Hiç şüphe yok ki İslâm, Türk milletinin hayatında büyük ve köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Milâdî 10. asırda Müslüman olan Türkler, bu tarihten itibaren Allah katında yegâne din olan İslâm'a göre hayatlarını şekillendirmişlerdir. "Yeni medeniyet ilim, fikir ve edebiyat târihinde hakîkî bir dönüm noktası, yeni bir merhale olmuştur. İlk anda dikkati çeken bir değişme dil sahasındadır." "Diğer taraftan Türklerin bu îmân ve medeniyeti daha iyi tanımak, onun ilmini ve ideolojisini kavramak için, Müslümanlığın din ve ilim dili Arapçayı öğrenmeleri gerekmiştir."
1
Türkler, İslâm'ı daha iyi öğrenebilmek, Kur'ân ve sünnete daha iyi tâbi olmak için ilk zamanlardan beri Arapça öğrenmeye başlamışlardır. İslâm'ı kısa zamanda öğrenmek ve öğretmek için daha önce kullandıkları alfabeleri bırakarak Kur'ân yazısı olan Arap harflerini kullanmaya başlamışlardır.
Müslüman olan Türk kavimlerinin hayatındaki değişiklik sadece imân ve ibâdet açısından olmamıştır. İslâm kültürü artık sosyal hayatta da yerini almış, çocuklarına isim verirken sahâbenin isimleri öne çıkmış, onlara İslâm'ı öğretirken peygamber kıssaları ve sahâbenin örnek hayatları dikkate alınmıştır. Bunun için de İslâmî eserler kaleme alınmaya başlanmış. Arapçadan birçok eser tercüme edilmiş veya bazı eserlere şerhler yazılmıştır.
Müslüman Türkler her ne kadar yazdıkları ilk eserlerini Fars edebiyatının tesiriyle meydana getirmiş olsalar da, eserlerin muhtevâsı, şiirdeki vezin ve kâfiyeler, nazım şekli ve türleri, edebî sanatlar, İranlıların da etkisinde kaldıkları Arap edebiyatından etkilenerek ortaya koymuşlardır. Şüphesiz bu ilişkiler tek taraflı olmamıştır. Cahiliye döneminden itibaren Araplar, Türkleri tanımakta idiler. Şiirlerinde Türklerden ve onların durumlarından bahsetmekte idiler. Suudi Arabistanlı değerli dostum Türkolog Doç. Dr. Mes'ad Süveylim eş-Şâmân, "Hicrî 7. Asrın Sonlarına Kadar Arap Şiirinde Türkler" başlıklı kıymetli makalesinde, Arap şairlerinin çok eski devirlerden beri şiirlerinde Türklerden bahsettiklerini örnekleriyle ortaya koymuştur.Ancak Türk şiirinin ve edebiyatının Arap edebiyatı üzerindeki tesiri sınırlı olmuştur.
Agâh Sırrı Levend 'Türk Edebiyatı Tarihi' adlı eserinde Arap edebiyatı üzerinde dururken Abbasîler zamanında Türklerin Arapçayı daha çok benimsediklerini kaydetmektedir.
2
Çalışmamızda Türklerin Karahanlılar zamanından beri meydana getirdikleri edebî eserlerde, Arap dili ve edebiyatının tesirleri üzerinde durmak istiyoruz.
Arap edebiyatının Türk edebiyatı üzerindeki tesirlerini iki açıdan ele almak mümkündür:
1. Arap Şiirinin Türk Şiiri Üzerindeki Nazım Şekli ve Vezin Bakımından Tesiri
Orta Asya'dan beri Türk topluluklarının hayatlarında edebiyatın önemli yeri vardır. Arapların çöldeki hayatları gibi göçebe olarak yaşayan Türkler de, özellikle sözlü edebiyatın hâkim olduğu ilk devirlerde şiir hep ön plandadır. Önceleri millî vezin kabul edilen hece ölçüsünün yerini zamanla Arap edebiyatının aruz vezni almıştır. Dolayısıyla şimdilik ilk örnekleri 11. asırdan itibaren var olduğu tespit edilen Türkçe manzum eserlerde Arap şiirinin yegâne vezni olan aruzun çeşitli bahirleri kullanılmıştır.
Türk edebiyatının mevcut İslâmî muhtevâlı ilk eserleri olan Yusuf Has Hâcib'in Kutadgu Bilig adlı eseriyle Edîb Ahmed b. Mahmûd-ı Yüknekî'nin Atebetü'l-Hakâyık adlı eserleri aruz vezninin Fe'ûlün / Fe'ûlün / Fe'ûlün / Fe'ûl kalıbıyla yazılmıştır. Daha sonraki dönemlerde hemen hemen Türk şiirinin ekseriyetinde bu tesir devam etmiştir.
Bilindiği gibi Arap şiirindeki aruz vezni üzerinde ilk tasnif faaliyeti yapan İmam Halil b. Ahmed'tir (ö. 786). Türkler, Müslüman olduktan sonra ortaya koydukları manzum eserlerinde Arap şiirinde kullanılan bahirlerden birçoklarını kullanmışlardır. Bu bakımdan konuyu öncelikle aruz açısından ele alacak olursak, Arap edebiyatındaki aruz bahirlerinin büyük çoğunluğu Türkçe şiirlerde kullanıldığını müşahede ederiz. Cem Dilçin, Arap aruzunda 19, İran ve Türk şiirinde ise 14 bahir kullanıldığını söylemektedir.
3
Türkçe şiirlerde en kullanılan aruz bahirleri:
Bahr-ı Hezec
(Mefâîlün/ Mefâîlün/Mefâîlün/ Mefâîlün)
Bahr-ı Recez
(Müstef'ilün/Müstef'ilün/Müstef'ilün/Müstef'ilün)
Bahr-ı Remel
(Fâilâtün/ Fâilâtün/ Fâilâtün/ Fâilâtün)
Bahr-ı Münserih
(Müfte'ilün/ Fâilün / Müfte'ilün/ Fâilün)
Bahr-ı Muzâri'
(Mef'ûlü/ Fâilâtü/ Mefâîlü / Fâilün)
Bahr-ı Muktedab (Fâilâtü/ Müfte'ilün)
Bahr-ı Müctes
(Mefâilün/ Feilâtün/ Mefâilün/ Feilün)
Bahr-ı Seri' (Müfteilün/ Müfteilün/ Fâilün)
Bahr-ı Karîb (Mef'ûlü/ Mefâîlü/ Fâilün)
Bahr-ı Cedîd (Feilâtün/ Mefâilün/ Feilün)
Bahr-ı Müşâkil (Fâilâtü/ Mefâîlü/ Feûlün)
Bahr-ı Mütekârıb
(Faûlün/ Faûlün/ Faûlün/ Faûlün)
Bahr-ı Mütedârik
(Fâilün/ Fâilün/ Fâilün/ Fâilün)
Bahr-ı Kâmil
(Mütefâilün/Mütefâilün/Mütefâilün/Mütefâilün).
Arap şiirinin sadece vezin bakımından değil, nazım şekilleri açısından da Türk edebiyatı üzerinde tesiri olmuştur. Bilindiği gibi Arap şiiri öncelikle beyitlere dayalı nazımdır. Bu şiirin esas nazım şeklini oluşturan Arap edebiyatında ilk olarak Mühelhil'in ortaya koyduğu kaside nazım şekli aynıyla Türk edebiyatında yer almıştır.
Kasidelerdeki nesîb, teşbîb, medhiye, tagazzül, fahriye ve duâ bölümleriyle matla' ve makta' beyitleri, kâfiye şekilleri her iki edebiyatta da aynıdır. Bunun yanı sıra kasidelerdeki tagazzül bölümünden hareketle Türk şiirinde daha ziyade gazel nazım şekli kullanılmıştır.
Beyit esasına dayanan bir başka şekil de Arapçada müzdevice denilen ve Farsça ve Türkçede mesnevî diye adlandırılan nazım şeklidir. Mesnevî, aruzun kısa kalıplarıyla ve her beyit kendi arasında kafiyeli olduğu için Türk edebiyatında çok başvurulan bir şekildir.
Kaside ve gazelin yanı sıra beyitlere mısralar ilave edilerek yeni nazım şekilleri de geliştirilmiştir. Beyitlere iki mısra ilavesiyle murabba veya terbi', üç beyit ilavesiyle tahmis veya taştîr, dört ilaveyle tesdîs... şeklinde şiirler yazılmıştır.
Beyitlerin dışında kıt'a hâlinde yazılan şiirler de yine Arapça olarak isimlendirilmektedir. Bunlar da üç mısradan meydana gelenlerine müselles, dört mısradan olanlarına murabba' ve sırasıyla muhammes, müseddes, müsebba', mütessa' ve muaşşer denilmiştir.
Arap edebiyatı nazım şekilleri doğrudan Türk edebiyatına tesir etmiş, vezin ve kâfiye esaslarına riâyet edilmek kaydıyla bazılarında daha da ileri noktalara gidilmiştir.
2. Arap Edebiyatının Türk Edebiyatı Üzerinde Nazım Türleri, Muhtevâ ve Edebî Sanatlar Bakımından Tesiri
Cahiliye döneminden itibaren Arap şairleri ve şiiri, Türk şairleri üzerinde derin etkiler meydana getirmiştir. Arap edebiyatının Cahiliye, Muhadramûn, Müvelledûn ve Muhdesûn devirlerine ait birçok şairin kasideleri defalarca Türkçeye tercüme edilmiş ve bunlar üzerinde şerhler yapılmıştır.
Cahiliye döneminde şöhret bulan muallâka şairlerinin şiirleri Türkçeye tercüme edilmiş ve bunların şerhleri yapılmıştır. Muallâka şairlerinden Züheyr b. Ebî Sülmâ'nın oğlu olan Ka'b b. Züheyr'in Bânet Suâd Kasidesi birçok şair tarafından tercüme, şerh, tahmîsleri yapılmıştır. Bunun yanında Peygamber Efendimizin [s.a.s.] şairleri arasında yer alan Âmir b. Sinân el-Ekvâ (ö.628), Abdullah b. Revâhâ (ö.629), Ka'b b. Mâlik (ö.670) ve özellikle Hassân b. Sâbit'in (ö. 680) kasideleri tarih boyunca Türk şiirine etki eden manzumeler arasındadır.
4
Arap şairleri arasında eserleri Türk şairlerine en çok etki edenler Peygamber Efendimizin [s.a.s.] hakkında na't yazan şairlerdir. Bunların başında daha önce de bahs ettiğimiz gibi Ka'b b. Züheyr'in Kaside-i Lâmiyyesi (Kaside-i Bürde), Hassân b. Sâbit'in şiirleri, daha sonraki asırlarda yaşayan Muhammed b. Saîd el-Bûsirî'nin Kaside-i Mîmiyyesi (Kaside-i Bür'e)'si başta gelmektedir.
Peygamber Efendimiz'in [s.a.s.] sahâbîlerinden Hassân b. Sâbit'in müteaddid medhiyeleri, bazı Türk şairleri tarafından önce aynı vezin ve kâfiyede Arapça tahmis edilmiş, sonra bu metinler manzum olarak Türkçeye tercüme edilmiştir. Bunlardan bir misali burada zikredelim:
لشانكادراكالعقولمقصًر
بوصفكمنفيحدذاتهيقدر
لنعتـكحسًانبقولهاظفـر
تشبيهكبدرالليلبلانتانور
ووجهكمنماءالملاحةازهر
5
18. asır şairlerinden Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri bulunan Abdullah Salâhî (1717–1782)'nin
6 bu manzumesindeki son iki mısra Hassân b. Sâbit'indir. Bunun her beytine üç mısra ilave edilerek Salâhî tarafından tahmîs edilmiştir. Şair, bu Arapça tahmisini aynı vezin ve kâfiye ile Türkçe olarak da ifade etmiştir.
Beşer Fehmi senin idrâk-i şânında çü aksardır Kim ola ki senin haddince ol vasfında akderdir Velî tanzîm-i na'tın kavl-i Hassân ile hoş-terdir Şebîhin bedr oluptur lîk zâtın andan enverdir Letâfetde yüzün mâh-ı melâhatden de ezherdir
1182-1235 yıllarında yaşamış olan Şerefeddin Ömer b. Ali (İbn-i Fârız) de kasideleri bakımından Osmanlı döneminde tesiri çok olan Arap şairlerdendir. Onun Kaside-i Yâiyye, Kaside-i Râiye ve özellikle "Hamriyye" adıyla meşhûr olan Kaside-i Mîmiyyesi üzerinde birçok tercüme ve şerhler yapılmıştır.
7
Bir başka kaside ise İbnü'n-Nahvî nâmıyla meşhur olan Ebu'l-Fazl Yusuf b. Muhammed b. Yusuf et-Tevrezî'nin Kaside-i Münferice'sidir. Bu kaside esasen kırk beyit olup birçok şair tarafından tahmîs, tercüme ve şerhler yapılmıştır. Bunlar arasında mesela meşhûr Mesnevî şârihi İsmail Rusûhî-i Ankaravî de bulunmaktadır. Bu eser de matbudur.
8
İsimleri zikredilen bu kasideler üzerinde Türk edebiyatında müteaddid manzum ve mensur tercümeleri, Arapça ve Türkçe şerhleri, tahmîs ve tesbîleri yapılmıştır.
Şerefeddin Ebû Abdullah Muhammed b. Sa'id el-Bûsirî (1213-1297)'nin Hazret-i Peygambere yazdığı el-Kevâibü'd-Dürriyye fî Medhi Hayri'l- Beriyye adlı na'tı (bir başka ismiyle el-Kasîdetü'l-Mîmiyye), genel olarak Kasîde-i Bür'e şeklinde tanınmaktadır. Zaman zaman Ka'b b. Züheyr'in Kaside-i Bürde'si ile karıştırıldığından aynı isimle meşhur olmuştur.
Osmanlı zamanından günümüze kadar Türk edebiyatı ve şairleri üzerinde önemli tesirleri olan Muhammed Saîd el-Bûsirî'nin bu eseri üzerinde en çok tercüme ve şerhler yapılan Arapça kasidelerdendir. Birçok Türk şairi bu kasideye Arapça tahmîs ve tesbîler yapmışlardır. Bunlardan da birinin sadece matla beytinin tesbîini buraya almayı uygun gördük:
ممحمدجاءبالاياتوالحكم
مبشراونذيراجملةالأمـم
ومخبرابعهودالخلقفيالقدم
وموصلاخبرالأحبابفيالحرم
فقلتللقلبلماطاشمنألم
أمنتذكرجيرانبذيسلم
9
مزجتدمعاجرىمنمقلةبدم
Bu kıt'ada da baştaki beş mısra Niyâzî-i Mısrî'ye ait olup 6. ve 7. mısralar Bûsirî'nin meşhûr Kaside-i Bür'e'sindendir.
Bûsirî'nin kasidesi üzerinde yapılan son manzum tercümelerden Prof. Dr. Mahmut Kaya'nın eseri, emsalleri arasında en duygulu olanıdır.
10 Şair önce beyitlerin Türkçe tercümesini vermiş, sonra da bu mânâdan aldığı ilhamla manzum olarak ifade etmiştir.
Resûl haz duyardı gece kalkmaktan
Hakk'ın huzûrunda fazla kalmaktan
Ayaklar şişerdi namaz kılmaktan
Yazık bana yazık aykırı gittim
Onun sünnetine aykırı gittim
Hazret-i Muhammed Hakk'ın sesidir
Her iki dünyanın efendisidir
Arap-Acem onun bendesidir
Zaman o gül gibi gül görmüş değil
Sen de o güzelin önünde eğil
Dîvân edebiyatında "iktibâs" ve "mülemma" da önemli edebî sanatlardandır. Bunlardan iktibâs, âyet ve hadislerden bir cümle veya kelimeyi manzumenin herhangi bir yerinde kullanmak demektir.
Na'tlarda geçen âyet ve hadislerden iktibaslar şüphesiz sadece bunlardan ibâret değildir. Bunlara dair misaller Prof. Dr. Emine Yeniterzi tarafından örneklerle geniş bir şekilde ele alınmıştır.
11
19. asrın Dîvân şairlerinden Ziyâ Paşa, Terkîb-Bend adlı manzumesinde şu beyti her bendin sonunda tekrarlamaktadır:
Zâlimlere dedirir bir gün kudret-i Mevlâ
تَاللّهِلَقَدْآثَرَكَاللّهُعَلَيْنَا
Cenâb-ı Hakk'ın yüce kudreti zâlimlere bir gün, Yûsuf Sûresi'nde 91. âyette buyrulduğu gibi, "Allah'a and olsun ki, gerçekten Allah seni bize üstün kıldı." dedirir. Bu âyetin tamamı şöyledir:
قَالُواْتَاللّهِلَقَدْآثَرَكَاللّهُعَلَيْنَاوَإِنكُنَّالَخَاطِئِينَ
Bu âyetin vezne uygun gelen kısmı iktibas yoluyla şiirin ikinci mısraı olarak kullanılmıştır.
Türk edebiyatında mülemma sanatı vardır ki, Türkçe Arapça ve Farsça karışık olarak yazılmış gazellere denilmektedir. Genellikle gazelin beyitlerinin birinci mısraı Türkçe, ikinci mısraı da Arapça veya Farsçadır. Bunun aksi de olabilir.
Aşağıdaki gazel, meşhûr şair Fuzûlî'nin mülemma tarzındaki gazeline güzel bir örnektir:
Ol müşk-bû gazâle ihlâsım eyle vâzıh
بلغصباسلامامسكيةالروائح
Olgaç Habîbe vâsıl bizden hem ola gâfil
لاتقطعالرسائللاتكتمالصرائح
Yüzde sirişk kanı söyler gam-ı nihânı
قدتظهرالمعانيبالخطفيالوائح
Men mübtelâ-yı hicrân menden ırâğ cânân
والعمركيفماكانمثلالرياحرائح
Aşkın Fuzûlî-i zâr terk etmek oldu düşvâr
ياعارفابماصارلاتكثرالنصائح
Manzum olsun, mensur olsun, İslâm tesirinde Türkçe kaleme alınan bütün eserlerde müşterek bazı vasıflar vardır. Arapça mensur eserlerde de görünen kitapların mukaddimelerinde Besmele, Hamdele, Salât u Selâm ile başlama âdeti Türkçe bütün eserlerde görülür. Yazılan eser ister manzum, ister mensur olsun; kitabın muhtevâsı ister dinî ilimler olsun, isterse tarih, edebiyat veya herhangi bir konuda olsun mutlaka bu esaslara riâyet edilmektedir.
Eser manzum ise, nazım türleri de bu muhtevâya göre isim almaktadır. Mesela bir kitabın başında önce besmeleyle başlayan ve Cenâb-ı Hakk'ın vahdâniyetini mevzû edinen bir manzume kaleme alınır ve buna "Tevhîd Manzûmesi" denilir. Manzume uzun veya kısa oluşuna göre farklılık arz ederse de mutlaka Tevhîd akîdesini iyice pekiştirmek için bu kısım hiç ihmâl edilmez. Şâirlerin divanlarının başında mutlaka yer alan ve genelde kaside ve gazel nazım şekliyle tevhîd manzumesi yazmaları âdetten olmuştur. Bundan sonra da ekseriya münâcât manzumeleri bulunmaktadır.
Tevhîd ve münâcât manzumesini takip eden kısım ise na'tlardır. Bunlar Hazret-i Peygambere ittibâı, onun sünnetine tâbi olmayı konu edinen, âyet ve hadislerden iktibaslar yapılarak çoğu kez kaside ve gazel nazım şekliyle kaleme alınmışlardır.
Gerek tevhîd manzumeleri ve gerekse na'tlar herhangi bir eserin başında bir iki manzume şeklinde yer aldığı gibi konusu sadece tevhîd ve na't olan müstakil eserler de bulunmaktadır.
Arap edebiyatında önemli yer işgal eden bazı manzum hikâyeler de Türk şairleri tarafından benimsenmiş ve bu alanda birçok mesnevîler kaleme alınmıştır. Bunlar arasında özellikle Leylâ ile Mecnûn ve Yusuf ile Züleyha başta gelmektedir.
Leylâ ile Mecnûn Hikâyesi
Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında en çok etki eden metinlerden biri de Leylâ ile Mecnûn hikâyesidir. Bu hikâye, Agâh Sırrı Levend'in ifadesine göre mîlâdî 7. asrın sonlarında yaşamış olan ve Isfahânî'nin Kitâbü'l- Agânî'sinde Arapların Benî Âmir kabilesinden Kays b. Mülevvıh ile amcasının kızı Leylâ bt. Sa'd arasında geçmektedir. Önceleri sözlü bir halk hikâyesi iken daha sonraları yazıya geçirilmiştir.
12 Arap edebiyatında yazılı olarak görülen Leylâ ile Mecnûn hikâyesi, Ebûbekr el- Vâlibî'nin Dîvânu Mecnûn Leylâ'sıdır. Türkler arasında oldukça yaygın olan bu hikâyenin Farsça ilk örneklerini de aslen Türk olan Nizâmî-i Gencevî ile Emir Hüsrev yazmışlardır. Biz burada Arap ve Fars edebiyatlarından ziyâde Türk edebiyatındaki Leylâ ile Mecnûn hikâyelerinden bazılarına temas edeceğiz:
Bu hususta 16. yüzyılda, Doğu Türkçesiyle yazılmış iki önemli eser vardır. Birincisi, Hâtifî'nin (ö. 1521) 1477'de Şehzâde Cem'e sunulan Gülşen-i Uşşâk adlı mesnevîsi. İkincisi de Ali Şir Nevâî'nin (ö.1501) 1484'te kaleme aldığı Leylâ vü Mecnûn'udur. Bu hususta Çağatay lehçesi ile eser veren diğer şairler de şunlardır: Bihiştî (ö.1511), Celîlî (ö. 1569) ve Hakîrî (ö. 1524).
16. asırdan sonra Leylâ ile Mecnûn yazanlar oldukça çoktur. Bunlardan bazıları: Hamdullah Hamdi (ö.1503), Fuzûlî (ö.1556), Ahmed Rıdvan, Piriştineli Celalzâde Sâlih Çelebi (ö.1565), Kafzâde Fâizî (ö.1622), Örfî (ö.1772).
Son zamanlarda da Leylâ vü Mecnûn hikâyesine ilgi artarak devam etmiştir. Bu hususta manzum ve mensur olarak yayınlanan eserlerin gerek aynen gerek sadeleştirilerek yayınlanmasından bu durum anlaşılmaktadır. Fuzûlî'nin eseri, Prof. Dr. Hüseyin Ayan ve Prof. Dr. Muhammed Nur Doğan tarafından; Süleyman Tevfik (ö.1939)'in mensur Leylâ ile Mecnûn'u da Prof. Dr. Kemal Yavuz tarafından metni ile birlikte yayınlanmıştır.
13 Prof. Dr. İskender Pala'nın yayını da günümüz neslinin kolayca anlaması için iyi bir çalışma olmuştur.
14 Bu zikrettiklerimizden başka Leylâ ve Mecnûn konusu hakkında Türkçe olarak lisans, yüksek lisans, doktora tezleri yapılmış, muhtelif asırlarda telif edilmiş hikâyelerin metin neşri ve sadeleştirmeleri yayınlanmıştır.
15
Yûsuf u Züleyhâ Hikâyesi
Konusunu Yûsuf sûresinden alan ve âyette "ahsenü'l-kasas" olarak belirtilen kıssanın da edebiyatımızda bir hayli şair tarafından ele alındığı bilinmektedir. Akşemseddin'in oğlu Hamdullah Hamdi'nin (1449- 1503) hamsesinde yer alan Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi benzerleri arasında en meşhur olanlarındandır.
16 Yurt içi ve yurt dışındaki elyazma eser kütüphanelerinde şimdilik yüzden fazla nüshasının bulunması bu eserin halk üzerindeki etkisini göstermektedir.
17
Leylâ ile Mecnûn hikâyesinde olduğu gibi bu konuda da, özellikle eski edebiyatımızda manzum, mensur birçok eser verilmiştir. Günümüzde ise üzerinde Türkçe olarak lisans, yüksek lisans, doktora tezleri yapılmış, muhtelif asırlarda telif edilmiş hikâyelerin metin neşri ve sadeleştirmeleri yayınlanmıştır.
18
Buraya kadar yaptığımız izahlardan ve verdiğimiz misallerden anlaşılmaktadır ki Arap edebiyatının tarih boyunca, gerek şekil gerek muhtevâ yönünden Türk edebiyatı üzerinde büyük tesiri olmuştur. Orta Asya'daki ilk numûneleri daha çok Türkçe kelimelerle ve hece vezniyle olan şiirin, daha sonraları İslâm'ın tesiriyle değiştiğini görmekteyiz. İran edebiyatının tesiriyle ilk yazılı örneklerinde aruz veznini kullanan Türkler, bu vezne uygun olması bakımından Arapça kelimelere daha çok yer vermeye başladılar.
Diğer taraftan dinî ilimlerde Arapçaya duyulan ihtiyacın yanı sıra Arap edebiyatına da o oranda ilgi arttı. Bunun sonucunda ilgi duydukları bu yeni edebiyatın şekil ve muhtevası da aynı ölçüde manzum ve mensur eserlerde tesirini gösterdi. Böylece Arapça olarak iman ve akâide dair yazılmış eserler, Peygamber Efendimizin [s.a.s.]methine dair söylenmiş na'tlar Türk edîb ve şairlerinin örnek aldığı metinler olmuştur. Bunun için günümüze kadar birçok Arapça kasidenin, manzum veya mensur bir hayli risâlenin tercüme ve şerhleri, nazîre ve tahmisleri yapılmış, hâlen de yapılmaktadır.