Sayfalar

19 Mart 2014 Çarşamba

KURAN-I KERİM'İ TERCÜME ETMEK MÜMKÜN MÜDÜR?

KURAN-I KERİM'İ TERCÜME ETMEK MÜMKÜN MÜDÜR?

İşte bu altı kelimenin oluşturduğu bağlamın, bütün nüanslar korunarak, başka bir dile aktarılabileceğini iddia etmek saflıktır.

Kur'an-ı Kerim'in meziyetlerinin bu kadar olduğu zannedilmesin. Biz sadece konumuzla doğrudan ilgili olanlardan bahsettik.

Şimdi de, Kur'an'daki edebî sanatlardan birkaçının çevrilemezliği üzerinde duralım.

1. Onapatopeia: Bu sanat, "aks" veya yansıma" olarak ifade edilir. Anlatılan şeyin, kelimelerdeki ses unsuru kullanılarak zihinde canlandırılması demektir. (Leech ve Short, 1981).

Mesela, Tennyson, The Princess isimli şiirinde (m) sesini tekrar ederek okura bir arı sesinin vızıltısını duyurur:

The moan of the doves in immemorial elms
And murmur ing of innumerable bees

(Norton Antology of English, s.856)

Bu vızıltıları, şiirin çevirisinde de duymak çok zordur. Kur'an-ı Kerim'de "yansıma" sanatını bir çok âyette görmek mümkündür. Biz sadece iki misal vereceğiz:

a. Bir âyetin kısa bir meali: "Biz, insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı" (Lokman,31/14).

Âyetin bir kısmının arapça okunuşu şöyle: "Hamelethü ümmühû vehnen alâ vehn"

Eğer bu âyeti, Mısırlı meşhur hafız Mustafa İsmail gibi bir ağızdan dinliyorsanız, hamile bir kadının iniltisini çok daha rahat duyarsınız. Ya çevirilerde?

b. "Şeytanın adımlarına tabi olmayın" (Bakara, 2/168).

Âyetin Arapça okunuşu: "Ve la tettebiu hutuvat'iş-şeytan." "Hutuvat adımlâr" kelimesi özel bir hareket düşündürmektedir. Şeytan adım adım hareket ediyor. İnsanların, babalarını cennetten çıkaran şeytanın peşinden gitmeleri garip görünüyor. Ayrıca, "hutuvat" kelimesinin insan zihnine attığı, hayale hissettirdiği şekil ve gölge yanında, telaffuzundaki nağme de işitme duygusunda kendine düşeni yapmakta, adımların sesini kulağa hissettirmektedir" (Senih, 1989:70-71).

2. Synesis: "Synesis" veya "enallage" mânâyı kuvvetlendirmek için, gramer kurallarında yapılan kasdi değişikliktir.

Bu sanata İngilizceden bir misal verelim. Diyelim ki birkaç İngiliz, birlikte bir evde kalıyor. Bir gün evlerine bir hırsız girip birkaç eşyayı çalsın. Çalınan şeyler de sadece bir kişiye ait olsun. Bu zavallı İngiliz arkadaşlarına şöyle diyecektir: "We was robbed!" Bu cümlede bir gramer hatası var. "Soyulduk" denmek isteniyor, fakat özne çoğul (we) olduğu halde çoğul yardımcı fiil olan "were" değil, tekil yardımcı fiil olan "was" kullanılmış. Tabii İngiliz’in maksadı belli. Soyulduklarını, ama sadece kendisinin eşyalarının çalındığını, makam pek uygun olmasa da (!), synesis sanatıyla ifade ediyor.

Şimdi de Kur'an-ı Kerim'deki synesis sanatlarından birisi üzerinde duralım.

Kur'an'da "dedi" anlamındaki zamirlerden eril olan "kale" ve dişil olan "kalet" iki âyette birbirinin yerine kullanılmıştır. Bediüzzaman Hazretleri, bu inceliğe şöyle işaret eder: "Zaitler ittifaka muhtaç oldukları için, kuvvetli ittifak ederler. Kaviler ihtiyacı tam hissetmediklerinden, ittifakları zaiftir. Arslanlar, tilkiler gibi ittifaka muhtaç olmadıkları için ferdi yaşıyorlar. Yabani keçiler, kurtlardan muhafaza için, bir sürü teşkil ederler. Demek zaitlerin cemiyeti ve şahs-ı mânevisi kavi olduğu gibi, kavilerin cemiyeti ve şahs-ı mânevisi ise zaiftir. Bu sırra bir işaret-i latife ve zarif bir nükte-i Kur'aniyyedir ki ferman etmiş: "Ve kale nisvetün fi'l- medineh" (Yusuf, 12/30). Müenneslerin cemaatine iki katlı müennes olduğu halde, ["kadınlar" anlamına gelen "nisvetün" dişil bir isimdir. Ayrıca Arapça'da, çoğul isimler daima dişil olarak kabul edilir = müzekker fiili olan "kale" buyurması... Hem: "Kaleti'il a'râbu" (Hucu-rai,49/14) buyurmakla; müzekkerlerin cemaatine, müennes fiili olan "kâlet" tabiriyle, latifine işaret ediyor ki: Zaif, halim ve yumuşak kadınların cemiyeti kuvvetleşir, sertlik ve şiddet kesbedip bir nevi erkeklik kazanır. Müzekker fiilini iktiza ettiğinden: "Ve kale nisvetün" tabiriyle, gayet güzel düşmüş. Kavi erkekler ise, hususan bedevi a 'rab olması; kuvvetlerine güvendikleri için cemiyetleri zaif olup hem ihtiyarlık, hem yumuşaklık vaziyetini aldığından, bir nevi kadınlık hâsiyeti takındıkları için, müennes fiilini iktiza ettiğinden "Kalet'il arabu" müennes fiiliyle tabiri tam yerindedir." (Bediüzzaman, Lem'alar,153-54)

Bu inceliğin de başka bir dilde ifade edilmesi imkansız gibidir.

Arapça bir nahiv lisanıdır, yani bir takım kalıp, düstur ve kaidelere bağlı belagatlı bir dildir. Bu yüzden birkaç kelimeyle, satırlarca düşünceyi ifade etmek mümkündür. Mesela, "Elhamdülillah"ın nahiv ve beyan ilminin kaidelerine göre kısa bir meali şudur: "Ne kadar hamd ve medh varsa, bunlar kimden gelirse gelsin, kime karşı olursa olsun, ezelden ebede kadar, Allah'a, yani Zât-ı Vâcib-ül-Vücuda mahsustur ve layıktır. "Şimdi bu anlamların hangi kaidelerden çıkarıldığına bakalım: "Ne kadar hamd varsa" anlamı baştaki "el" kelimesinden çıkıyor. Bu "el" artikeli, Arapça'da genelleştirme gayesiyle kullanılır. "Kimden gelirse gelsin" anlamı, "hamd" kelimesi masdar halinde kullanıldığı, yani özne terk edildiği için ortaya çıkıyor. "Kime karşı olursa olsun" anlamı ise nesne belirtilmediği için ifade ediliyor. "Ezelden ebede kadar' anlamını veren şey ise, "elhamdülillah" tabirinin fiil değil isim cümlesi olmasıdır. Çünkü Arapça'da isim cümleleri sebat ve devamlılığı ifade eder. "Mahsustur" mânâsını "lillah"daki "lam-ı cer" ifade ediyor. Buradaki "lam" harfi ihtisas ve istihkak içindir. Zât-ı Vâcib-ül-Vücud kaydı ise Allah isminin, "Rahman", "Rezzak" gibi diğer bütün isimleri ihtiva ettiği ve Allah'ın vücudunun vacip olduğu, yani O'nun yokluğunu düşünmenin . imkansız olduğundan kaynaklanıyor. İşte "Elhamdülillah" cümlesinin en kısa ve Arapça uzmanları tarafından ortak olarak kabul edilen bir anlamı böyle olursa, başka bir dilde bütün bu nüanslar nasıl ifade edilebilir ki? Bu tür âyetlerin hakiki, yani eşdeğer tercümesi mümkün müdür? Elbette değildir. Olsa olsa, ya kısa bir meal yazılabilir veya âyetin her bir cümlesi için beş-altı satır tefsir yazmak gerekir.

Kur'an-ı Kerimin kelimeleri, mânâ bedeninin üzerine giydirilmiş elbiseler gibi değildir ki başka bir dilin elbiseleriyle değiştirilebilsin. Kur'an'da kelime ve mânâlar, cilt ve beden gibi birbirinden ayrılmaz. Şu halde Kur'an tercümelerinin, aslının yerini tutabileceğini iddia edenler, derisi soyulan birine elbise giydirenleri takdir edenler gibidir.


NOTLAR ve BİBLİYOGRAFYA
Bediüzzaman, (1986). Lem'alar. İstanbul
— (1989) Sözler, İstanbul,25.Söz, 1.şule —(1991) Mektubat İstanbul ss. 340- 390
— İşarat'ül İ'caz.
— Muhakemat.

Bozer, D. (1991). "Edebi Çeviri", Frankoloji. Beytepe:H.Ü.Yayınları.
Farb, P. (1974). Word Play. New York: knopt.
Demirezen, M. (1991). "Çeviride Kayıplar Sorunu". Çağdaş Çeviri Kuramları ve Uygulamaları Seminerinde Sunulan Bildiriler. Ankara, Beytepe: H.Ü., YDYO, MTB.
Göktürk, A. (1986) Çeviri: Dillerin Dili. İstanbul; Çağdaş Yayınları.
Leech, G.N.; Short, M.H. (1981). Style in Fiction, London: Longman.
Newmark, P. (1982). Approaches to Transaltion. Oxford: Pergamon Press Ltd.
— (1988). A Textbook of Translation. New York: Prentice Hall.
Senih, S. (1989). Kur'an'da Edebi Veche. İzmir: Nil A.Ş,
Straight, S. (1981). "Knowledge, Purpose, and Intuition: Three Dimensions in the Evaluation of Transiation" Translation Spectrurrj: Essays in Theory and Practice. Albany: State University of New York Press.
Şahin, M.A, (1990). Ölçü veya Yoldaki Işıklar, İzmir: TÖV Yayınevi.
The Norton Anlology of English Literatüre, (1969). Vol.2,New York.
Toury, G. (1980). In Search of a Theory of Translation. Tel Aviv. Porter Institute tor Poetics and Semiotics.
— (1985). "A Rationale for Descriptive Transiation"
The Manipulation of Literatüre. Edt. Teo Hermans. London: Croom Helm.
Wilss, G. (1982). The Science of Translation: Problems and Methods. Berlin: Narr Verlag Tübingen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder