Sayfalar

4 Temmuz 2014 Cuma

Dile Her Yıl Bayram

İskender Pala.
Her yıl dil bayramı kutluyoruz… Her yıl buruk geçiyor bu bayram, tartışmalı geçiyor. Dilin gittiği çizgiye bakanlar doğrusu gelecek için pek umutlu değiller.
Eskiler, “Dil insanın yarısıdır.” derlermiş. Şimdi dil insanın tamamı oldu. İnsanlar sözün gücüne ve kendilerini ifadeye artık eskisinden daha çok muhtaçlar. Dünyanın yöneldiği yerde kendini ifade başarısı duruyor çünki.
Son çeyrek yüzyılda yazarların, Türkçenin müdafaasını konu alan bütün yazıları bir araya getirilse, herhalde ülkemizin sınırları kitap ve gazete satırlarıyla çizilebilir, bu konudaki cümleler coğrafyamızı kuşatırdı. Ne var ki aynı konuda duyarlı olması gereken insanları bir arpa boyu bile yerlerinden kımıldatmak mümkün olmuyor. Televizyonlar, eğitimciler, tiyatrolar, yabancı film seslendirmeleri, gazeteler, popüler kitap ve magazin yazarları, devletin resmi ve gayriresmî bir yığın kurumunun üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi.
Bazı okuyucularım hatırlarlar, eskiden Türkçe hataları üzerine küçük dikkatler çeker, Türk dilini güzel konuşmak veya yazmak isteyenlere yol göstermeye çalışırdım. Bu dönemde insanlar çevremden birdenbire uzaklaştılar. Sanki ben onların konuşmalarında geçen hataları gazete köşelerinde ifşa edecekmişim gibi. En acısı da bir avukat dostum, Türkçe hatalarını nazikçe kendisine söylediğimde bana gücenmiş ve: “Ne yapalım, biz edebiyatçı değiliz.” demişti. Toplumun göz önünde tuttuğu bu mesleklerin en münevver adamları bile ana dilini güzel konuşup yazmayı edebiyat sanıyorlar. Onların dili düzgün kullanmayı kültürün en üst basamağı olarak algılamaları çıldırtır insanı. Oysa bir öğretmen ister tarih okutsun, ister fizik, dili fevkalade güzel kullanmak zorundadır. Bir siyasetçinin seçmenine kendini anlatamaması kadar elîm ne olabilir? Dil şuuru asla edebiyat demek değildir ki! Varsayalım öyle olsun, edebiyat yalnızca Türkçe öğretmenlerine mi lazımdır? Bir mühendis niçin roman okumaz? Bir kasabın şiirden anlaması çok mu garip olur? Güzel deneme yazan bir marangozu ne zaman yetiştireceğiz?
Bizce edebiyat bir ilim dalı olmaktan ziyade bir tarz–ı hayattır. Edebiyatı özel bir eğitimin akademik sınırlarına hapsettiğimiz içindir ki aydın sınıfından addedilen bunca insan dilimizin kanunlarını hiçe sayıyor, destursuz girdikleri dil bağında paldır küldür bostan çiğniyorlar.
Üzüldüğümüz, kelimelerin söyleniş ve yazılışları, cümlelerin kuruluşları, noktalama işaretlerinin yerli yersiz kullanımı, ata sözlerinin, deyimlerin, ünlü beyitlerin, meşhur müfretlerin bozuk düzen tekrarlanıp durması. Radyolar, ekranlar, sahneler birer külhanbeyi kahvesine dönmüş vaziyette. Tüyler ürpertici hatalar ve insanı çıldırtan kullanımlar... Sokaklarda konuşulan dilin Türkçe olduğundan şüpheye düşmek, tabela ve tanıtım levhalarında yerlilik duygusunu yitirmek, turistik beldelerde hakiki bir turist gibi kalmak... Dil duyarlılığı olan biri için bunlar birer işkence.
Türkçenin kişilik sahibi bir dil olarak ayakta kalabilmesi için insanımızın okuması, okuma sevgisini kazanması; yazarlarımızın da yazması, Türkçe ile güzel eserler yazması gerekir. Ta ki gençlerimizi televizyonlardaki pembe dizilerin tercüme Türkçesinden, sokak ve bilardo salonu ağzından kurtarabilelim. Üniversitelerin kantinleri yerine kütüphanelerinin dolduğu veya kitapçı vitrinlerini tercüme kitaplardan çok Türk yazarların seçkin eserleri aldığı gün, Türkçe, yemek üstü konuşulan sade kahve konularından biri olmaktan çıkacak ve benliğini kazanacaktır. Yoksa yakında dil bayramı yerine her yıl dil matemi yapacağız.
Tarıhın dıpnotlari:
Dil devrimi...
Dil devrimi, bu devrimle birlikte dilde baş gösteren değişimin bir gelişme mi yoksa bir daralma mı olduğu, dil üzerinden üretilen politikalardaki karşıtlıklar vs. ülkemizde yılan hikayesine döndürülmüş bir inatlaşma olarak hâlâ süre gelmektedir. Yazık ki siyasetten en ziyade arındırılmış olması gereken kurumumuz siyasetin tam da merkezinde tutuluyor.
Tuğrul Şavkay “Dil Devrimi” adlı çalışmasında yıllardır tartışılan bu devrimin, daha başlangıçta teknik bir proje olmaktan öte siyasi bir proje olarak vizyona sürüldüğünü anlatıyor, deliller getiriyor ve “Kemalistlerin bütün güçleriyle savunduğu Dil Devrimi, (…) basit bir dilin özleştirilmesi olayının çok ötesinde, bir siyasi anlayışın vazgeçilmez bir parçası olarak, Türk siyasi tarihinde yer almış önemli bir projedir. (s.101)” sonucuna varıyor.
Bu çalışma bir kez daha gösteriyor ki dilimizin artık siyasetten arındırılması gerekiyor.
Berceste:
Atılmışım iki lâyefhemin meyânesine
Zemîne anlatamam âsumâne anlatamam
Muallim Naci
(İki anlayışsız arasında kaldım; ne yere anlatabiliyorum derdimi, ne göğe!..)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder