Herhangi bir Avrupa şehrinde, karşımıza çıkan insanlara “Kısa mesajlar dilinizi bozuyor mu?” diye bir soru sorsak, alacağımız cevap aşağı yukarı aynıdır: Evet! Türkiye’de olduğu gibi, Avrupa ülkelerinde de dil konusunda bir endişe hâkimdir. Fransızlar başta olmak üzere İngilizce kullanan ülkeler hariç, bütün Avrupa ülkeleri, dillerinin İngilizce tarafından istila edilmekte olduğunu korku ve endişeyle izleyip tedbirler almaya çalışıyorlar. Dünya dillerini işgal eden İngilizceyi ana dili olarak konuşanların da, dil içi bozulmalarla benzer korku ve endişeleri var. Diğerleri İngilizcenin istilasına karşı tavır belirlemeye, halkı bilinçlendirmeye, meclis kararları alıp kanunlar çıkararak dili korumaya çalışırlarken; böyle bir sıkıntısı olmayan İngilizler MSN ve SMS’de kullanılan yeni dilden şikâyet etmektedirler.
Avrupalı bilim adamları için bu endişe ve şikâyetler yepyeni bir araştırma alanı yaratmış; şimdilerde bu korkunun yerli mi yersiz mi olduğunu tespit etmek için deneyler ve bilimsel çalışmalar yapmaya yönelmişlerdir. Bu çalışmalardan birisi de David Crystal’in txtng the gr8 db8 adlı kitabıdır.
Dünyanın bilişim çağına girmesiyle birlikte diller büyük bir değişim yaşamaya başladı. Özellikle Genel Ağ (İnternet) ve cep telefonu mesajlarında kelimelerde yapılan kısaltmalarla yeni bir iletişim dili oluştu ve buna “kısa mesaj dili” adı verildi. Yeni ortaya çıkan bu dili, kimileri “mesajca” olarak adlandırmayı tercih ederken kimileri de “MSN dili” veya “SMS dili” demeyi uygun buldu. Bütün dünyada olduğu gibi, bizde de cep telefonu mesajlarında ve Genel Ağ yazışmalarında kelimelerin sesli harfleri atılarak sessiz harflerden oluşan ve bu iletişimi kullananların rahatlıkla anlayabildiği yepyeni bir dil doğdu. Gençler arasında, tek mesajda çok şey anlatma ve zamandan tasarruf gibi ekonomik bir kaygıdan doğan bu yeni uygulama, zamanla amacını aşarak, konuşma dilini bile bozmaya başladı.
Artık ülkemizde telefon kısa mesajı (SMS) ve Genel Ağ iletişimi (MSN) kullanan yeni neslin “merhaba” yerine “mrb”, “selam” yerine “slm” gibi kısaltmaları kullanmaları yadırganmaz bir hâle geldi. Bu yazışmalardaki ortak noktalar, her ikisinde de başta ve sondaki sesli harflerin kısmen korunması, ortadaki sesli harflerin atılmasıdır. Böylece ortaya kısaltılmış bir Türkçe çıkmaktadır. Aslında bunun bir dil olduğunu ileri sürmek doğru olmaz. Belki, yalnız bu iki sistemde kullanılan “özel bir dil” denilebilir. Gerçi bu durumu yeni bir dil değil, Türkçenin yeni bir varyasyonu (çeşitlemesi!) olarak nitelemek daha doğru bir adlandırma olacaktır. Çünkü Genel Ağ ve cep telefonunda iletişimi hızlandırmak amacıyla kelimeleri kısaltarak kullanan öğrenciler, yazılı iletişimin diğer alanlarında ve sınav kâğıtlarında bu yola başvurmuyorlar. Yani oluşturulan yeni biçim standart dili doğrudan etkilemiyor. Buna rağmen İngilizcenin, Fransızcanın, Almancanın, Türkçenin bozulduğunu iddia edenler, görüşlerini ispatlamaya çalışırken radyo ve televizyonda kullanılan bozuk dilin yanına, önemli bir malzeme olarak bunu da ekliyorlar. Türkçede kısaltmalar yanında zaman zaman “v”nin yerini “w”nin aldığı da oluyor. Tabii ki bu özel durumda, SMS veya MSN dilinde kullanılan ve 29 harfli Türk alfabesinde olmayan bu harfin de günlük yazışmalara girdiği iddia edilemez. Ülkemizde kısa mesajların Türkçe üzerinde olumlu veya olumsuz etkisiyle ilgili henüz yapılmış bilimsel bir çalışma bulunmamasına rağmen, Türkçe konusunda duyarlı kesimler ve eğitimciler mesajlaşmadaki kısaltmaları dili bozan sebeplerden birisi olarak görmekte ve tepkiyle karşılamaktadırlar. Bu kesimler, Türkçenin Genel Ağ ve telefon mesajlarında da kurallara uygun olarak kullanılması gerektiğinde ısrar etmektedir.
Buna karşılık, mesaj dilini kullanan ve suçlu görülen genç nesil, dilde bozulmadan bahsederek kendilerini suçlayan insanlara şu soruları yöneltiyorlar:
• “ç, ğ, ı, ş, ü” gibi Türkçe harfleri telefon şirketlerinin hâlâ çift karakter olarak ücretlendirdikleri bir ortamda kelimeleri kısaltarak cebimizden çıkacak paradan tasarruf etme hakkımız yok mu? Bazen bir harf yüzünden ikinci kontörümüze göz diken telefon şirketine daha fazla para kazandırmamak için kelimenin anlaşılırlığını bozmamak şartıyla bir veya birkaç sesli harfi atmanın, dile ne gibi bir zararı olabilir?
• Hızlı yaşadığımız ve zamana çok ihtiyaç duyduğumuz bu çağda, iletişimi daha da hızlandırmak hakkımız değil mi? Annelerimizin, babalarımızın postanede telefon yazdırıp saatlerce beklediği, gönderilen bir mektuba en erken bir haftada cevap alındığı dönemler gerilerde kaldı. Birbirimizle kelimeleri kısaltarak da anlaşabildiğimize göre, neden elimizdeki imkânları sonuna kadar kullanıp paramızdan olduğu gibi, zamandan da tasarruf etmeyelim?
• İster mektup yazarak veya telefon ederek, ister Genel Ağ veya telefon mesajlarıyla muhatabımızla sorunsuz olarak anlaşabildiğimize göre, iletişimin nasıl yapıldığı üzerinde niçin duruluyor? Önemli olan anlaşmak değil mi?
Gençlerin bu tarz sorularını çoğaltmak mümkündür. 1990’lı yıllarda başlayan bilgisayar ve cep telefonu, hayatımızın neredeyse ayrılmaz parçaları oldu. Günümüzde bu aletleri kullanmayan, kullanma gereği duymayan genç, yok denilecek kadar az. Bugüne kadar cep telefonu almadığını ve kullanmayı da bilmediğini söyleyenleri kınamasak da içimizde acıma hissi belirdiğini inkâr edemeyiz. Ülkemizde neredeyse nüfusumuz kadar cep telefonu kullanıldığı bir gerçektir. Okuma-yazmasından şüphe ettiğimiz bazı yaşlıların bile, zaman zaman cep telefonu taşıdıklarını ve kullandıklarını görmek bizi hem şaşırtıyor, hem de mutlu ediyor. Telefonun tuşlarını gözüne yaklaştırarak kısa mesaj yazan yaşlıların fotoğrafını çekmek ve gelişen teknolojiye ayak uydurabildikleri için teşekkür etmek istediğim anlar olmuştur.
Şurası bir gerçek ki, millet olarak teknolojiyle son derece barışığız ve onu iyi kullanıyoruz. Gerçi bazen lüzumsuz kullandığımızı ve zamanımızı boşa harcadığımızı da inkâr etmiyorum. Olur olmaz her yerde, sınıflarda, ders esnasında bile öğrencilerin sıranın altında cep telefonuyla oynadıkları, mesaj gönderip aldıkları, hatta kopya çekmeye teşebbüs ettikleri de biliniyor. Bu tür olumsuzlukları görünce telefona tamamen mesafeli durmak ve onu yasaklamaya kalkmak da mantıklı bir eylem olamaz.
Dünyada Dil Ölümlerinin Arttığı Bir Gerçektir
Gerçekten de Genel Ağ ve cep telefonu mesajlarının yaygınlaşmasıyla insanlar arasındaki iletişim akıl almaz boyutlarda arttı ve hızlandı. “Mesaj çağı!” başlamadan önce bayramlar ve diğer özel günlerde birbirlerini hiç arayıp sormayan insanlar artık mesaj göndererek bu günleri hatırlamaya başladı. 1990’larda yalnız dinî bayramlarda eşe dosta 20-30 posta kartı gönderirken, günümüzde onlarca kişiye telefon edip bir onlarcasına da Genel Ağ veya telefonla mesaj gönderiyoruz. Bu arada bayramların, kandillerin özellikle hazır kısa mesajlarla kutlanmasına öfkelenen ve kendisine bu tür mesajlar gönderilmesinden rahatsız olan bir kesimin varlığı da inkâr edilemez. Buna rağmen dünyada her yıl, gittikçe artan sayıda cep telefonuyla kısa mesaj gönderiliyor. Bunda yaygınlaşan teknolojinin ucuzlaması ve şebekeler arasındaki rekabetle kızışan kampanyalar da etkili oldu. 2008 yılında dünyada 2,3 trilyon telefon mesajı gönderildi. Bunun telefon şirketlerine kazandırdığı para, yaklaşık 60 milyar dolar (bk. Lily Huang’ın aşağıda belirtilen yazısı). Son yıllarda ortalama % 20’lik artışı göz önünde bulundurursak 2009 yılında gönderilen kısa mesaj sayısı 3 trilyona yaklaşacak. Kesin rakamı bilmemekle birlikte, ülkemizde 2008 yılında 50 milyar dolayında telefon mesajı gönderildiğini tahmin ediyorum.
Bu yüksek rakamlar dünyada olduğu gibi, ister istemez bizim dilseverleri ve eğitimcileri de endişelendiriyor. Dolayısıyla onlar da "dil elden gidiyor" görüşünü ortaya atıyorlar.
Dünyada dil ölümlerinin arttığı bir gerçektir. Ölen dillerin iletişim dili olmaktan çıktığı ve konuşan insan sayısının yüzleri, binleri aşmadığı gerçeğini göz ardı eden dilseverler, kendi dillerinin de öleceği varsayımından hareket ediyorlar. Yazdıkları güncel kitap ve makalelerin neredeyse tamamında, dillerinin bozulduğu ve XXII. yüzyıla ulaşamayacağı endişesini dile getiriyorlar. Oysa konuşan insan sayısı milyonları bulan dillerin yok olması gibi bir durum şimdilik söz konusu değildir. Son yıllarda dile duyarlı geniş kitleleri endişelendiren dilde yaşananlar ise, bir değişimden ibarettir. Bu değişimin yüzyıllardır devam ettiğini, günümüzde olduğu gibi gelecekte de devam edeceğini düşünmek ve bilmek gerekir. Şimdiki bir değişim ve gelişim olarak gören bilinçli kesimler de hızla çoğalıyor. Eminim ki bu alanda yapılan bilimsel çalışmalar çoğaldıkça dile yaklaşımımız da duygusal olmaktan çıkarak bilimsel zemine oturacaktır.
Yeni Bir Kavram, Dile Yeni İfadeler Katar
Türkçenin elden gitmediğini ve yaşananların normal bir gelişme olduğunu düşünenlerden Ekin Genç görüşlerini şöyle dile getiriyor:
“Bir dilin ifade alanı daralıyorsa, işte o zaman o dil bozuluyor demektir. Normal şartlarda, bir dilde kullanılan bazı kelimeler ve ifadeler zamanla nasıl yok olursa, yeni kelimeler ve ifadeler de benzer şekilde dilde ortaya çıkar. Bundan 15-20 yıl önce doğmuş Türkçe konuşan insanların çoğu sözgelimi gırgır (alet olan) kelimesini anlamazken, modem kelimesini rahatlıkla anlayabilirler. Bu tamamen ihtiyaç meselesidir. Elinizde bir kavram vardır ve bu kavramın bir şekilde isimlendirilmesi gerekir. Eğer o kavram artık elinizde değilse, o ifadeye de ihtiyaç duymazsınız. Elinize yeni bir kavram geçerse dile yeni bir ifade de katılacak demektir. Yeni ifadelerin ortaya çıkmasını engellemek, dili kısırlaştırmaktır. “Dil Denetçileri” denilen mekanizmanın baskısı altında olanların, “neolojizm” yapması mümkün değildir; çünkü böyle bir şeyin dilde olmadığı ve bu ifadeyi kullanmanın dili bozduğu iddia edilecektir. Bu sırada illa ki, bazı kelimeler ve ifadeler de dilden düşecektir. Türkçeyi korumak isteyenlerin yapması gereken şey, her durumda Türkçeyi korumaya “çalışmamak”tır (Ekin Genç, “Bırakınız Yazsınlar, Bırakınız Konuşsunlar!”
Dünyanın pek çok ülkesinde, Genel Ağ ve cep telefonu mesajlaşmalarında daha da netleşen “yeni dil” kavramı tartışılıyor ve gerçekleri ortaya çıkarmak için deneysel çalışmalar yapılıyor. Dil konusunu millî bir mesele olarak görüp duygusal yaklaşan ve birçok ülkede hızla çoğalan “dil elden gidiyor”cular, kısa mesajla ilgili yersiz endişelere kapılıyorlar. Bu alanda deneyler ve bilimsel çalışmalar yaparak tamamen farklı sonuçlar elde eden İngiliz yazar ve dil bilimci David Crystal, yeni kitabında bu tür endişelere yer olmadığı tezini savunuyor.
David Crystal’ın yeni kitabı:txtng the gr8 db8
Türkiye’de sesli harfler atılarak yazılan cep telefonu mesajlarının olumlu veya olumsuz etkileri üzerinde bildiğim bilimsel bir araştırma bulunmuyor. Oysa İngiltere’de dil bilimci David Crystal bu konuda deneylere dayalı önemli bir bilimsel çalışma ortaya koydu. Daha önce “Bir dilin ölümü, bir milletin ölümüdür” alt başlıklı Dillerin Katli isimli kitabı Türkçeye çevrilen (çev. Gökhan Cansız, Profil Yay., İstanbul, 2007) İngiliz dil bilimci, yazar ve akademisyen David Crystal’ın dille ilgili çok sayıda eseri var. txtng the gr8 db8 adlı son kitabı 2008 yılında İngiltere’de yayımlandı ve henüz Türkçeye çevrilmedi. Kitabın adı, içeriğini çağrıştıracak biçimde kısa mesaj diliyle verilmiş. Anlamak için İngilizceyi iyi bilmek gerekiyor. Kısaltma yapılmasaydı adı “Texting: the Great Debate” olacaktı. Yazar burada texting kelimesinin “e” ve “i” ünlülerini attığı gibi Great ve Debate kelimelerindeki “-ate” sesleri yerine 8 yazarak kısaltma yapmış. İngilizce bilenler buradaki kısaltma mantığını hemen kavramış olacaklardır (her ikisinin de okunuşu aynıdır). Türkçede kelime içindeki ünlülerin atılmasına karşılık İngilizcede daha farklı uygulamalar bulunmaktadır. Bizde olmayan biçimde (ki istisnası “7=yedi”dir), harflerin yerine rakamlar kullanılabilmektedir. Mesela “for” yerine “4”, “straight” yerine “str8” gibi kısaltmalar yaygındır. Türkçede “vb., vs.” gibi kısaltmalarda rastladığımız gibi, kelimelerin ilk harfleri kullanılarak yapılan kısaltmalara İngilizler de çokça başvurur: “by the way” yerine “btw”, “in my humble opinion” yerine “imho” vs. Bazı kelimelerin yerini de “ve” anlamındaki “&” gibi simgeler almıştır. David Crystal’ın kitabının adında da böyle bir kısaltma kullanılmıştır. Texting: the Great Debate’in Türkçe karşılığı, Mesajlaşma: Büyük Tartışma’dır.
Kitap Türkçeye henüz çevrilmese de Türk basınında hakkında birkaç yazı çıkmış, Newsweek Türkiye’nin 9 Kasım 2008 tarihli sayısında Lily Huang imzalı “İngilizcenin Ölümü” başlıklı bir makale yayımlanmıştır. Bu makaleden öğrendiğimize göre, kitap, her ay 6 milyar telefon mesajının gönderildiği İngiltere’de, kısa mesaj diliyle ilgili tartışmaları irdelemekte ve yazarın deneysel çalışmalarının sonucunu vermektedir. Kitabın yazarı David Crystal, İngiltere’de hızla artan, kısa mesaj dilinde, yaygınlaşmaya başlayan adıyla “mesajca”da sesli-sessiz harfler ve noktalama işaretlerinin eksildiği, harfler ve rakamlar arasında ayrım yapılmadığı için insanların iletişim kurmayı unutacakları endişesine cevap vermektedir. Kitap, “Kısa mesaj, yeterince okuma yazma bilmeyen nesiller mi yaratacak? Bu, İngiliz dilinin ölümü olabilir mi? (OMG! Oh my god! / Aman Allah’ım!)” gibi sorulara da, cevap vermektedir.
İngiltere’de de Türkiye’de olduğu gibi, dil bilimciler değil, öğrencilerin ödevlerindeki saçma yazıları kırmızıyla çizen lise öğretmenleri ve ahlaki görevlerinin gramer kitabı yazmak olduğunu düşünen bazı evhamlı vatandaşlar İngiliz dilinin öleceği konusunda alarm veriyorlar. Bu sonuncu kitle dikkat çekici. Aralarında kimler yok ki: Mesela mesajlaşmayı “Vandallık” olarak değerlendiren, İngiltere’nin tanınmış televizyon habercisi John Humphrys ve mesajlaşmaktan hiç kısaltmasız yazacak kadar zevk alan Lynne Truss gibi…
David Crystal’in kitabı iki önemli noktaya parmak basıyor:
1. Mesajca insanların sandığı kadar şeytan işi değil.
2. Aslında kısa mesaj gençlerin daha iyi iletişim kurmasını sağlıyor.
Crystal birinci noktayı gerçek dil bilimsel kanıtlarla açıklıyor. Önce kısa mesaj dilinin (piktograflar; yani imgeresimler, sözcüklerin baş harflerinden üretilmiş kısa adlar ya da akronimler, kısaltmalar gibi) belirleyici ögelerini inceliyor. Sonra eski Mısır’dan XX. yüzyıl yayınlarına kadar dil bilimsel uygulamalarda benzer örnekleri tespit ediyor.
Türkiye’de olduğu gibi İngiltere’de de “mesajcaya hayır” diyenlerin tahribat olarak gördüğü kısaltmalara, Crystal “dilde gelişme” diyor ve evrim olarak niteliyor. Crystal’in (hepimizi) şaşırtan değerlendirmeleri şöyle:
“Dil bilimciler kısa mesaj yazma curcunasına odaklandıklarında, araştırmacılar da kısa mesajın etkilerini deneylerle incelemeye başladı. Sonuçlar genel kanıyı çürüttü. Geçen sene İngiltere’de yapılan bir deneyde, kısa mesaj yazan ve çok kısaltma kullanan çocuklar, okuma ve kelime haznesi testinde yüksek başarı elde etti. Aslında, kısaltma yapmada uzmanlaştıkça, imla ve yazımda da daha iyi oldular. Kısa mesaj yazımı her ne kadar okuryazarlığın gelişmesi için araç olmaktan uzak görünse de, bu konuda destekleyici işlevi olduğu söylenebilir. Bu, ebeveynlerin bebekleriyle yaptıkları anlamsız konuşmalar veya çocuklarına kitap okumalarıyla benzer etkiye sahip: Çocuk, anlamlı-anlamsız, dile ne kadar maruz kalırsa, sözsel yeteneği o oranda artıyor.”
Crystal, araştırmaları sonucunda çok önemli iki tespit yapıyor:
Kısaltılmış kelimeleri etkili biçimde yazabilmek ve onlarla oynayabilmek için önce dilinizin seslerinin harflerle ilişkisi hakkında bir algıya sahip olmanız gerekir. Kısa mesaj yazanlar bu algıya sahiptir.
Sınavlarda en yüksek notları alan çocuklar, cep telefonuna en önce sahip olanlardır.
Yazarın şu cümleleri de kısa mesaj hakkındaki yaygın kanaatlerin doğru olmadığını ortaya koyuyor: “Elektronik iletişim kendine özgü bir dikkatsizlik yaratsa da bu, akademik dildeki veya gazetecilerin yaptığı kısaltmalardaki dikkatsizlikten kötü olamaz. Kısa mesaj, kesinlikle aptallığa yol açmıyor. İngiltere’de metin-şiir rekabetinin galiplerine bakıldığında, metin yazmanın gücünün ardında yenilik tutkusu olduğu, dil bilimsel tembellik olmadığı anlaşılır.” Crystal, elektronik iletişimin “yazıya yeniden bir yaratıcı ruh sunduğunu” söylüyor. Tıpkı tabuları yıkan Shakespeare’in yaptığı gibi… (bk. Huang’ın yazısı).
Dilin İnceliklerini Öğrenme Sürecini Hızlandırmak
Toplumun özellikle genç kesimi Genel Ağ ve cep telefonu sayesinde şimdi daha çok yazı yazıyor. Çok yazı yazmak, dilin inceliklerini öğrenme sürecini hızlandırır. Bir dil ne kadar çok yazılırsa, o kadar işlenir ve gelişir. Diğer diller gibi Türkçe de bilişim çağında Genel Ağ ve cep telefonu üzerinden daha çok yazılıyor. “Eskiden mektup yazardık, bayramlarda posta kartı atardık” diyenlerin hayıflanmasına ve üzülmesine gerek yok. Onlar, nostalji (geçmişe özlem) olsun diye hâlâ mektup yazıp posta kartı atabilirler. Artık dünyanın hızla değiştiğini fark etmemiz ve bilişim çağına ayak uydurmamız gerekiyor. Dünyanın değişmesiyle haberleşme biçimi de değişti. Telefonla konuşmanın pahalı olduğunu bilen insanlar ya bilgisayarının başına oturup uzun veya kısa e-postalar yazıyor ya da cep telefonunun tuşlarına hızla basarak kısa mesaj gönderiyor. Haberleşmede bir azalma, kısıtlanma olduğunu söylenemez. Mesajlarda mektubun veya posta kartının sıcaklığını bulamayanlar belki de çağa ayak uyduramayanlardır.
David Crystal, anılan kitabında çok önemli sonuçlar ortaya koyuyor. İnsanlar herhangi bir deneye veya bilimsel çalışmaya değil, gözlemleri sonucu elde ettikleri düşüncelerinin doğru olduğuna inanıyor. Hâlbuki, devrinden şikâyet ve geçmişe özlem, insanlığın asırlardır süren ortak vasfı değil midir? Yaşadığımız şartlardan her zaman şikâyet ediyoruz ve geçmişi özlüyoruz. Özlediğimiz geçmişi, günümüzle nesnel olarak karşılaştırma imkânımız yok. Böyle bir arayışın içinde de değiliz. Crystal, araştırmaları sonucunda kısa mesaj yazan gençlerin daha kolay iletişim kurduğunu söylüyor. Yazar, şimdiye kadar yanlış bildiğimiz veya inandığımızın aksine, cep telefonuna erken yaşta sahip olan çocukların dil gelişiminin daha hızlı olduğunu, kelime haznelerinin genişlediğini ve derslerde yüksek not aldıklarını da ortaya koyuyor.
Velhasıl, dilseverlerin endişelenmelerine gerek yok. Genel Ağ veya telefon mesajlarında sesli harfleri atarak kısaltma yapanlar, dili bozmuyorlar. Aksine bireysel olarak kendi dillerini geliştiriyor ve dilin daha yoğun biçimde kullanılarak ömrünün uzamasına katkıda bulunuyorlar.
Türkçe için hiç endişelenmeyin. İki yüz milyon insanın kullandığı bir dilin öleceği endişesini taşımak, bilim insanlarını güldürüyor. Siz gururla Türkçe okuyup yazmaya devam edin yeter ki! Son yıllarda dile duyarlı geniş kitleleri endişelendiren dilde yaşananlar ise bir değişimden ibarettir. Bu değişimin yüzyıllardır devam ettiğini, günümüzde olduğu gibi gelecekte de devam edeceğini düşünmek ve bilmek gerekir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder