğan yada bir diş sarmısak herkesi uzak tutar... An onion a day -- or better, a clove of garlic -- keeps everyone away...
an apple a day : Learning a word a day... Living on less than a dollar a day... Bu ifadelerde ilgeç (preposition) kullanmak gerekmediğine dikkat ediniz. Peki, "in, on, during..." gibi bir ilgeç de kullansak kıyamet mi kopar? Eh, anlam biraz değişir: "Gün içinde/boyunca bir elma... vb" demek gibi birşey...
Şu güzel reklam tümcesini de not ediniz:
Drinka  Pinta  Day
Hergün Bir Şişe Süt İçiniz
Okunuşu: /DRİNK-ı-PAYT-ı-DEY/... "Pint" /PAYNT/ kavramı için şişe sütünü ölçü alabilirsiniz... Bu ölçü "aslan sütü" için de çok güvenilir bir ölçüdür!! "You're not alcoholic unless you drink over a pint a day."
Any Suggestions for an Equivalent?
One beautifully worded, deeply sardonic Turkish proverb says,
Kelin melhemi olsa kendi başına sürer...
Translated:
If a baldie knew a remedy, he'd rub it on his own scalp.
Meaning, "If anyone (who suffers the same himself) had a solution for a malady or for any unwanted situation, he would have solved his own problem first."
A LITTLE DIGRESSION
Dışarda yaygın bilinen, ancak ülkemizde tıp camiası ile sınırlı tanınan bir latince söz ve İngilizce karşılığını hatırlatalım:
Medice cura te ipsum.

İngilizce'de (çoğu zaman Latince orjinali ile birlikte kullanılarak) "Physician, heal thyself!" şeklinde bir "uyarı" niteliğindedir. = Ey hekim, kendini iyileştir...
(thyself = yourself) (to heal /Hİ-ıl/ = sağaltmak, sağalmak -- özellikle de yaraların iyileşmesi için kullanılır)

Biraz alaycı tonlar katılarak, "Sen hele önce kendini bir iyileştir de," kavramını katmak mümkün.

Dışarda yaygın bilinmesinin nedeni, aslından İncil'den alınma bir söz olduğu içindir. [İbranice ve Aramaik'ten Havari Luke (Lucas) tarafından Latinceye çevrilmiş, "Vulgate", "Vulgata" veya "Versio Vulgata" adlarıyla tanınan versiyon]... Örneğin bir misyonere "Sen önce kendin güzel ahlak sahibi ol, sonra başkalarına ahlak öğretmeğe çalış" gibi dini bir bağlamda kullanılabildiği gibi, dini bağlam dışı ortamlar için de kullanılabiliyor.
Belli bir tonda söylendiğinde, en az bizdeki "Kelin melhemi olsa..." ölçüsünde alaycı ve iğneleyici bir nüans taşıyabileceğine dikkat ediniz.

"Medice" (hekim, doktor) sözünü klasik Latince'de /k/ sesi ile okumak gerekirdi. Ancak günümüzde /ç/ sesi ile okunmaktadır. ("cura" yı ise /k/ ile okuyunuz) Biliyorsunuz, klasik Latince ölü bir dildir; ve artık herkes bu dili kendi dilinin yatkınlıklarına göre seslendiriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder