Sayfalar

6 Haziran 2014 Cuma

Osmanlı'da yabancı dil eğitimi

Osmanlı Devleti'nin altı yüzyıllık tarihi boyunca önem verdiği konulardan birisi de eğitim olmuştur. Çünkü Osmanlı yöneticileri ve aydınları, eğitimin bir milletin ilerlemesinin teminatı olduğunu bilmekteydiler. Bunun sonucu devletin kuruluşundan itibaren eğitim kurumlarının ülke geneline yaygınlaştırılması için gayret gösterdiler. Böylelikle medreselerde verilen eğitimin yanı sıra eğitim dili de önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlı Devleti'nin yükselme ve zirve dönemlerinde öğretilen Arapçaya ilave olarak duraklama ve gerileme döneminde, Avrupa'nın üstünlüğünün kabulü ile Batı dillerinden birisini de öğrenme zarureti ortaya çıktı. Bu amaçla modern anlamda açılan okullarda Fransızca başta olmak üzere, bazı Batı dilleri öğretilmeye başlandı.
 
Giriş
Osmanlı eğitim sistemi içerisinde yabancı dil eğitiminin yerini anlayabilmek için, Osmanlı eğitim müfredatını ve medreselerde okutulan dersleri incelemek gerekmektedir. Osmanlılarda ilk medrese 1330 tarihinde, Orhan Bey zamanında İznik'te açıldı. Bursa'nın fethi ile birlikte Bursa'da da yeni bir medrese açıldı. Bundan sonra devletin sınırlarına katılan yeni yerlerde medreseler açılmaya devam etti. Fatih dönemi, medrese ve eğitim sisteminde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Çünkü Fatih'in açmış olduğu Sahn-ı Seman medreseleri hem derece hem de eğitim sistemi bakımından diğerlerinden farklıydı. Fatih döneminde açılan bu medreselere ilave olarak Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Süleymaniye adı ile açılan medreselerde, "tıp", "riyaziye" ve "darü'l-hadis" gibi yeni ihtisas bölümleri(fakülte) oluşturuldu1.
Osmanlı Devleti'nin, ilk dönemlerinde medreselerin eğitim süreleri konusunda net bilgiler yoksa da "Sahn-ı Seman" medresesinde eğitim alabilmek için buraya gelmeden önce beş yıl eğitim almak kanun haline gelmişti2. Bunun dışında, alt düzeyde bir medreseye de kayıt olmak isteyen bir öğrenci muhakkak, okuma yazma başta olmak üzere, ilmihal gibi bir takım temel dinî bilgilere sahip olmak zorundaydı. Çünkü Osmanlı Devleti'nde medreseler ilköğretimden sonra gidilen orta ve yüksek öğrenim veren kurumlar niteliğindeydi.
Bu çalışmamızda, Osmanlı medreselerinin eğitim dili ile birlikte medreselerde verilen yabancı dil eğitimi ve Osmanlı Devleti'nin Arapça eğitimine bakış acısı hakkında bilgi verilecektir. Bunun yanı sıra, modern anlamda yeni okulların açılması sonrası, Arapça ile birlikte batı dillerinden birini öğrenme ihtiyacı üzerinde de durulacaktır. Son olarak, Osmanlı Devleti'nin yabancı dil eğitimindeki başarısı ve devletin son dönemlerinde devlet kademelerinde istihdam edilen memurların yabancı dil bilgileri hakkında da bilgi verilecektir.
1.     Osmanlı Devleti'nde Eğitim Dili ve Yabancı Dil Meselesi
Osmanlı Devleti, Selçuklu ve diğer İslam devletlerinden almış olduğu eğitim mirası ve geleneğini geliştirerek devam ettirdi. Bu açıdan kuruluş döneminde Selçuklu geleneklerine bağlı kalınarak daha çok, nakli bilimlerin yanında matematik, astronomi gibi bazı temel aklî bilimler de okutuldu3. Bu dönemde okutulan kitaplar Arapça olduğu için medreselerde Arapça ağırlıklı eğitim yapılıyordu. Fakat ders anlatımlarında Türkçe tercih edilmekteydi. Klasik Osmanlı dönemi için medreselerden mezun olanların büyük bir çoğunluğunun, ana dillerinin yanı sıra Arapça ve Farsça gibi ikinci ve üçüncü bir dil bildiklerini söyleyebiliriz4.
Fatih tarafından açılan Sahn-ı Seman medreselerinde okutulan kitaplar, daha çok tefsir, usul-ı fıkıh ve kelam gibi Arap lisanı üzerine yazılmış eserlerden oluşmaktadır. Osmanlı medreselerinde okutulan dersler ve derslerin dili hakkında bir açıklamalı bilgi vermek gerekirse, ilk medresede mantıktan "Şemsiye Şerhini" okuyan bir öğrenci daha yukarı derecedeki medreselerde yine mantıktan "Metali Şerhini" okurdu. Yine aynı şekilde kelamdan "Tecrid Haşiyesini" okuyan bir öğrenci, daha yukarı medreselerde yine kelamdan "Tavali" ve "Mevakıf Şerhlerini" okumak zorundaydı. Bu şekilde basitten daha zora ve tafsilatlı bir şekilde sistem devam ederdi. Okutulan bu dersler daha çok Arapça olup Türkçe açıklama ile dersler anlatılırdı. Yani eğitim sisteminde bir silsile takip ettiği gibi ders anlatımında kullanılan eserler, Arapça eserlerden meydana gelmekteydi. Bunun bir örneğini XVI. asrın önemli âlimlerinden olan Taşköprülü-zâde'de görebiliriz. Taşköprülü-zâde Arapça lügat ezberledikten sonra "Maksud", '"Jzzi", "Merah", "Avamil", "Kafiye" gibi temel Arapça gramer derslerini ve daha sonra, "Isagoci", "Hüsam", "Şemsiye Şerhi" ve "Miftah", "Mevakıf gibi birçok Arabi dersler almıştır". Buna benzer, Türk tarihinde yetişmiş önemli şahsiyetlerin eğitim hayatı hakkında birçok bilgi verebiliriz6.
Osmanlı Devleti, İslam dinine duymuş olduğu saygının bir ifadesi olarak Arapçaya karşı aşırı bir ilgi göstermiştir. Bu saygının ve ilginin bir gereği Arapça, medreselerde en başta okutulan dillerdendir. Hatta Yavuz Sultan Selim'in Arapçayı devletin resmi dili bile yapmayı düşündüğü söylenir7. Osmanlı aydın ve idarecileri Arapça öğretimi ve eğitimine önem verdikleri gibi kendileri de çok iyi Arapça ve Farsça bilmekteydiler. Bunun en önemli kanıtı, Arap edebiyatı ve şiiri alanında çok iyi bilgiye sahip olmaları ve kendilerinin bu alanda eserleri olmalarıdır. Bunun yanı sıra ilk dönem Osmanlı mahkemelerinde kadılar tarafından tutulan defterlerin bir kısmı Arapça olarak kayda geçirilmiştir. Osmanlı yöneticileri Arap coğrafyasına atayacakları kadı, müftü gibi idarecileri de iyi Arapça bilenlerden seçmişlerdir8.
Osmanlı medreselerinde Farsçanm okutulmaya başlaması Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'dan sonradır. Bu döneme kadar Farsça eğitimi konusunda çok fazla bir girişim olmamakla birlikte, bu tarihten önce Farsça eğitimine de iyi bakılmamıştır. Bununla birlikte Osmanlı medreselerinde Farsça "Mesnevi", "Gülistan" ve "Bostan" gibi eserlerin okutulduğunu görmekteyiz. Yalnızca mesnevi okumak için "darülmesneviler" de açılmıştır. Bilhassa divan edebiyatı şairlerinin Farsça ağırlıklı şiirler yazması Farsçanm da Osmanlı medreseleri ve aydınları arasında yaygın bir yabancı dil olduğunu göstermektedir9.
Osmanlı idarecileri, Arapça ve Farsçaya karşı bu derece ilgi duymalarına karşın devletin resmî ve bilim dilinin Türkçe olması gerektiği bilincindeydiler. Çünkü onlara göre "Dil bir topraktır, diğer ilimler ise onun ürünleridir." Bu sebepten, Osmanlı idarecileri Arapçayı devletin resmi dili yapmak yerine, dine duyulan sevgi ve saygının, dini değerleri öğrenmenin bir aracı olarak medreselerde öğrenilmesi ve öğretilmesi taraftarı olmuşlardır.
2.     Osmanlıda Batı Dillerini Öğrenme Geleneği ve Gereği
Osmanlı Devleti, 1606'ya kadar Avrupa karşısında siyasî, 1699'a kadar da mutlak askeri üstünlüğünü devam ettirdi. Fakat 1699 Karlofça Anlaşmasının imzalanmasından sonra Osmanlı Devleti, Batı karşısındaki üstünlüğünü yavaş yavaş Avrupa'nın üstünlüğüne bırakmaya başladı. Avrupa'nın bu üstünlüğü ile birlikte Osmanlı Devleti, Avrupa'yı tanımak ve yakından görmek için oraya elçiler göndermek zorunda kaldı10. Bu durum, Osmanlı devlet adamları ve aydınları arasında kendileri dışında da bir dünya ve güç olduğunun algılanmasına zemin hazırladı". Bu döneme kadar başka devlet nezdinde temsil edilmeyi küçüklük olarak kabul eden Osmanlı Devleti, kendine gelen elçileri de Osmanlı Devleti'ne duyulan bir saygı sembolü olarak kabul ediyordu. Bu sebeple Osmanlı Devleti, diplomasi açısından düzenli bir hariciye sistemi kurmak istememiştir. Fakat Karlofça sonrası, Avrupa devletleri arasında diplomasinin öne çıkmasından dolayı, Osmanlı devlet adamları da, devletlerarası ilişkilerde diplomasiye büyük önem vermeye başladılar12. Bunların yanı sıra Karlofça görüşmelerinde, Reisülküttap Râmi Mehmet Efendinin başarılı olması ve uluslar arası ilişkilerde diplomasinin ön plana çıkmasıyla seyfıyye13 yerine hacegan14 ve kalemiyenin15 yani sivil personelin sayısı ve tesiri giderek arttı. Bunlardan, Damad İbrahim Paşa (1718-30), Ragıb Paşa (1757-63), Halil Hamid Paşa (1782-85) gibi bürokrasiye önem veren sadrazamlar zamanında kadrolarda sivilleşme iyice hızlandı. Mesela 1703-1774 arasında altı reîsülküttâbın sadaret mevkiine yükseldiği; 1697-1774 tarihleri arasındaki 27 reîsülküttâbdan 16'smm haceganlıktan yükseldiği ve ll'inin ise daha sonra eyalet paşası olduğu görülmektedir. Bu dönemde merkezî idareye bağlı olan diplomasi mesleği de bundan payını aldı. Bu süreç ise hızlanarak devam etti.
Karlofça barışının hemen akabinde başlayan Lâle Devri'nde, Devlet Batı'ya açılmış; Paris, Viyana, Varşova ve Rusya'ya yollanan elçiler yalnızca diplomatik görüşmelerde değil; Batı diplomasisi, kültürü, sanatı, sanayi-î, tarımıyla birlikte Batı'nın askeri ve teknolojik gücü hakkında da bilgi edinmeye ve bunları birer rapor halinde sunmaya başlamışlardır. Bu dönemde yaşanan değişimlerden birisi de "yabancı dil" öğrenimi konusunda oldu. Çünkü bu döneme kadar Batıyı küçük gören Osmanlı aydınları ve yöneticileri, Batı dillerinden birisini de öğrenmeyi küçüklük olarak telakkî etmişlerdi. Bundan dolayı da Batı dillerinden birisini öğrenmeyi hiçbir zaman düşünmemişlerdir. Devlet, dış politikada ihtiyaç duyduğu yabancı dil bilen personel ihtiyacını daha çok, yerli halk arasında Fenerli Rumlar dediğimiz Batı ile yakın münasebetleri olan kişiler aracılığı ile gidermiştir. Fakat zaman zaman bu tercümanların sadakatlerinden emin olamamıştır. Devletin eğitim kurumlarında, Batı dillerinden birisi de yabancı dil olarak okutulmadığı için bu tercümanlara mecbur kalınıyordu. Bu durum, 1821'de açılmış olan Babıâli Tercüme Odasına kadar sürdü. Babıâli Tercüme Odasının açılma nedeni ise 1821 'de patlak veren Yunan İsyanı sırasında Osmanlı memuru olarak hizmet veren tercümanların ihanete varan davranış ve tutumlarıdır. Çünkü Osmanlı, bu tarihe kadar Avrupa'daki olaylar ve ilişkilerden haberdar olma konusunda hâlâ Divan-ı Hümayun tercümanlarından yardım almaktaydı. Bu isyan sonrası mecburiyetten kurulan Babıâli Tercüme Odası, Osmanlı Devleti'nde ilk defa sistemli şekilde yabancı dil öğreten kurum olarak nitelendirilebilir.
Tercüme odasının açılmasının yanı sıra, XVIII. yüzyıl ve XIX. yüzyıllarda açılan okullarda Arapça ve Farsçaya ilave olarak, Batı dillerinden birinin de Osmanlı eğitim sistemine girdiğini görmekteyiz. Mesela 1793 yılında açılan Mühendishane-i Berr-i Hümayun okulunda, Arapçanın yanında Fransızca da okutulmaya başlanmıştır. Fransızca 3. ve 4. sınıflardan itibaren okutulan dersler arasındadır. Bilhassa XIX. yüzyılda başlayan eğitimde modernleşme hareketlerinde bu durumun kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu dönemde açılan yeni eğitim ve öğretim kurumlarının müfredatlarına baktığımız zaman, Arapça ve Farsça yerini korumakla beraber, Batı dillerinden birisine de yer verilmiştir. Mesela 1838 tarihinde açılan rüşdiyeler ile bunun dengi olan mekteb-i maarif-i adliye okulunun programında, Arapça sarf ve nahiv ilmi ile Farsça ve Tuhfe-i Vehbi derslerinin olduğu gözükmektedir. 1839 yılında açılan Mekteb-i Maarif-i Adliye'ye ilave olarak, Fransızca gramer dersi de kondu. Yani Osmanlı Devleti gerek klasik dönemde gerekse modernleşme döneminde Türkçenin dışında ikinci ve üçüncü bir yabancı dil öğrenme geleneğini sürekli devam ettirmiştir. Netice itibari ile modern okulların açılmaya başlaması ile Arapça ve Farsçanm dışında Fransızca da müfredata dâhil edilmiş oldu.
Orta öğrenimin ikinci kademesi niteliğindeki rüşdiyelerin bir üst eğitim kurumu olan idadilerin Osmanlı sınırlarında yaygınlaşmaya başlaması 1882 ile 1892 yıllarını kapsamaktadır. Bu yaygınlaşma ile beraber; Sultan II. Abdülhamit'in saltanatının sonlarına doğru ülke genelinde rüşdiye sayısı 619, idadi sayısı 109'a, buralarda okuyan öğrenci sayısı 60 bine ulaşmış durumdaydı. 1898-1899 yıllarına ait Rüşdiye ve idadi ders programı içerisinde ilk sene 1 saat Arapça dersi verilmektedir. İkinci sene Arapça ders saati ikiye çıkarılmakta, Arapçaya ilave olarak bir saat de Farsça dersi verilmektedir. Üçüncü ve dördüncü sene Arapçaya ilave olarak 3 saat Fransızca dersi dikkat çekmektedir. Fransızca ders saati 5, 6 ve 7. sınıflarda artırılmaktadır. Farsça dersi ise 5, 6 ve 7. sınıflarda verilmemektedir.
Rüşdiye okullarında Fransızcanın zorunlu dersler arasına alınması Abdülhamit döneminde altı kez, ikinci meşrutiyet döneminde üç kez sadrazamlık yapan Mehmet Sait Paşa'nın(l 838-1914) girişimleri ile olmuştur. Bu ders müfredatı ile Osmanlı Devleti'nin yabancı dil eğitiminde ne derece başarılı olduğunu bilemiyoruz. Fakat II. Abdülhamit döneminde İzmir Rüşdiyesinde okuyan Halit Ziya Uşaklıgil, anılarında Rüşdiye mektebini bitirenlerin Arapça, Farsça konuşup okuyamadıklarını ifade ederek Rüşdiye öğrencilerinin başarısızlıklarından bahseder21. İdadi seviyesinde eğitim veren Sultaniler ise Fransızca ve Türkçe eğitim veren kurumlar niteliğindedir. Yabancı dil öğretimi için uygulanan denemelerin başarısızlığı üzerine özellikle İstanbul'da hem iyi düzeyde yabancı dil öğretecek hem de devletin sivil kadro ihtiyacını karşılayacak bir okul açılması   için  çalışmalar yapıldı.  Bu  çalışmalar sonrası, Fatih döneminden itibaren Osmanlı Devleti'nin ihtiyaç duyduğu kaliteli devlet adamlarını yetiştiren "Enderun Mektebi" niteliğinde, "Galatasaray Sultanisi" adıyla bir okul 1868'de eğitime başladı. Galatasaray Sultanisinde modern anlamda Fransızca eğitimi yapılmaktaydı. Fransız hocaların da görev aldığı bu okul, verdiği yabancı dil eğitiminin kalitesiyle kısa zamanda kendisini Avrupa'ya da kabul ettirdi. Bu okuldan mezun olanlar mükemmel derecede Fransızca bilmekteydi. Sonraki yıllarda okul programına seçmeli olarak Arapça, Farsça, Ermenice, Latince, Rumca, Bulgarca, İngilizce, İtalyanca, Almanca dersleri kondu. I Eylül 1868'de açılan Galatasaray Sultanisi Türkiye'de yabancı dil öğretimi açısından bir dönüm noktası oldu. Bu lisenin diğer bir özelliği ise orta öğretim düzeyinde yabancı dille öğretim yapan ilk devlet okulu olmasıdır. Bu okulda Müslüman ve Gayrimüslim öğrenciler beraber eğitim görmüşlerdir.
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder