Sayfalar

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Halk Diline Girmiş Arapça ve Farsça Kelimeler

Karşı düşünenlerden bazıları diyorlar ki: “Siz, Osmanlı dilindeki ve kelimelerden yakınıyorsunuz. Oysa ki, halk dilinde de, bu dillere ait birçok kelimeler vardır.”
Gerçekten, halkın konuşma dilinde de arapçadan alanmış birçok kelimeler vardır. Fakat halkın konuşma diline almış olduğu bu kelimeler, üst tabakaya mensup bilginlerle yazarların Osmanlı diline almış olduğu arapça ve farsça kelimelerden iki yönden farklıdır.
Birincisi, halk dilinde eş anlamlı kelimeler yoktur. Halk, arapçadan ve farsçadan bir kelime aldığı zaman, onun eş anlamlısı olan Türkçe kelimeyi Türkçüden büsbütün atar: böylelikle dilde eş anlamlı kelimeler kalmaz. Mesela, halk hasta kelimesini alınca şayru sözünü ayna kelimesini alınca gözgü sözünün merdiven kelimesini alınca baskıç sözünü tümüyle unutmuştur.

Gerçi bazen halkın, arapçadan ve farsçadan aldığı kelimeler yanında, eski Türkçelerini de koruduğu görülüyor. Fakat, bu durumda da yine eş anlamlı kelimeler ortaya çıkmaz çünkü, arapçadan ve farsçadan alınan kelimenin, veya eski Türkçe kelimenin anlamında bir değişiklik meydana gelerek, ikisi arasındaki eş anlamlılık ortadan kalkar. Mesela, siyah ve beyaz kelimeleri alındıktan sonra, kara ve ak kelimeleri Türkçe‘de kalmış. Fakat ne siyah kelimesini kara kelimesinin, ne de beyaz kelimesini ak kelimesinin eş anlamlısı sayamayız. Çünkü, halk siyahla beyazı maddiyatta, kara ile akı maneviyatta kullanıyor. Mesela, siyah yüzlü bir adamın alnı ak olabilir. Beyaz çehreli bir adamın yüzü kara çıkabilir.
Bazen de halkın arapçadan ve farsçadan aldığı kelimelerin Türkçe‘si zaten olmadığı için eş anlamlılığa hiçbir neden bulunmaz. Abdest, namaz, Kur’an, cami ezan kelimeleri gibi.
Bilginlere ve edebiyatçılara gelince, bunlar hem Türkçe kelimeleri, hem de bunların arapça ve farsça karşılıklarını tamamen aynı anlamda kullanırlar. Böylece onların Türkçe‘sinde, her özel anlam için, bir Türkçe, biri arapça ve biri acemce olmak üzere en az üç söz vardır. Mesela, su, ab, ma, gece, şeb, leyh, ekmek, nan, hubz, et guşt, lahm, gibi Osmanlı dilinde, mutlaka her anlak için üçer eş anlamlıdan oluşan böyle bir teslis(üçleme) vardır: bazı anlamların arapçada birçok karşılıkları bulunduğu için, bu gibi anlamların eş anlamlıları doğal olarak, üçten fazla bulunur: Arslan, şir, esed, gazagver, haydar, zırgam v.b. gibi.
İkinci olarak, halk arapçadan, farsçadan ve diğer yabancı dillerden aldığı kelimeleri ay söyleniş yahut anlam bakımından bozar, yani kendine mal eder.
Söyleyiş bakımından bozmaya örnek: “Haste, hasta”, “hefte : hafta”, “nerdüban : merdiven”, “çarcube : çerçeve”, “gavga : kavga”, ” bekre : makara”, “zukak: sokak”, “pare : para”.
Anlam bakımından bozmağa örnek “Haste” kelimesi farsçada “birisi tarafından yaralanmış” anlamında iken. Türkçe‘de “mariz” karşılığı olarak kullanılmıştır. “Şafak” kelimesi arapçada “batı ufkunun akşam kızıllığı” anlamında iken, Türkçe‘de “doğu ufkunun sabah kızıllığı” anlamını almıştır: “Şafak sökmek” deyiminde olduğu gibi. Farsçada “hace” kelimesi “efendi” anlamındadır. Bu kelime Türkçe de, hem söyleyişini değiştirerek “hoca” şeklini almış ve hem de anlamını değiştirerek “halk fıkıh bilgini” ve “Okul öğretmeni” anlamlarını almıştır. Farsça “bazar” kelimesi, “b” ile söylenir ve “çarşı” anlamına gelen bir kelime iken, Türkçe‘de “p” ile söylenen ve hem cumartesiden sonar gelen günün adı, hem de belirli günlerde belirli yerlerde kurulan günlük panayır demek olan “Pazar” şekline girmiştir. “pazarlık” kelimesi de, bu son biçimden doğmuştur.
“Pare” kelimesi farsçada “kısım, parça” anlamında iken, Türkçe‘de “para” şeklini almakla beraber, “alışveriş” aracı olan madeni veya kağıt para anlamını almıştır.
Bazı kelimeler, görünüşte, eski anlamını korumuştur. Fakat bu kelime ile yapılan tamlamalar incelenirse bu gibi kelimelerde de anlamca farkına varılması güç değişiklikler meydana geldiği anlaşılır: Mesela, “abdest” kelimesi ve anlamca değişmemiş görünür. Oysa ki, bu kelimenin başındaki “a” harfi uzunluğunu kaybettiği gibi, sonundaki “t” harfi de konuşma dilinde düşmüştür. Bundan başka, “büyük aptes” ve “küçük aptes” gibi tamlamalar gösteriyor ki, anlamca da bir değişikliğe uğramıştır.
Demek ki, halk, aldığı kelimeleri kendisine mal ediyor. Öncelikle “her anlamın yalnız bir kelimesi olmalıdır” ilkesine uyarak, eş anlamlıları kabul etmiyor. Ve ’i, her kelimesi görevi belli bir organ niteliğinde bulunan, gerçek bir organizma biçiminde koruyor. Tabii, bu işi halk bilerek ve düşünerek yapmıyor; tabii bir içgüdü ile bilinçsiz bir biçimde yapıyor. Halk dilindeki, her kelimenin, mutlaka, diğer kelimelerden ayrı bir anlamı vardır. Ve halkın düşünce alanına girmiş olan, fikir ve hisle ilgili her anlamın da mutlaka bir kelimesi vardır.
Bilginlere ve edebiyatçılara gelince; bunlar halkın kendisine mal etmek için yaptığı ve değişiklikleri, bozma saymışlar ve halkın arapça ve farsça kelimeleri gerek söyleyiş, gerek anlam bakımından değiştirerek meydana çıkardığı kelimelere bozulmuş kelimeler (Galatat) adanı vermişlerdir. Bilginlerin bozulmuş kelimeler, adıyla yazılmış kitapları incelenirse, görülür ki, onlara göre kelimelerin doğruluğu (fasahat) arapça ve farsça kelimeleri Türkçe‘de aldıkları biçimlerde değil, gerçekte ait oldukları dildeki eski biçimlerinde kullanmaktır. Bu görüşe göre, Osmanlıca’nın hiçbir bağımsızlığı hiçbir kelime mal etme yetkisi yoktur. Daima kelimeler, gerek söyleniş gerek anlam bakımından eski biçimlerine dönüştürülmesi hatta kelimelerin yazımları da mutlaka bu eski biçimlerine göre yazılmalıdır. Bu görüşün daha iyi anlaşılması için, bir olayı örnek olarak anlatacağım.
Bir zaman, üniversitede, felsefe terimlerini belirlemek için ilmi bir komisyon kurulmuştu. Bu komisyonda kelime bilgilerinden biri “dikkat” kelimesinin “attention” karşılığı olmayacağını iler sürdü: Güya “dikkat” kelimesi, “dakik:ince” sıfatından türediği için, “incelik” anlamında imiş.
Bu iddiaya karşı: “incelik” kelimesi varken, bu anlama gelen “dikkat” kelimesine gerek yoktur. Fakat, halkın kullandığı anlamda olmak üzere de “bu kelime dilimizin atılması mümkün olmayan en gerekli bir unsuru olmuştur” denildi. Fakat itiraz eden kabul etmedi: “Dikkat kelimesi, daima (incelik) anlamında kalacaktır. Halkın kullandığı tabirleri, bilim kabul edemez. Doğru olan kelimeler kelimelerin eski biçimleridir. Kelimelerin gerçek anlamları kullanılışla değil, köküne bakarak bilinir. Buna göre (attention) kelimesine başka bir karşılık aramalıdır” cevabını verdi. Bu esasa dayanarak, kelime bilginleri “attentiaon” kelimesine karşılık aramağa başladılar. Birisi, “tahdik” kelimesini ileri sürdü. Bir diğeri, “iltifat” kelimesini önerdi. Güya “tahdik” kelimesi, “göz bebeği” anlamında olan “hadeka” dan gelirmiş. Dikkatte de özellikle etken olan göz bebeği imiş. “İltifat”ın arapçadaki anlamı da “göz ucuyla bakmak” imiş. “İltifat” kelimesi, dilimizde başka anlamdadır denildi. “Öyle şey olmaz, arapça, acemce kelimeler bizim dilimizde eski asıllarını ve doğruluklarını koruyacaklardır. Halkın bilgisizce yaptığı bozmalara galatat denilir. Bunların hepsini terk ederek, kelimelerin eski ve asıl biçimlerine dönülmek gerekir diye cevap verildi.
Görülüyor ki halk, aldığı kelimeleri söyleyiş ve anlam bakımından kendisine mal ettiği halde, kelime bilginleri bu benimseyişin karşısındadırlar. Halka göre yaygın hale gelmiş olan bozulmuş kelime, aslına uygun sözcüğe tercih edilir. Bilginlere göre ise, doğru fakat yaygınlaşmamış kelime yaygın hale gelmiş olan bozulmuşa tercih edilir. Bundan başka, halka göre, yurdumuzda bağımsızlık ve egemenlik ancak dilindedir. Bu dile giren arapça ve acemce kelimeler, Türk dilinin egemenliği altına girerek, onun fonetiğine ve leksikolojisine uyarlar. Politik kapitülasyonlar, politik bağımsızlık ve egemenliğe aykırı olduğu gibi, dil ile ilgili kapitülasyonlar da dilin bağımsızlık ve egemenliğine aykırıdırlar. Fakat iyen belirtelim ki, halk bunu bilinçli bir biçimde düşünmüyor. Arının bal yapması gibi, bilinçsiz olarak ve içgüdüsüne göre yapıyor.
Bilginlere göre, aksine bağımsızlık ve egemenlik ancak arapça ve farsça kelimelerde vardır. Biz, onların bağımsızlık ve egemenliğine aslına ve doğruluna saygı göstermek zorundayız. Bizim dilimize gelince o zaten yüzde doksan dokuz arapça ve farsça kelimelerden oluştuğu için, bağımsızlık davasında bulunamaz.
Görülüyor ki, dilde Türkçülüğün ilk işi kelime bilginlerinin görüşlerini reddederek, halkın bilinçsiz bakış tarzını Türkçe‘nin temeli diye kabul etmektir. Buna göre, Türkçülerce, Osmanlıcıların doğruları bozulmuş ve bozulmuşları doğrudur. Hatta yazımda (imla) da, bu bozulmuşları söylenildikleri gibi yazmak Türkçülüğün bir ilkesidir. Bu esası yabancı kelimelere de uygulayarak kelime bilginlerinin sigara, jaket, Evropa biçiminde yazdıkları bu kelimeleri, halkın söyleyişine uydurarak cigara, ceket, Avrupa yazmak gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder