Sayfalar

6 Haziran 2014 Cuma

Yabancı Dil Öğretim Yöntemleri, Kulak - Dil Alışkanlığı Yöntemi

Bu yöntem 1940'lı ve 50'li yıllarda ortaya çıkmış ve davranışçı psikologlarla, yapısalcı dilbilimcilerin görüşlerinin etkisi altında kalmıştır. Bu yöntem, kolej öğrencilerinin yabancı dil öğrenmeleri için Fries ve Lado tarafından geliştirilen Michigan Yöntemi ile yine Michigan Üniversitesi tarafından geliştirilen Ordu Yöntemi'nin bir benzeri olrak kabul edilmektedir.

Ameerikan ordusu, geniş ordu birliklerine, askeri üsler kurduğu ülkelerde konuşulmakta olan dilleri öğretme zorunda kalınca ve bilinen yöntemlerle uygulamada başarısız olunca üniversitelerin yardımıyla (özellikle Michigan Üniversitesi) geliştirdiği ve kısaca ASTP (Army Specialized Training Programme) denen bir programı okullarında uygulamaya başlamıştır. Alınan sonuçlar çok başarılı olmuş ve ordu yöntemiyle kısa sürede yoğunlaştırılmış dil programları ile yabancı dil öğretiminde başarı sağlanmıştır.

Daha sonraları, orta dereceli okullarda da uygulanmasına başlanan ordu yöntemi (Army method) okul ortamında kulak-dil alışkanlığı yöntemi olarak ele alınmıştır. Bu yöntemin ortaya çıkışında önemli katkıları olan yapısalcı dilbilimcilerden Bloomfield, Brooks ve Lado'ya göre geleneksel dilbilgisi-çeviri yöntemi yabancı dil öğretiminde etkili bir yol değildir. Dilin doğal öğrenimi önce dinleme ile başlar daha sonra konuşma, okuma ve yazma sırasıyla oluşur. Dil, sesbilim (fonoloji) yapıbilim (morfoloji) ve tümcebilim (syntax)'dan oluşan bir sistemdir ve bu sistemin oluşumu daha çok anlamla ilişkilidir. Bütün diller farklı ve ve kendi içinde bir bütündür. Kullanılan dil sürekli değişim içindedir. Dil öğreniminde, yazılı dilbilgisi alıştırmalarını yapmakta çok gerekli cümle kalıplarını iyi bir şekilde öğrenmek esastır. Bunun içindir ki bu yöntemin sınıf içi uygulamasında Mim-Mem yani söyleneni tekrar etmek ve tekrarla ezberlenen cümle kalıplarına benzer cümle üretmek esastır.

Yapısalcı dilbilimcilerin yanı sıra davranışçı psikologlar özellikle Skinner'in bu yöntemin ortaya çıkmasına ve gelişmesine katkısı çok olmuştur. Skinner'e göre, her uyarıcıya karşı belli bir tepki vardır. Etki-tepki bağının kurulması için pekiştireçlerin verilmesi gerekmektedir. Sürekli pekiştirme tepkiyi güvence altına alır ve pekiştirme yoluyla tepkiler alışkanlığa dönüşür. Bu öğrenme kuramına göre yabancı dil öğrenmede de alışkanlıkların olabilmesi için tekrara, alıştırmalara ve pekiştirmelere yer verilmelidir. Diğer bir deyişle dil öğrenme, doğru cevapların pekiştirilmesiyle etki-tepki bağının kuvvetlenmesi sürecidir. Bu nedenle yabancı dil öğrenirken başlangıçta mekanik ve biçime dayalı etkinliklerin ve alıştırmaların yapılmaıs esastır.

Davranışçı psikolojinin kulak-dil alışkanlığı yöntemine etkileri aşağıdaki gibi özetlenebilir.

1. Yabancı dil öğrenme mekanik alışkanlık oluşturma sürecidir. İyi alışkanlıklar doğru cevaplar verilerek oluşturulur. Dil sözlü bir davranış biçimidir. Bu nedenle yeni cümle kalıplarının öğretilmesi için öğrencilerin benzer cümleleri üretmesi gerekmektedir.

2. Amaç dilde öğrenilecek konular yazılı olarak görülmeden önce sözlü olarak sunulursa dil becerileri daha iyi öğrenilir. Diğer dil becerilerinin gelişmesi için öncelikle dinleme ve konuşma becerilerine, yani kulak ve dil eğitimine önem verilmelidir.

3. Dil öğrenmede karşılaştırmalı çalışmalar analitik çalışmalardan daha önemlidir. Bu nedenle uzun dilbilgisi açıklamalarına yer verilmemelidir.

4. Amaç dildeki sözcükler o dili konuşanlar için taşıdıkları anlamda ve kültürel bağlamda öğrenilmelidir. Böylece bir dili öğretme o dili konuşan insanların kültür yaşamını öğrenmeyi de içerir.

Kulak - dil alışkanlığı yönteminin yabancı dil öğretiminde sözel becerilere ağırlık verdiği ve bunun sonucu olarak öğrencide mükemmel bir dinleme ve konuşma alışkanlığı kazandırdığı belirtilmektedir. Sınıfta yabancı dil konuşma zorunluluğu getirdiği için yabancı dili kendi kuralları ve açıklamalarıyla öğretir. Hatalar daha alt düzeye indirilmeye çalışılır. Gramer cümle içinde öğretilir. Doğal olarak bu yöntemle yabancı dil öğrenenler diğer yöntemlere göre daha iyi konuşabilirler. Ancak bu yöntemin büyük ölçüde eleştiriye açık olan yönü zihinsel sürece ve zihinsel kavramaya yer vermeyen, yalnızca biçime ve otomatik öğrenmeye dayalı bir yöntem olmasından kaynaklanmaktadır.

Bir dilbilimci ve yabancı dil öğretmeni olan Wiliam Moulton (1961) "Avrupa ve Amerika Dilbilim Akımları" adlı eserinde bu yöntemin ilkelerini şöyle sıralamıştır.

1. Dil, yazma değil konuşmadır.
2. Dil, bir dizi alışkanlıklar bütünüdür.
3. Dil hakkındaki düşünceler değil sadece dil öğretilir.
4. Bir dil, o dili anadili olarak konuşanların ne söylemeleri gerektiği değil, ne söyledikleridir.
5. Diller birbirinden farklıdır.

Bu ilkeler kısaca şöyle açıklanabilir:

1. Dil "yazma" değil "konuşma" dır.

Bu ilkeyi savunanlar yazmayı ve okumayı öğrenmeden önce en aından dinlemenin ve konuşmanın öğrenilmesinde ısrar ederler. Öğrencinin okumayı öğrenmeden önce dili, tamamiyle öğrenmesinden çok bir kısım becerilerinin yazılı şekilden önce sözlü olarak kazanılmasının gereği üzerinde dururlar. "Okuma" ve "Yazma" dan önce "Dinleme" ve "Konuşma" nın kazanılması, doğru tonlama ve seslerin doğru çıkarılması ile birlikte büyük önem taşır. Konuşma diline verilen bu önem öğretimde ve materyalin seçiminde önceleri köklü değişikliklere yol açmıştır. Tüm sözcükler ilk dersten itibaren öğrenilir ve bunlar öğrenci ile aynı durumda, aynı yaşta olan yabancı kişinin günlük konuşma durumundaki anlamı ile yerine getirilir. Bu yöntemde öğrenciler o dili anadili olarak konuşanların söylediği tonlamada söylemeleri taşvik edilir.

2. Dil bir dizi alışkanlıklar bütünüdür.

Çocuk bir kültür içinde büyürken alışkanlıklarından dolayı o kültürün dilini öğrenir. Kulak - dil yöntemini benimseyenler, dil alışkanlıklarının ediniilmesinde B.F Skinner'in "Edimsel Koşullandırma" kuramından etkilenmişlerdir. Bu kurama göre, alışkanlıklar hareketin ödüllendirilmesinden hemen sonra ortaya çıkar. Skinner'e göre, hareketin esası, hareketi yapan tarafından anlaşılması ve bunun pekiştirilip ödüllendirilmesiyle bir alışkanlık haline gelmesi sonucunda bir dizi alışkanlık haline dönüşebilmektedir. Bunun kulak - dil teknikleri içinde ugyulanması, genellikle karşılıklı konuşma materyali olarak "Taklit - Ezber" (mimicry - memorization) ve "Kalıp Alıştırmaları" (patternpractice) şeklini almıştır. Anadilimizi kullandığımızda yapıların anlamını o an için bilmeden konuşuruz. Bu yöntemde de yabancı dili anadildeki gibi kullanma amaçlanır.

3. Dil hakkındak düşünceler değil sadece dil öğretilir.

Bir dili öğretirken, sınıfta dilbilgisi kuralları ve bunların ayrıcalı durumları ile ilgili tartışmaların olabileceği ve bunların yazılı alıştırmalarla bu durumların öğrencilerin etkin biçimde kullanımıyla ortaya çıkabileceği varsayımı, bu yöntemi uygulayanların "Dilbilgisi - Çeviri" yöntemine karşı geldikleri noktayı yansıtır. Bu öğretmenler için dilbilgisi kendi içinde çalışılmalı ve yapının detaylı olarak ayrıştırılması daha ileriki aşamalarda ele alınmalıdır.

4. Bir dil, o dili anadili olarak konuşanların ne söylemeleri gerektiği değil, ne söyledikleridir.

Öğrencilerin bu yöntemin materyallerinden öğrendikleri ifadeler, onların yaşadıkları tomlumdaki dillerdir. Bu yöntemin materyallerinde kullanılan yapının başka karşılığı da olsa genellikle günlük yaşamda kullanılan biçimi daha çok tercih edilir.

5. Diller birbirinden farklıdır.

Yapısal dilbilimciler inceledikleri bütün dilleri birbirleriyle olan ayırdedici özelliklerine göre tanımlamışlardır. Dil öğrenenler için en büyük güçlükler, yabancı dilin anadilden tamamen farklı olduğu durumlarda ortaya çıktığı için gerekli olduğu yerde yabancı dili öğrenenlere bu yöntemin materyalleri uygulanır. Materyaller iki dil arasındaki farklılıkları vurgular ve bunlar için özel alıştırmaları ortaya çıkarır. Bu kulak - dil yapılarında öncelikle en yararlı ve kolaylıkla karıştırılan kısımlar anlatılır ve devamlı alıştırmaları çözme ve tekrar yoluyla becerilerin kazanıldığına inanılır.

Bu yönteme kimi eleştiriler yöneltilmiştir. Şöyle ki, mekanik olarak kulak - dil yönetimiyle bir yabancı dili öğrenen öğrenciler papaganlar gibi ilerleme gösterirler. Sözgelimi, belli bir uyarıcı karşısında anlamını bilmeden bir cümleyi çok iyi bir şekilde tekrarlayabilirler, buna karşın çok iyi öğrendikleri cümle kalıplarını öğrendikleri bağlam dışındaki başka bağlamlar içinde kullanamayabilirler. Bunu önleyebilmek için de ilk dersten itibaren öğrencilere, ezberlenip pratiği yapılan alıştırmaları sınıf ortamında hazırlanacak iletişim durumlarına uygulamaları öğretilmektedir.

Kulak - dil alışkanlığı yöntemi, özellikle başlangıç düzeyinde uygulanırken öğrenciler, altı ile on hafta arasında değişen sürede yabancı dil çalışmalarını sadece kulak ve dil ile yapmakta, basılı araçları görmemektedirler. Kimi öğretmenlere göre, öğrencilerin sadece kulaklarına bağımlı kalmakta zorlanmaları onlara güvensizlik duygusu verdiğini, bu kadar çok ses karmaşası içinde duydukları herşeyi hatırlamalarının güç olduğunu ve tüm okul yaşantıları boyunca kitaplarla çalışmaya alışkın olduklarından zorlanabileceklerini belirtmektedirler.

Kulak - dil alışkanlığı yöntemine dönük diğer bir eleştiri de her yaştaki öğrenciye uygun olup olmadığı noktasında odaklaşmaktadır. Deneyimler, küçük çocukların mimik ve el kol hareketlerini sevdiklerini, aynı şeylerin yetişkinler için geçerli olmadığını ortaya koymakta, ezberleme ve tekrarlamanın kimi dilbilgisel açıklamlarla bütünleştirildiği zaman bu yöntemin yetişkinler için de uygun olacağı belirtilmektedir.

Bu yöntemin beraberinde getirdiği iki önemli soru bugün de gündemde cevaplanmak üzere bulunmaktadır.

Bunlardan biri "Dört temel dil becerisi, çocuğun anadili öğrenirken izlediği sıraya göre mi öğretilmeli?" Diğer soru da "Kulak - dil alışkanlığı yöntemiyle öğrenciler yabancı dilde okuma ve yazmayı iyice öğrenebilirler mi?" Bu sorulara henüz tatmin edici cevaplar bulunmamasına karşın araştırma ve incelemeler devam etmektedir.

Kulak - Dil Alışkanlığı Yönteminin Kullanım Özellikleri

a. Yeni yapılar diyalog şeklinde sunulur ve bağlamda hiçbir değişiklik yapılmaz.

b. Yapılar sıraya konmuştur ve tek tek öğretilir.

c. Tekrar, taklit ve ezber önemlidir. Doğru cevap anında tekrarlanarak olumlu pekiştireç verilir. Çok miktarda alıştırmaya yer verilir.

d. Hemen hemen hiç dilbilgisi açıklaması yapılmaz, dilbilgisi tümevarım yoluyla öğretilir.

e. Doğal öğrenme sırası (dinleme, konuşma, okuma, yazma) izlenir. Ancak ağırlık ilk ikisindedir.

f. Sözcükler sınırlandırılmıştır ve bir bağlam içerisinde öğretilir.

g. Öğrenilecek noktaların karşılaştırmalı analizlerle kalıcılığı sağlanır.

h. Daha çok teyp ve dil laboratuvarları kullanılır.

i. Dersin başında mekanik ve biçime dayalı ön okuma için süre verilir. Telaffuzun ve tonlamanın olmasına önem verilir.

j. Öğretilecek dilin kültürel yapısı verilir ve dilin sürekli değişim içinde olduğu vurgulanır.

Özcan Demirel (Yabancı Dil Öğretimi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder