Sayfalar

10 Temmuz 2014 Perşembe

Tatil Yapmak Günah mıdır, değil midir?

Ta’til Arapçada ‘a-ta-le’ kökünden gelir. Fiil kök manası itibarıyla ‘iş yapmamak, boş oturmak’ demektir. Türkçemizde tembellik/tenbellik anlamında çok sık kullanılan ‘atalet’ kelimesi de aynı kökten türemiştir.
Kestirmeden ifadeyle bu anlamda bir tatilin İslam dininde yerinin olmadığı herkesin bildiği bir gerçektir. Yalnız şu da bir gerçektir ki; dinlenme, eğlenme ve gezmenin merkeze oturtulduğu bir tatil anlayışı bugün bütün dünyada egemendir. ‘Müslüman, bu iki gerçeklik arasında nerede yer almalıdır?’ sorusu bugünkü yazımızın konusudur.
Öncelikle şu hususun belirtilmesinde fayda var; küresel bir köy haline gelen dünyamızda toplumsal şartlar çok hızlı bir şekilde değişime uğramaktadır. Bu değişimden Müslümanlar olarak biz de payımızı almaktayız. Ama ne yazık ki etkileyen değil, etkilenen olarak. Bugün bizim hayatımızda atalarımızın dünyasında yer almayan nice şeyler var. Tevarüs ettiğimiz değerler arasında bulunmayan; fakat bizim gündelik hayatımızın ayrılmaz hatta olmazsa olmazı haline gelen şeyler bunlar; doğum günü kutlamaları, evlilik yıldönümü hediyeleri vs. Bir başka ifadeyle dünkü toplumsal hayatımızda karşılığı olmayan; ama bugün var ve vazgeçilmez şeyler bunlar. Yıllık tatil de bunlardan bir diğeri.
Pekala ne yapacağız bunları? Bid’attır, günahtır, haramdır, dinde, millî örf ve âdetimizde yeri yoktur deyip kapı dışarı mı edeceğiz? Etmek istesek gücümüz yetecek mi? Şahsî kanaatim; toplumsal alanımızı şekillendiren hususların başında gelen örf ve âdetlerimiz adına yeniden tanımlamaya gitmemiz bu konuda atılacak ilk adım olmalıdır. Madem toplumsal şartlar bizim katkımızla veya irademiz haricinde değişmektedir; o halde bu değişmeyi genel-geçer değerlerimiz, fıtrî kanunlar ve evrensel doğrular çizgisinde yeniden değerlendirmeli ve hayatımıza bir şekilde giren bu şeyleri mutlaka yönlendirmeliyiz. Yönlendirme bu yeni değerlerin muhteviyatını, gideceği istikameti, vereceği mesajları kendimizin belirlemesi demektir. Burada “evlenme yıldönümüymüş, mucidi başkalarıymış, tatil demeyelim izin diyelim” türünden isimlere ve kaynağa takılmamak gerekir. Aksi bir tutum bizi rüzgârın önünde sürüklenen bir yaprak konumuna düşürür, hatta tarih sahnesinden de alır-götürür.
Dinlenme, gezme, eğlenme anlamında tatil, genel anlamda insanların fıtri bir ihtiyacıdır. Müslüman bu ihtiyacını görmeli ve ona göre pozisyon alma durumunda olan insandır. Onun için “ben 40 yıldır çoluk-çocuğumla tatile çıkmadım; 30 yıllık çalışma hayatımda bir gün bile izin kullanmadım” sözleri fıtrat kanunları çerçevesinde de, hakikat nezdinde de hiçbir anlam taşımamaktadır. Yani fazilet değil, belki uhrevi mesuliyeti olan bir uygulamadır; bedeninin, ruhunun ve ailesinin hakkını gözetmediği için.
O zaman tatil yapılmalı; ama muhteviyatı kendi değerlerimizle doldurulmak suretiyle. Burada öncelikli şart elbette haramlara girilmemesidir. Tatilde dinlenirken, gezerken, eğlenirken vaktin israf edilmeyip yeni şeylerin öğrenilmesi, sıla-yı rahmin gözetilmesi, ibadetlerde kemmiyet ve keyfiyet itibarıyla derinlik kazanılması, beden ve ruh sağlığına yarayacak sportif faaliyetlerde bulunulması gibi şeyler ise olmazsa olmaz tavsiyeler olarak ele alınabilir.
Haramlara girilmemesi konusunda ilave bir şey söylemeye gerek yok. Kadın-erkek ilişkilerinden maddi-manevî israfa kadar birçok şeyi içine alıyor bu. Öğrenme, sıla-yı rahim ve benzeri şeylere gelince; bunların her biri adına Kur’an ve sünnet eksenli deliller getirmek mümkündür. Evet; İslamî açıdan kulluk vazifesi ancak son nefesle bitiyor. Kulluk ise ibadet başta meşru olan her şeyi yine O’nun emirleri istikametinde yerine getirmek demek. Ne zamana kadar? Azrail (as) ile karşılaşılacak durağa gelinceye kadar. Öyleyse Müslüman, bir tek saniyesini bile zayi etmeden ömrünü sürekli çalışma, öğrenme, dinlenme ve ibadet durakları arasında geçirmek zorundadır. Tatil zamanı bu çerçevenin dışında yer alamaz. Onun için yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığımız tatil, herkes için hem bir hak hem de bir ihtiyaçtır.
Eğer bunu başarabilirsek ma’kus talihimizde bir gedik açılacak, değişim, dönüşüm ve başkalaşım adına asırlardır devam eden dayatmalara toplumsal bir karşı koyuş, bir tavır alış gerçekleşecektir.

Ahmet Kurucan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder