“Düşkü”, “yapıntı” gibi “özel imalât kelimeler”in Türkçe karşılıklarını aramak, insanı okuduğu metinden koparıyor. Bu durumda yazar veya tercümeyi yapan kişi -istemeden de olsa- “Türkçe’yle bilim yapılmaz!” kanaatinin yaygınlaşmasına yardım etmiş oluyor.
Hobi olarak isimlendirdiğimiz amatör meşguliyetler, belki de gerçek mesleğimize dönüş yolunda yaptığımız anlamlı faaliyetlerdir. Kim bilebilir? Kaçımız gerçek mesleğimizi seçebilme şansına sahibiz ki? Bana kalırsa insanın, o işi yapmak için yaratıldığı bir mesleği icra ediyor olması, nimet ve lütufların en büyüklerinden biridir. Öyle bir lütuf ki çoğumuz, sevdiğimiz ve gönül verdiğimiz işi yaptığımızı sandığımız halde kendimizi aldatıyor bile olabiliriz; meslek seçimi galiba evlilik gibidir, nasibimiz nisbetinde araştırma yapıp sebebe yöneldikten sonra bahtımıza çıkanı benimser ve onunla mutlu oluruz.
Düşkülerinizi en son ne zaman düşlemiştiniz?
Ama evvela bir kavram araştırması yapalım: “Hobi” deyip geçtik; peki bu kelimenin Türkçesi nedir? “Bir insanın asıl mesleğine ilaveten amatör bir gayretle ve sadece zevk için sürdürdüğü ikinci meşgale” manasına gelen Türkçe bir kelime hatırlıyor musunuz? Ben hatırlamıyorum; bizde “birden fazla sahada veya ilimde hüner sahibi olan kişi” manasına gelen bir “hezar-fen” tâbiri vardır ki, anlam itibariyle hobi’yi karşılamaktan uzaktır. “Meraklı” kavramı, olsa olsa “amatör” manasına gelir ki, kelimenin “her işe burnunu sokan” anlamı, daha yaygın bir kullanılış alanına sahip. “Meşgale” olmaz; “hususî zevk” karşılamaz; kısacası, düşünebildiğim kadarıyla “hobby”i, anlam itibariyle Türkçe’de tek kelimeyle karşılayan bir kelime yok. Peki, dün veya bugün bizim gündelik hayatımızda “hobby” olarak nitelenen paralel meşgaleler yok muydu? Elbette vardı ama galiba çiçek yetiştirmek, bir şey biriktirmek, ince marangozlukla veya musiki ile uğraşmak gibi faaliyetlerin hepsini birden niteleyecek bir isim koymakta ihmâl göstermiştik.
Ama bir dakika, bilgisayarımın sözlüğü “hobby” kelimesine ilginç bir karşılık veriyor: Düşkü! Düşkü? Acaba üzerine çok düşülen şey mi? “Düş” kelimesini genellikle rüya ile irtibatlarız; siz hiç “benim en büyük düşküm, karasakız plak toplamaktır” diye bir cümle duydunuz mu?
Dil Kurumu’nun çaresizliği
Belki konu dışına çıkacağız ama yeridir. Modern hayat, kelimelerin, kavramların, âletlerin, fonksiyonların ve her nevi bilginin hızla hareket ettiği, bir çırpıda dünyayı dolanıverdiği bir tempoda cereyan ediyor; bu durumda elbette âlete, kuruma veya kavrama isim veren kültürün kelimeleri daha çok tekrarlanıyor ve bu gibi kelimelere her zaman tek kelimelik bir karşılık bulabilmek mümkün olmuyor. Bizde Türk Dil Kurumu, özellikle teknojik yenilikler aracılığı ile sınırlarımızı devirerek anlam dünyamıza giren kelimelere karşılık üretmeye gayret gösteriyorsa da, bu istilânın hızına yetişebilmesi neredeyse imkânsız. Meselâ “fax” cihazı yerine teklif edilen “belgegeçer” karşılığı tutmadı. Bugünlerde fax, internetin pratikliği sebebiyle eskiyen bir teknoloji haline gelmiş olsa bile hâlâ “fax” ismiyle biliniyor ve kullanılıyor. Belgegeçer dört hecelik bir kelime, üstelik tam ortasında “ge” hecesinin iki defa tekrarıyla meydana gelen kakafonik bir ses tınısı var; belki de bu yüzden belgegeçer başarısız bir teklif olarak hatırlanacaktır. Hobi’yi birkaç kelimeyle tarif edip anlatmak mümkün ama insanlar konuşurken bu gibi kavramları tek, hatta kısa bir kelimeyle kullanmayı tercih ediyorlar. İsim, tercihen tek kelime olmalıdır; aksi takdirde iki veya daha fazla kelimeden oluşan karşılıklar tek kelimelik isme yenik düşeceklerdir. Türkçe’nin İngilizce karşısında hergün defalarca yenilgiye uğramasının başlıca sebebi işte budur.
Didindik ama nafile
Teknoloji üretemeyip onunla sadece kullanıcı sıfatıyla yüzyüze geldiğimiz için isim koyma hakkımızı kaybediyoruz. Bu biraz da bir başkasının evlâdını, ismi hoşumuza gitmediği için bir başka isimle çağırmaya benzer. Türk Dil Kurumu, daha tâ başında yabancı dillerden teknolojik transfer yoluyla gelen saldırılara göğüs germesi gerektiği halde, yüzyıllardır Türkçeleştirdiğimiz Arapça ve Farsça asıllı kelimelere musallat olarak onlara yeni karşılık vermeye çabaladı durdu. Yine de Dil Kurumu’nun kısmen başarıya ulaştığını kaydedelim; matematik ve geometri terimlerinde, “açı, açıortay, kenar, üçgen, dik, çember, kare, bölü, düzlem, uzay, çarpı, artı, eksi vb” gibi karşılıklar artık yerleşmiştir; teknolojik yenilikler bünyesinde gelen yeni kavramlarda da kısmi başarılar sağlandı: Ne yazık ki, “bilgisayar, yazılım, fare, minder, iletişim, bilişim, ağ, im, yükleme, yenileme, kırma, bağlantı” gibi örnekler sayıca artmadı; artması mümkün değildi çünkü sadece bilgisayar ve internet teknolojisi bile yüzlerce (üstelik yakın zamanlarda o teknolojiyi yapanlar tarafından uydurulmuş) İngilizce kelimenin Türkçe’ye girmesine sebep oldu. Teknoloji yarışına ayak uydurmakta gösterdiğimiz zaafiyet, teknoloji tabirlerinde de hissedildi. Örnek ister misiniz? Telefon, kablo, otomat, robot, numaratör (o bile eskidi, artık “counter” deniliyor), klavye, ekran, hard disk, disk, walkmen, adaptör, digital, buton, flaman, conta, karter, egzoz, distribütör, batarya, direksiyon, jant, buji vb...
En iyisi orijinal kelimeyi kullanmak olabilir mi?
Eğri oturup doğru konuşalım; bir teknolojiyi satın almak, o teknolojinin kavramlarını da doğru ve elbette yerinde kullanmayı gerektirir; doğru kullanım için en seri ve kesin çözüm, o teknolojiyle birlikte gelen kavramları tercih etmektir. Yukarıda çok cüz’i bir kısmını misallendirdiğim kelimeleri Türkçeleştirmek için artık çok geç; buji bujidir, jant da jant. Sadece teknolojiyle kalsa iyi fakat batı kaynaklı bilimlerde de aynı problemle karşı karşıya kalmaktayız. Sosyal bilimlerde kısmen daha iyi durumdayız ama mesele, sosyolojiyi “toplumbilim” yapmakla çözülmüyor; sosyal bilimlerde, özellikle felsefe sahasında Türkçe’ye tercüme edilen metinleri,
a- Esasen Türkçe’yi etraflı ve yüksek anlamlar ihtiva eden bir metni kaldırabilecek altyapıdan mahrum kıldığımız ve zaafa uğrattığımız,
b- O bilim dalında sıkça kullanılan temel kavram ve terimleri “illâ ki Türkçe karşılık bulmalıyız” inadıyla ve tercüme eden kişiden başka kimsenin anlamadığı özel karşılıklarla göğüslemek endişesiyle değiştirdiğimiz için anlayamaz hale gelmiş bulunuyoruz.
Problem o kadar büyük ve vahim hale geldi ki, “dialektik” kelimesini “eytişim”le karşılamak yerine İngilizce’deki haliyle kullanmanın daha doğru olduğunu düşünmeye başladım. Sebebi şu: En azından İngilizce bir sözlüğe baktığımızda “dialectic” kelimesinin tarifini ve ne manaya geldiğini bulabilme şansına sahibiz ama aynı kelimenin “özel imalât” Türkçe karşılıklarını bulmak, bazen insanın sabrını zorluyor ve insan okuduğu metinden kopup gidiveriyor. Bu durumda tercümeyi yapan kişi, aslında öyle niyet etmesine rağmen Türkçe’ye hizmet etmiş, onu savunmuş olmuyor, tam aksine şu kanaatin yaygınlaşmasına -istemeden de olsa- yardım etmektedir: “Türkçe’yle bilim yapılmaz!”
Birkaç örnek vermek isterim; “yapıntı” kelimesinin anlamı nedir meselâ; acaba “zahirî” manasına gelen “fictiv” midir, yoksa “imâl olunmuş, mâmul” demek olan “made” midir? Ne yazık ki karşılığı malûm ve mâruf olmayan çok sayıda kelime, “çeviri Türkçesi” dediğimiz alanda anlam bulanıklığını yoğunlaştırıyor. Bu noktada ister istemez, metnin orijinalinde müellifin hangi kavramı kullandığını merak ediyoruz ve bu merak bir adım sonrasında Türkçe’den soğumamıza yol açıyor. Bir metni okurken anadilinize güvenemezseniz ne yapabilirsiniz ki? Türkçe karşılık uydurmak, zannedildiği kadar kolay değil zira bugünün Türkçesi, yapı itibariyle İngilizce’nin nüans zenginliği ile boy ölçüşmek kabiliyetinden mahrum bırakıldı. Eski Türkçe’yle yani, Osmanlıca ile tercümede mütekabiliyet sağlanabiliyordu halbuki.
Kelimeler bayrak gibidir
Halbuki “hobby”den bahsediyorduk ve diyorduk ki, belki de hobi diye bildiğimiz ve sevdiğimiz şeyler, fıtratımızda saklı duran asıl mesleğimizin ruha aksetmiş bir yansımasından ibarettir; öyledir çünkü hobilerimizi seçerken gönlümüzle hareket ederiz, geçim endişesi, “ne derler” baskısı yaşamayız. Hobi, zevk değil meslektir belki de. İşte bu meseleyi ağız tadıyla irdeleyemeden, kelimenin Türkçe karşılığına takılıp kalmak bizim kaderimiz; anlama sahip olmak yetmiyor, anlamı temsil eden sembole de sahip olmak lâzım; bayrak gibi, kelimeler bayrak gibidir. Bez parçası deyip geçemeyiz. Onlar hem sembol, hem sembolün ardındaki mana olarak düşüncemizi idare eder ve yönlendirirler veya şahit olduğunuz üzere düşünceyi sekteye uğratırlar.
Ve siz, “hobby”nizle meşgulken, aslında hangi anlam dünyasına ait bir faaliyette bulunduğunuzu önemsemez misiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder