KOMÜNİKASYON ALANI NEDİR, BU ALANDA DİLİN ROLÜ NEDİR?
Dil ile düşünce arasında, (ilişki)yi çok aşan bir bağıntı vardır. Bu ikisi iç içedirler. Dil düşüncenin kalıplara (harf, sözcük, cümle) dökülmüş, somutlaşmış biçimidir.
İnsan, sözcüklerle ve imajlarla düşünür. İmajlar bile isimlendirilmiş, yüklemlenmiş hayallerdir. Onlar da birer sözcük ya da cümle gibidirler. Bunların hepsi (hareket, ses, kelime, cümle) birer bildirişim aracı,birer işaret, yan-dildir.
Dilsiz düşünce, düşüncesiz dil olmaz. Doğru düşünmek için, dile hakim olmak gerekir. Doğru konuşmak için de düşünme şarttır.
Düşünce kategorileriyle dil kategorileri arasında sıkı bir ilişki bulunduğu ve düşüncemizi düzene sokan ilişkileri dile borçlu olduğumuz bilinmektedir.
Komünikasyon, içinde yaşadığımız en geniş alandır. “Haberleşme” ya da bildirişim alanı dediğimiz bu en geniş çevre, bugün dünyamızın sınırlarını aşmış, evrene doğru uzay içinde genişlemiştir.
Ay’a insan ve araç göndermek ve uzayın daha uzak sınırlarına haberleşme araçları fırlatmak suretiyle çok uzun mesafeleri kontrol edebilmekteyiz. Uzayın derinliklerinden mekanik, kozmik sinyaller (işaretler) alıp vermekteyiz. Bu, en geniş anlamıyla bir dildir.
Teknik işaretler, insan dili (konuşma ve yazı dili) ne kadar tüm anlatım araçlarını kapsayan bu işaret sistemleri, kitle ve birey haberleşmesinin esasıdır.
Özellikle kitle haberleşme araçları, (radyo, televizyon, basın, sinema) kendilerine özgü işaret sistemleriyle kamuoyunun oluşturulmasında ortak bir görev yaparlar. Bunların ayrı dilleri vardır. Ses, kelime, görüntü ve yazı aracılığı ile konuşurlar. Hepsinde de dil, bir anlatım aracı olarak amaç değil, düşüncelerin, görüşlerin, haberlerin aktarılmasında öğretici, eğitici, bildirici birer eylemdir.
Onun için kitlesel araçlarda konuşmacılar kamuoyu oluşturmaya elverişli bir dil, anlaşılır, ortak bir dil konuşmak zorundadırlar. Buna yaşayan dil, yaşayan Türkçe diyoruz.
Yaşayan dil, (anlatan) ile (dinleyen), (verici) ile (alıcı) arasında bir perde olmayan, saydam ve kolay bir dildir. Dilde aşırı devrimcilik ve aşırı muhafazakârlık, kuşaklar arasında mesafe yaratır. Kitle haberleşme araçlarının dili, ortak kalıplarla, izafet çevrelerinin engellerini aşan, sınırlarını genişleten, tüm kitleleri bütün toplumu kapsayan bir dil olmalıdır. Ses, kelime ve görüntülerde ortak kavramlar, ortak kalıplar ortak ifadeler mümkün olduğu kadar fazla yer almalıdır. Dil, uçarı hale gelmeli, kitleler arasında engel değil, saydam, net, kısa, aydınlık bir araç ve doğal bir köprü, açık bir kanat olmalıdır.
HALKLA İLİŞKİLERDE DİLİN ÖNEM DERECESİ NEDİR?
Son elli yıl içinde özel yöntem ve teknikleriyle ciddi ve çok önemli bir bilim dalı haline gelen halkla ilişkiler (Puplic Relations) konusunda dilin önemi pek fazladır. Kitle haberleşme teori ve araçlarından bahsederken söylediklerimizi, kitlesel ilişkiler için de hatırlatmak gerekir. Kitlesel ilişkiler, ya da halkla ilişkiler denilen bilimi şöyle tanımlıyoruz: kişiler ya da kurumlarla belli hedef kitleler arasında belli bir amacı gerçekleştirmek için kurulan, geliştirilen, kendisine özgü, yöntem ve teknikleri bulunan disiplinli bir haberleşme sistemi.
Bu tanımlamadan da anlaşılacağı üzere, kişi ya da kurumların, belli hedef kitlelerle ilişki kurarken, bu hedeflerin özelliklerine göre belirli, etkili bir dil seçmeleri gerekir.
Dil seçimi, ortak kalıplar, ortak imajlar, ortak sloganlara dayalı, kolay anlaşılabilir işaretleri seçmek demektir.
Geniş anlamı ile halkla ilişki kurmak için halkın dilini konuşmak gerekecektir. Hedef alınan halk gruplarındaki nüans farkları gözetilerek özel seçimler yapılacaktır. En geniş alanda yöneticilerle yönetilenler arasında, yani “devlet”le toplum arasında “en az ortaklıklar”dan yani “asgari müşterekler”den başlayarak, artıra artıra en fazla müştereklere (ortak bağlantılara) kadar genişleyen bir alanda, en kısa anlatım işaretleri, ifadeler, biçimler kullanılacaktır. Bu alanda, halk dilinin konuşulmasında folklorun incelenmesi, bilinmesi, halkın düşünce ve dil biçimlerinin saptanması, bilim ve tekniğin popüler düzeye indirgenişi, halk sanatının, duygusal motiflerin iyi öğrenilmesi şarttır.
Özellik farkları bulunan halk ve meslek gruplarında “kitlesel ilişki”lerin kurulması, hedef alınan grupların, mesleklerin, sınıfların nitelikleri (özel dilleri) seçilmelidir.
Bu esaslara uyulması halinde komünikasyonda kesintiler, engeller, güçlükler baş gösterir. Kitlesel ilişki, ya da halkla ilişki, bağıntıyı sağlayan işaretlerin, yani ortak dilin, titizlikle seçilmesi ile olumlu sonuçlar verir.
POLİTİKADA DİLİN ROLÜ VE ÖNEMİ NEDİR?
Halkla ilişkiler, komünikasyon ve kitle haberleşme araçları konularında özetlediğimiz hususlarla, baştan beri dil üzerinde söylediklerimizi, dil ve politika konusunda da kaydedebiliriz. Fazla olarak politikada dil, dilin ve dillerin bütün özelliklerinden yararlanmayı gerektiren bir sanat, bir konuşma sanatı, bir diyalog sanatı haline gelir.
Bu alanda dil, propaganda yönü ile bir “telkin” aracıdır. Gerçekleri açıklarken de bir (ikna) inandırma aracı olur.
Politikada dil yönetenlerle yöneticiler arasında yürütülen diyalogda en önemli unsurdur. En geniş anlamıyla dil burada, semboller, her türlü bildirişim işaretleri, hareket, yazı, görüntü ve konuşma dilleri halinde geçerlidir. Yöneticiler için kitlelere giriş olanağıdır. İyi yönetici kitleden (çok yanlı olarak) gelen çok değişik bildirileri, çok karışık gibi görünen yoğun işaret kümelerini, bu karmaşık dili bilen, her kafadan çıkan sesleri sınıflandırıp dinleyen, anlayan yöneticidir. Bu da yetmez, iyi yönetici, güçlü bir kaynak olarak çok yanlı alıcıya (kitleye) sesini duyurabilen, sınıflandırılmış her kafaya hitap edebilen, düşündüklerini en kolay, en kısa en sade dil biçimleri içinde ileten yöneticidir. Ancak politika iki yanlıdır. Yönetilenlerin de yönetenlere karşı aynı dili, en kolay en kısa, en sade biçimde konuşmaları gerekir.
Özel olarak dil, politikada hitabet ve yazı sanatı, olarak da çok önemlidir. Meydanda, salonda, radyoda, ekranda konuşulan ve konuşmacının kitleyi etkileyen dili, sonuç almakta büyük önem rol oynar, başarı sağlar. Bir konuşma ile yükselen, bir tek nutukla yıkılıp giden politikacılar vardır. Ünlü İngiliz politikacısı W. Churchill’in, parlamentoda bulunmadığı günlerde toplantıda olup bitenleri, anlatanlara sorduğu üç soru gerçekten ilginçti: “Kim konuştu, ne konuştu, nasıl konuştu?” Konuşma tarzı yani dil, cidden önemli özel durumlar meydana getirmektedir.
Dil, sosyal bir kurum olarak siyasal rejimlerle çok yakından ilintilidir. Hatta, sosyal hayatı düzenleyen dil, siyasal rejimleri etkilemekte, siyasal rejimler de dile biçim vermektedir.
Demokraside yönetenlerle, yönetilenler arasında tam ve net bir diyalog vardır. Söz hürriyeti, dilin gelişip, zenginleşmesine, dil sanatlarının (edebiyat, şiir, tiyatro, roman vb.) serpilip oluşmasına, düşüncelerin ve insan zekâsının dil sayesinde ilerlemesine olanak sağlar. Hür düşünce dili, hür dil ise düşünceyi olumlu yönde etkiler.
Totaliter rejimlerde dil, yöneticilerle, yönetilenler arasında, birinciden ikinciye doğru, tek yanlı olarak işler. Bunda yöneten konuşan bir dildir sadece işitmez. Yönetilen, yani halk ise yalnız işitir, konuşmaz, konuşamaz. Dil ve edebiyat ölüdür, canlılığını, parlaklığını kaybeder. Düşünceyi tuksak bir dil, olumsuz yönde etkiler. Fikir ve sanat hareketleri durur. Diktatörün ve tek partinin, tek yönlü, tek yanlı, belli kalıplar içindeki dili, özel şartlandırılmış bir kamuoyu oluşturur. Böyle bir ortamda yaratıcı faaliyet görülmez. Dil sadece bir propaganda ve telkin aracı haline gelir.