Sayfalar

10 Haziran 2014 Salı

Kısa Mesaj Dili Türkçeyi Bozuyor mu?

Herhangi bir Avrupa şehrinde, karşımı­za çıkan insanlara “Kısa mesajlar dilinizi bo­zuyor mu?” diye bir soru sorsak, alacağımız cevap aşağı yukarı aynıdır: Evet! Türkiye’de olduğu gibi, Av­rupa ülkelerinde de dil ko­nusunda bir endişe hâkim­dir. Fransızlar başta olmak üzere İngilizce kullanan ülkeler hariç, bütün Avrupa ülkeleri, dillerinin İngilizce tarafından istila edilmekte olduğunu korku ve endişey­le izleyip tedbirler almaya çalışıyorlar. Dünya dillerini işgal eden İngilizceyi ana dili olarak konuşanların da, dil içi bozulma­larla benzer korku ve endişeleri var. Diğerleri İn­gilizcenin istilasına karşı tavır belirlemeye, halkı bilinçlendirmeye, meclis kararları alıp kanunlar çıkararak dili korumaya çalışırlarken; böyle bir sı­kıntısı olmayan İngilizler MSN ve SMS’de kullanı­lan yeni dilden şikâyet etmektedirler.
Avrupalı bilim adamları için bu endişe ve şikâ­yetler yepyeni bir araştırma alanı yaratmış; şim­dilerde bu korkunun yerli mi yersiz mi olduğunu tespit etmek için deneyler ve bilimsel çalışmalar yapmaya yönelmişlerdir. Bu çalışmalardan birisi de David Crystal’in txtng the gr8 db8 adlı kitabıdır.
Dünyanın bilişim çağı­na girmesiyle birlikte diller büyük bir değişim yaşama­ya başladı. Özellikle Genel Ağ (İnternet) ve cep telefonu mesajlarında kelimelerde ya­pılan kısaltmalarla yeni bir iletişim dili oluştu ve buna “kısa mesaj dili” adı verildi. Yeni ortaya çıkan bu dili, ki­mileri “mesajca” olarak ad­landırmayı tercih ederken kimileri de “MSN dili” veya “SMS dili” demeyi uygun buldu. Bütün dünyada oldu­ğu gibi, bizde de cep telefo­nu mesajlarında ve Genel Ağ yazışmalarında kelimelerin sesli harfleri atılarak sessiz harflerden oluşan ve bu iletişimi kullanan­ların rahatlıkla anlayabildiği yepyeni bir dil doğ­du. Gençler arasında, tek mesajda çok şey anlatma ve zamandan tasarruf gibi ekonomik bir kaygıdan doğan bu yeni uygulama, zamanla amacını aşarak, konuşma dilini bile bozmaya başladı.
Artık ülkemizde telefon kısa mesajı (SMS) ve Genel Ağ iletişimi (MSN) kullanan yeni neslin “merhaba” yerine “mrb”, “selam” yerine “slm” gibi kısaltmaları kullanmaları yadırganmaz bir hâle geldi. Bu yazışmalardaki ortak noktalar, her ikisinde de başta ve sondaki sesli harflerin kısmen korunması, ortadaki sesli harflerin atılmasıdır. Böylece ortaya kısaltılmış bir Türkçe çıkmaktadır. Aslında bunun bir dil olduğunu ileri sürmek doğ­ru olmaz. Belki, yalnız bu iki sistemde kullanılan “özel bir dil” denilebilir. Gerçi bu durumu yeni bir dil değil, Türkçenin yeni bir varyasyonu (çeşitle­mesi!) olarak nitelemek daha doğru bir adlandır­ma olacaktır. Çünkü Genel Ağ ve cep telefonunda iletişimi hızlandırmak amacıyla kelimeleri kısal­tarak kullanan öğrenciler, yazılı iletişimin diğer alanlarında ve sınav kâğıtlarında bu yola başvur­muyorlar. Yani oluşturulan yeni biçim standart dili doğrudan etkilemiyor. Buna rağmen İngilizcenin, Fransızcanın, Almancanın, Türkçenin bozulduğunu iddia edenler, görüşlerini ispatlamaya çalışırken radyo ve televizyonda kullanılan bozuk dilin yanına, önemli bir malzeme olarak bunu da ekliyorlar. Türkçede kısaltmalar yanında za­man zaman “v”nin yerini “w”nin aldığı da oluyor. Tabii ki bu özel durumda, SMS veya MSN dilinde kullanılan ve 29 harfli Türk alfabe­sinde olmayan bu harfin de gün­lük yazışmalara girdiği iddia edi­lemez. Ülkemizde kısa mesajların Türkçe üzerinde olumlu veya olumsuz etkisiyle ilgili henüz yapılmış bilimsel bir çalışma bulunmamasına rağmen, Türkçe konusunda duyarlı kesimler ve eğitimciler mesajlaşmadaki kısaltma­ları dili bozan sebeplerden birisi olarak görmekte ve tepkiyle karşılamaktadırlar. Bu kesimler, Türk­çenin Genel Ağ ve telefon mesajlarında da kural­lara uygun olarak kullanılması gerektiğinde ısrar etmektedir.
Buna karşılık, mesaj dilini kullanan ve suçlu görülen genç nesil, dilde bozulmadan bahsederek kendilerini suçlayan insanlara şu soruları yönelti­yorlar:
• “ç, ğ, ı, ş, ü” gibi Türkçe harfleri telefon şir­ketlerinin hâlâ çift karakter olarak ücretlendirdik­leri bir ortamda kelimeleri kısaltarak cebimizden çıkacak paradan tasarruf etme hakkımız yok mu? Bazen bir harf yüzünden ikinci kontörümüze göz diken telefon şirketine daha fazla para kazandır­mamak için kelimenin anlaşılırlığını bozmamak şartıyla bir veya birkaç sesli harfi atmanın, dile ne gibi bir zararı olabilir?
• Hızlı yaşadığımız ve zamana çok ihtiyaç duyduğumuz bu çağda, iletişimi daha da hızlan­dırmak hakkımız değil mi? Annelerimizin, babala­rımızın postanede telefon yazdırıp saatlerce bekle­diği, gönderilen bir mektuba en erken bir haftada cevap alındığı dönemler gerilerde kaldı. Birbiri­mizle kelimeleri kısaltarak da anlaşabildiğimize göre, neden elimizdeki imkânları sonuna kadar kullanıp paramızdan olduğu gibi, zamandan da tasarruf etmeyelim?
• İster mektup yazarak veya telefon ederek, ister Genel Ağ veya telefon mesajlarıyla muhatabı­mızla sorunsuz olarak anlaşabildiğimize göre, ile­tişimin nasıl yapıldığı üzerinde niçin duruluyor? Önemli olan anlaşmak değil mi?
Gençlerin bu tarz sorularını çoğaltmak müm­kündür. 1990’lı yıllarda başlayan bilgisayar ve cep telefonu, hayatı­mızın neredeyse ayrılmaz parça­ları oldu. Günümüzde bu aletleri kullanmayan, kullanma gereği duymayan genç, yok denilecek ka­dar az. Bugüne kadar cep telefonu almadığını ve kullanmayı da bil­mediğini söyleyenleri kınamasak da içimizde acıma hissi belirdi­ğini inkâr edemeyiz. Ülkemizde neredeyse nüfusumuz kadar cep telefonu kullanıldığı bir gerçektir. Okuma-yazmasından şüphe ettiği­miz bazı yaşlıların bile, zaman zaman cep telefonu taşıdıklarını ve kullandık­larını görmek bizi hem şaşırtıyor, hem de mutlu ediyor. Telefonun tuşlarını gözüne yaklaştırarak kısa mesaj yazan yaşlıların fotoğrafını çekmek ve gelişen teknolojiye ayak uydurabildikleri için teşekkür etmek istedi­ğim anlar olmuştur.
Şurası bir gerçek ki, millet olarak teknolojiyle son derece barışığız ve onu iyi kullanıyoruz. Ger­çi bazen lüzumsuz kullandığımızı ve zamanımızı boşa harcadığımızı da inkâr etmiyorum. Olur ol­maz her yerde, sınıflarda, ders esnasında bile öğ­rencilerin sıranın altında cep telefonuyla oynadık­ları, mesaj gönderip aldıkları, hatta kopya çekmeye teşebbüs ettikleri de biliniyor. Bu tür olumsuzluk­ları görünce telefona tamamen mesafeli durmak ve onu yasaklamaya kalkmak da mantıklı bir eylem olamaz.

Dünyada Dil Ölümlerinin Arttığı Bir Gerçektir

Gerçekten de Genel Ağ ve cep telefonu me­sajlarının yaygınlaşmasıyla insanlar arasındaki iletişim akıl almaz boyutlarda arttı ve hızlandı. “Mesaj çağı!” başlamadan önce bayramlar ve di­ğer özel günlerde birbirlerini hiç arayıp sormayan insanlar artık mesaj göndererek bu günleri hatır­lamaya başladı. 1990’larda yalnız dinî bayramlar­da eşe dosta 20-30 posta kartı gönderirken, günü­müzde onlarca kişiye telefon edip bir onlarcasına da Genel Ağ veya telefonla mesaj gönderiyoruz. Bu arada bayramların, kandillerin özellikle hazır kısa mesajlarla kutlanmasına öfkelenen ve ken­disine bu tür mesajlar gönderilmesinden rahatsız olan bir kesimin varlığı da inkâr edilemez. Buna rağmen dünyada her yıl, gittikçe artan sayıda cep telefonuyla kısa mesaj gönderiliyor. Bunda yaygın­laşan teknolojinin ucuzlaması ve şebekeler arasın­daki rekabetle kızışan kampanyalar da etkili oldu. 2008 yılında dünyada 2,3 trilyon telefon mesajı gönderildi. Bunun telefon şir­ketlerine kazandırdığı para, yaklaşık 60 milyar dolar (bk. Lily Huang’ın aşağıda belirti­len yazısı). Son yıllarda ortala­ma % 20’lik artışı göz önünde bulundurursak 2009 yılında gönderilen kısa mesaj sayısı 3 trilyona yaklaşacak. Kesin ra­kamı bilmemekle birlikte, ül­kemizde 2008 yılında 50 mil­yar dolayında telefon mesajı gönderildiğini tahmin ediyorum.
Bu yüksek rakamlar dünyada olduğu gibi, ister istemez bizim dilseverleri ve eğitimcileri de endişelendiriyor. Dolayısıyla onlar da "dil elden gidiyor" görüşünü ortaya atıyorlar.
Dünyada dil ölümlerinin arttığı bir gerçektir. Ölen dillerin iletişim dili olmaktan çıktığı ve konu­şan insan sayısının yüzleri, binleri aşmadığı gerçe­ğini göz ardı eden dilseverler, kendi dillerinin de öleceği varsayımından hareket edi­yorlar. Yazdıkları güncel kitap ve makalelerin neredeyse tamamında, dillerinin bozulduğu ve XXII. yüz­yıla ulaşamayacağı endişesini dile getiriyorlar. Oysa konuşan insan sayısı milyonları bulan dillerin yok olması gibi bir durum şimdilik söz konusu değildir. Son yıllarda dile duyarlı geniş kitleleri endişelendi­ren dilde yaşananlar ise, bir deği­şimden ibarettir. Bu değişimin yüz­yıllardır devam ettiğini, günümüzde olduğu gibi gelecekte de devam edeceğini düşünmek ve bilmek gerekir. Şimdiki bir değişim ve gelişim olarak gören bilinçli kesimler de hızla çoğalıyor. Eminim ki bu alanda yapılan bilimsel çalışmalar çoğaldıkça dile yaklaşımımız da duygusal olmak­tan çıkarak bilimsel zemine oturacaktır.

Yeni Bir Kavram, Dile Yeni İfadeler Katar

Türkçenin elden gitmediğini ve yaşananların normal bir gelişme olduğunu düşünenlerden Ekin Genç görüşlerini şöyle dile getiriyor:
“Bir dilin ifade alanı daralıyorsa, işte o zaman o dil bozuluyor demektir. Normal şartlarda, bir dilde kullanılan bazı kelimeler ve ifadeler zaman­la nasıl yok olursa, yeni kelimeler ve ifadeler de benzer şekilde dilde ortaya çıkar. Bundan 15-20 yıl önce doğmuş Türkçe konuşan insanların çoğu sözgelimi gırgır (alet olan) kelimesini anlamazken, modem kelimesini rahatlıkla anlayabilirler. Bu tamamen ihtiyaç meselesidir. Elinizde bir kavram vardır ve bu kav­ramın bir şekilde isimlendiril­mesi gerekir. Eğer o kavram artık elinizde değilse, o ifa­deye de ihtiyaç duymazsınız. Elinize yeni bir kavram geçer­se dile yeni bir ifade de katıla­cak demektir. Yeni ifadelerin ortaya çıkmasını engellemek, dili kısırlaştırmaktır. “Dil Denetçileri” denilen me­kanizmanın baskısı altında olanların, “neolojizm” yapması mümkün değildir; çünkü böyle bir şeyin dilde olmadığı ve bu ifadeyi kullanmanın dili boz­duğu iddia edilecektir. Bu sırada illa ki, bazı ke­limeler ve ifadeler de dilden düşecektir. Türkçeyi korumak isteyenlerin yapması gereken şey, her du­rumda Türkçeyi korumaya “çalışmamak”tır (Ekin Genç, “Bırakınız Yazsınlar, Bıra­kınız Konuşsunlar!”
Dünyanın pek çok ülkesinde, Genel Ağ ve cep telefonu mesajlaş­malarında daha da netleşen “yeni dil” kavramı tartışılıyor ve gerçek­leri ortaya çıkarmak için deneysel çalışmalar yapılıyor. Dil konusunu millî bir mesele olarak görüp duy­gusal yaklaşan ve birçok ülkede hız­la çoğalan “dil elden gidiyor”cular, kısa mesajla ilgili yersiz endişelere kapılıyorlar. Bu alanda deneyler ve bilimsel çalışmalar yaparak ta­mamen farklı sonuçlar elde eden İngiliz yazar ve dil bilimci David Crystal, yeni kitabında bu tür en­dişelere yer olmadığı tezini savunuyor.
David Crystal’ın yeni kitabı:txtng the gr8 db8
Türkiye’de sesli harfler atılarak yazılan cep te­lefonu mesajlarının olumlu veya olumsuz etkileri üzerinde bildiğim bilimsel bir araştırma bulunmu­yor. Oysa İngiltere’de dil bilimci David Crystal bu konuda deneylere dayalı önemli bir bilimsel ça­lışma ortaya koydu. Daha önce “Bir dilin ölümü, bir milletin ölümüdür” alt başlıklı Dillerin Katli isimli kitabı Türkçeye çevrilen (çev. Gökhan Cansız, Profil Yay., İstanbul, 2007) İngiliz dil bi­limci, yazar ve akademisyen David Crystal’ın dille ilgili çok sayıda eseri var. txtng the gr8 db8 adlı son kitabı 2008 yılında İngiltere’de yayımlan­dı ve henüz Türkçeye çevrilmedi. Kitabın adı, içeriğini çağrıştıracak biçimde kısa mesaj diliyle verilmiş. Anlamak için İngilizceyi iyi bilmek gerekiyor. Kısaltma yapılmasaydı adı “Texting: the Great Debate” ola­caktı. Yazar burada texting kelimesinin “e” ve “i” ünlüle­rini attığı gibi Great ve Deba­te kelimelerindeki “-ate” ses­leri yerine 8 yazarak kısaltma yapmış. İngilizce bilenler buradaki kısaltma mantığını hemen kavramış olacaklardır (her ikisinin de okunuşu ay­nıdır). Türkçede kelime için­deki ünlülerin atılmasına kar­şılık İngilizcede daha farklı uygulamalar bulunmaktadır. Bizde olmayan biçimde (ki istisnası “7=yedi”dir), harflerin yerine rakamlar kullanılabilmektedir. Mesela “for” yerine “4”, “straight” yerine “str8” gibi kısaltmalar yaygındır. Türkçede “vb., vs.” gibi kısaltmalarda rastladığımız gibi, kelimelerin ilk harfleri kullanılarak yapılan kısaltmalara İngilizler de çokça başvurur: “by the way” yerine “btw”, “in my humble opinion” yerine “imho” vs. Bazı keli­melerin yerini de “ve” anlamındaki “&” gibi sim­geler almıştır. David Crystal’ın kitabının adında da böyle bir kısaltma kullanılmıştır. Texting: the Gre­at Debate’in Türkçe karşılığı, Mesajlaşma: Büyük Tartışma’dır.
Kitap Türkçeye henüz çevrilmese de Türk ba­sınında hakkında birkaç yazı çıkmış, Newsweek Türkiye’nin 9 Kasım 2008 tarihli sayısında Lily Hu­ang imzalı “İngilizcenin Ölümü” başlıklı bir maka­le yayımlanmıştır. Bu makaleden öğrendiğimize göre, kitap, her ay 6 milyar telefon mesajının gön­derildiği İngiltere’de, kısa mesaj diliyle ilgili tartış­maları irdelemekte ve yazarın deneysel çalışmala­rının sonucunu vermektedir. Kitabın yazarı David Crystal, İngiltere’de hızla artan, kısa mesaj dilinde, yaygınlaşmaya başlayan adıyla “mesajca”da sesli-sessiz harfler ve noktalama işaretlerinin eksildiği, harfler ve rakamlar arasında ayrım yapılmadığı için insanların iletişim kurmayı unutacakları endişesine cevap vermektedir. Kitap, “Kısa mesaj, yeterince okuma yazma bilmeyen nesiller mi yaratacak? Bu, İngiliz dilinin ölümü olabilir mi? (OMG! Oh my god! / Aman Allah’ım!)” gibi sorulara da, cevap vermekte­dir.
İngiltere’de de Türkiye’de olduğu gibi, dil bilimciler değil, öğrencilerin ödevlerindeki saçma yazıları kırmızıyla çizen lise öğ­retmenleri ve ahlaki görevlerinin gramer kitabı yazmak oldu­ğunu düşünen bazı evhamlı vatandaşlar İngiliz dilinin öleceği konusunda alarm ve­riyorlar. Bu sonuncu kitle dik­kat çekici. Aralarında kimler yok ki: Mesela mesajlaşmayı “Vandallık” olarak değerlen­diren, İngiltere’nin tanınmış televizyon habercisi John Humphrys ve mesajlaşmak­tan hiç kısaltmasız yazacak kadar zevk alan Lynne Truss gibi…
David Crystal’in kitabı iki önemli noktaya parmak basıyor:
1. Mesajca insanların sandığı kadar şeytan işi değil.
2. Aslında kısa mesaj gençlerin daha iyi ileti­şim kurmasını sağlıyor.
Crystal birinci noktayı gerçek dil bilimsel kanıtlarla açıklıyor. Önce kısa mesaj dilinin (pik­tograflar; yani imgeresimler, sözcüklerin baş harf­lerinden üretilmiş kısa adlar ya da akronimler, kı­saltmalar gibi) belirleyici ögelerini inceliyor. Sonra eski Mısır’dan XX. yüzyıl yayınlarına kadar dil bilimsel uygulamalarda benzer örnekleri tespit ediyor.
Türkiye’de olduğu gibi İngiltere’de de “me­sajcaya hayır” diyenlerin tahribat olarak gördüğü kısaltmalara, Crystal “dilde gelişme” diyor ve ev­rim olarak niteliyor. Crystal’in (hepimizi) şaşırtan değerlendirmeleri şöyle:
“Dil bilimciler kısa mesaj yazma curcunasına odaklandıklarında, araştırmacılar da kısa mesajın etkilerini deneylerle incelemeye başladı. Sonuçlar genel kanıyı çürüttü. Geçen sene İngiltere’de yapı­lan bir deneyde, kısa mesaj yazan ve çok kısaltma kullanan çocuklar, okuma ve kelime haznesi testin­de yüksek başarı elde etti. Aslında, kısaltma yap­mada uzmanlaştıkça, imla ve yazımda da daha iyi oldular. Kısa mesaj yazımı her ne kadar okuryazar­lığın gelişmesi için araç olmaktan uzak görünse de, bu konuda destekleyici işlevi olduğu söylenebilir. Bu, ebeveynlerin bebekleriyle yaptıkları anlamsız konuşmalar veya çocuklarına kitap okumalarıyla benzer etkiye sahip: Çocuk, anlamlı-anlamsız, dile ne kadar maruz kalırsa, sözsel yeteneği o oranda artıyor.”
Crystal, araştırmaları sonucunda çok önemli iki tespit yapıyor:
Kısaltılmış kelimeleri etkili biçimde yazabil­mek ve onlarla oynayabilmek için önce dilinizin seslerinin harflerle ilişkisi hakkında bir algıya sa­hip olmanız gerekir. Kısa mesaj yazanlar bu algıya sahiptir.
Sınavlarda en yüksek notları alan çocuklar, cep telefonuna en önce sahip olanlardır.
Yazarın şu cümleleri de kısa mesaj hakkındaki yaygın kanaatlerin doğru olmadığını ortaya koyu­yor: “Elektronik iletişim kendine özgü bir dikkat­sizlik yaratsa da bu, akademik dildeki veya gazete­cilerin yaptığı kısaltmalardaki dikkatsizlikten kötü olamaz. Kısa mesaj, kesinlikle aptallığa yol açmı­yor. İngiltere’de metin-şiir rekabetinin galiplerine bakıldığında, metin yazmanın gücünün ardında yenilik tutkusu olduğu, dil bilimsel tembellik ol­madığı anlaşılır.” Crystal, elektronik iletişimin “yazıya yeniden bir yaratıcı ruh sunduğunu” söy­lüyor. Tıpkı tabuları yıkan Shakespeare’in yaptığı gibi… (bk. Huang’ın yazısı).

Dilin İnceliklerini Öğrenme Sürecini Hızlandırmak

Toplumun özellikle genç kesimi Genel Ağ ve cep telefonu sayesinde şimdi daha çok yazı yazı­yor. Çok yazı yazmak, dilin inceliklerini öğrenme sürecini hızlandırır. Bir dil ne kadar çok yazılırsa, o kadar işlenir ve gelişir. Diğer diller gibi Türkçe de bilişim çağında Genel Ağ ve cep telefonu üze­rinden daha çok yazılıyor. “Eskiden mektup yazar­dık, bayramlarda posta kartı atardık” diyenlerin hayıflanmasına ve üzülmesine gerek yok. Onlar, nostalji (geçmişe özlem) olsun diye hâlâ mektup yazıp posta kartı atabilirler. Artık dünyanın hızla değiştiğini fark etmemiz ve bilişim çağına ayak uy­durmamız gerekiyor. Dünyanın değişmesiyle ha­berleşme biçimi de değişti. Telefonla konuşmanın pahalı olduğunu bilen insanlar ya bilgisayarının başına oturup uzun veya kısa e-postalar yazıyor ya da cep telefonunun tuşlarına hızla basarak kısa mesaj gönderiyor. Haberleşmede bir azalma, kısıt­lanma olduğunu söylenemez. Mesajlarda mektu­bun veya posta kartının sıcaklığını bulamayanlar belki de çağa ayak uyduramayanlardır.
David Crystal, anılan kitabında çok önemli sonuçlar ortaya koyuyor. İnsanlar herhangi bir de­neye veya bilimsel çalışmaya değil, gözlemleri so­nucu elde ettikleri düşüncelerinin doğru olduğuna inanıyor. Hâlbuki, devrinden şikâyet ve geçmişe özlem, insanlığın asırlardır süren ortak vasfı değil midir? Yaşadığımız şartlardan her zaman şikâyet ediyoruz ve geçmişi özlüyoruz. Özlediğimiz geç­mişi, günümüzle nesnel olarak karşılaştırma im­kânımız yok. Böyle bir arayışın içinde de değiliz. Crystal, araştırmaları sonucunda kısa mesaj yazan gençlerin daha kolay iletişim kurduğunu söylüyor. Yazar, şimdiye kadar yanlış bildiğimiz veya inan­dığımızın aksine, cep telefonuna erken yaşta sahip olan çocukların dil gelişiminin daha hızlı olduğu­nu, kelime haznelerinin genişlediğini ve derslerde yüksek not aldıklarını da ortaya koyuyor.
Velhasıl, dilseverlerin endişelenmelerine ge­rek yok. Genel Ağ veya telefon mesajlarında sesli harfleri atarak kısaltma yapanlar, dili bozmuyor­lar. Aksine bireysel olarak kendi dillerini geliştiri­yor ve dilin daha yoğun biçimde kullanılarak öm­rünün uzamasına katkıda bulunuyorlar.
Türkçe için hiç endişelenmeyin. İki yüz mil­yon insanın kullandığı bir dilin öleceği endişesini taşımak, bilim insanlarını güldürüyor. Siz gururla Türkçe okuyup yazmaya devam edin yeter ki! Son yıllarda dile duyarlı geniş kitleleri endişelendiren dilde yaşananlar ise bir değişimden ibarettir. Bu değişimin yüzyıllardır devam ettiğini, günümüz­de olduğu gibi gelecekte de devam edeceğini dü­şünmek ve bilmek gerekir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder