Çevirmen,
özgün yazarın kişisel dil kullanımını çözümleme ve aktarma sorunları
ile
karşılaşmaktadır. Diğer bir deyişle çevirmen, yazarın sanatsal dil kullanımını
ve
değişmeceli
dil düzleminde kaynak metinde kullanılan eğretilemelerin, benzetmelerin
aktarılması noktasında
sorunlarla uğraşmak zorundadır
Türkçe
ve Fransızcanın farklı dil gruplarına ait olması çeviri sürecinde birçok
sorunlar
yaratmaktadır: Fransızcada sözcüklerin eril ve dişil (le, la, l’)
olarak ayrılması,
bazı
fiillerin ilgeçlerle (de, à) birlikte kullanılması, cümlede sözdizimin farklı
oluşturulması,
kişi adıllarının özne düzeyinde (il,
elle, elles, il) farklı sunulması vb.
a)
Cümlede sözdizimi
Ayşe parle à Ali.
Ayşe, Ali ile konuşuyor.
b)
özneli olarak
Elle
parle à lui O,
onunla konuşuyor.
Yukarıdaki
örnekte görüldüğü gibi, Fransızcadaki kişi adıllarını (elle, lui)
Türkçede
“o” ile karşılayabiliyoruz. Bu durum bazen çevirilerde karışıklığa neden
olmaktadır.
Dilsel
öğeler içeren metinlerin çevirisinde, erek dilde karşılığını bulamadığımız
gibi
tersi durumlarda olabiliyor. Örneğin Türkçede akrabalık ilişkilerinin
tanımlanmasında
oldukça zengin bir dağarcığa sahip olmamıza karşın Fransızcada
bunun tersi bir
durum söz konusu.
Dilin
işleyiş farklılığından doğan sıkıntıların yanında, kültürel farklılıklardan
doğan
çeviri güçlükleri de yazın çevirisinde yoğun olarak hissedilmektedir. Hilmi Yavuz,
Metis Çeviri dergisindeki bir söyleşide, çeviride kültür farklılığından doğan
sorunlara
değinirken verdiği şu örnek çarpıcıdır:
“Dilin dünyayı temellük ediş biçimi çok görece bir şey.
Diyelim
bizim dilimizde kahverengi der geçeriz, buna karşılık
Maurilerde
dört yüz tür kahverengi var. Belki bu antropolojik
anlamda
kültüre gitme bakımından çok önemli. Yazar çok belli
bir tür
kahverengi için kullanılan sözcükle yazmış, ama biz
ona
kahverengi
deyip geçiyoruz.” (Yavuz,
1992, 26)
Her
şiirin kendine özgü anlatım biçimi, yapısı, ritmi olduğu göz önüne
alındığında,
şiir çevirisinde kaynak metnin biçimsel ve içeriksel yapısı çevirmence
gözetilmelidir.
Söz oyunlarını, imgeleri değerinden bir şey kaybetmeden aktarabilmek
önemlidir.
Kısacası, çevrilen şiir metni, gerek içerik gerekse de estetik yönünden özgün dilde
yaratılan etkiyi erek dilde de sağlayabilmelidir.
“Ne olursa olsun, ne söylenirse söylensin şiir
çevrildiğine göre,
şiiri çevirirken nasıl bir yol izlenmekte? İki tutum
benimseniyor
genellikle. Ya şiirin yapısına bağlı kalınacak ya da
serbest çeviri
yapılacaktır.” (Emre, 2007, 166)
Şiirin,
her okurda farklı çağrışımlar yaratma özelliğine sahip olması, bir okur
olarak
çevirmenin de kendi algısına göre yorumlamasına ve aktarmasına neden
olmaktadır.
Çevirmenin şu veya bu ölçüde kendi öznelliğini yani “parmak izlerini”
çeviri
metne bırakması sıkça rastlanan bir durumdur. Özellikle şair-çevirmenin, çoğu zaman
yazarın “dili” yerine kendi dilini yansıttığını ve kaynak metnin kendine özgü
biçemsel
yapısının yitip gittiğini görürüz. Cumhuriyet döneminde Eyüboğlu ve Ataç’ın
çizgisinde
olan çevirmenlerde yaygın olan bu tutum, dönemin bazı şair ve yazarlarınca eleştirilmiştir.
Şiir
çevirilerinin tüm dünyada olduğu gibi bizde de şairler tarafından yapıldığını
daha
önce belirtmiştik. Şiir çevirilerinin genelde şair-çevirmenlerce yapılmasının
nedenlerinden
biri şiirin derinliklerine inmenin, ruhunu kavramanın özel bir yeti
gerektirmesidir.
Bu ise genelde şairlerin üstesinden gelebileceği bir durumdur. Diğeri
ise,
şiir çevirme etkinliği şair-çevirmenin ufkunu genişletmesinin ve kendini
çoğaltmasının
bir aracıdır. Buna bir tür laboratuar çalışması da diyebiliriz. Çevirmen, bu yolla
yaratıcılığını ortaya çıkarmayı amaçlar.