Müfredatımız harika! Ülkenin her yanında derslere branş öğretmenleri giriyor! Öğrenciler başka bir dili konuşmaya can atıyor! Veliler evlatlarını çok iyi motive ediyor! Kısacası herkes üzerine düşeni yapıyor! Peki, o halde neden olmuyor? Evet evet, bütün suç okuma parçalarındaki Mr. Brown’da!
Yıl 1989… Antalya’da bir lise… Lise 2 öğrencilerinin İngilizce dersinden yazılı sınavı vardır. Öğretmen yazılı kâğıtlarını dağıttıktan sonra sınıfın penceresini açıp beden eğitimi dersinde futbol maçı yapan çocukları izlemeye başlar. Sınıfta, İngilizcesi iyi olan üç öğrenci vardır: Latif, Yusuf, Musa. Öğretmenin maç izlemesinden faydalanan sınıf, bu üç öğrenciden rahat rahat kopya çeker. Öğretmen, sınav boyunca bir kez olsun sınıfa dönüp bakmaz. Zil çalınca yazılı kâğıtları toplanır ve öğretmene teslim edilir. Ertesi hafta herkes merakla alacağı notu bekler. Öğretmen, öğrencilerin notunu isim isim açıklama yerine farklı bir metot kullanır: “Latif’ten yapanlar 9, Yusuf’tan yapanlar 8, Musa’dan yapanlar 7!” Bu arada Ramazan adlı öğrenci espriyi patlatır: “Yaa hocam, ben hem Musa’dan hem de Latif’ten yapmıştım, benim notum kaç acaba!”
İngilizce sözlükte ‘mantı’ kelimesinin karşılığını bulamayınca ‘mantık’ anlamına gelen ‘logic’in sonundaki ‘c’yi atarak kendince İngilizce mantı yazdığını düşünen, ‘history’ ile ‘date’i ayırt edemeyip yandaş medyanın yalan haberlerine kanarak Fuat Avni’nin bulunduğunu sanan Türk insanının yabancı dil serüveni yıllardır ‘yes’ ile ‘no’ arasında gidip geliyor. “This is a pencil” diyen bir kur atlıyor, “Where are you going?” sorusunu anlayıp “I am going to school” diye cevap verenin karnesine İngilizce ‘pekiyi’ olarak yansıyor. Girişteki örnekte olduğu gibi milyonlarca öğrenci, ilköğretimden lise ve üniversiteye kadar yıllarca yabancı dil dersi gördüğü hâlde hiçbir şey öğrenemiyor ama ona rağmen yüksek notlarla sınıf geçip mezun oluyor. Bu durum, yıllar önce Mr. and Mrs. Brown hikâyeleriyle büyüyen nesilde de aynıydı, bugün de aynı.
Üniversite mezunu Osman Peksöz, yabancı dile yıllarını verdiği hâlde öğrenmeye bir türlü muvaffak olamayan yüz binlerce gençten yalnızca biri. İlköğretim 6. sınıfta başlayan ve yıllar süren İngilizce macerasında istenilen ilerlemeyi bir türlü kaydedememiş. Peksöz, bu dersi ilk matematik öğretmeninden almış olsa da başlangıçta sevmiş. En yüksek notla geçmiş. Fakat gramer ağırlıklı eğitimden zamanla çok sıkılmış. Lise birinci sınıfta derse karşı soğukluk iyice artmış. Hâliyle bu durum notlarına da yansımış. Ortaokuldaki başarılı öğrenci bir anda İngilizceyi zar zor geçen bir öğrenciye dönüşmüş. Osman’ın yabancı dili kâbus gibi görmesi bu senelerde başlamış. Tam kurtuldum derken kazandığı İstanbul Üniversitesi’nde tekrar karşısına çıkmış. İngilizce muafiyet sınavına girmiş. Fakat yine zamanlar, boşluk doldurmalar burada da karşısına dikilmiş. Neticede sınavda başarılı olamamış. Dersi almak mecburiyetinde kalmış. Sınıfın seviyesi başlangıç seviyesinde olmasına rağmen hoca ikinci derste en zor gramer konularına geçmiş. Bir sonraki derse öğrencilerin yüzde 80’i gelmemiş. Peksöz, sınıfı, biraz hocanın istediği gramer konularını ezberleyerek, biraz da kopya çekerek geçmiş.
Osman Peksöz, halkla ilişkiler bölümünde okuduğu için kendi kendine “Bu dili öğrenmem şart” diye söz vermiş. Mezuniyetle birlikte dil kurslarının yolunu tutmuş. İstikrar sağlayamasa da iki sene devam etmiş. Burada okullarda bir türlü öğrenemediği gramer meselesini iyice çözmüş. Fakat ‘anlıyorum ama konuşamıyorum’ hastalığı kısa zaman sonra onu da esir almış. Parasını vererek gittiği kursta “konuşma” perdesini bir türlü yırtamamış. Sonra farklı bir kursa kaydolmaya karar vermiş. Bir yıl süren ikinci denemede yabancı hocalarla karşılıklı konuşma imkânını daha fazla bulmuş. Özgüven gelmiş kendisine. Bireysel çabasıyla hayli mesafe katetmiş. Tam her şey yolunda giderken iş hayatının yoğunluğu araya girmiş. Ara vermek zorunda kalmış. Evlilik ve çoluk çocuk da işin içine girince dil macerasını soğumaya bırakmak zorunda kalmış.
Atalarımız, yabancı dilin önemine dikkat çekmek ve gelecek nesilleri bu işe motive etmek için uzun zaman önce “Bir lisan, bir insan; iki lisan, iki insan” demişler. Azim, sabır ve kararlılık isteyen bu işte ilk düğme yanlış iliklendiğinden, daha ilkokul sıralarında verilmeye başlayan yabancı dil eğitimi bir türlü nihayete eremiyor. İlköğretimden liseye kadar bin saatten fazla İngilizce eğitimi alınmasına rağmen öğrencilerin yüzde 90’ından fazlası temel düzeyde kalıyor. Avrupa’daki akranları ise iki dil bilerek mezun oluyor. Öğretme teknikleri çocuklara hitap etmediği için yaş ilerledikçe derse karşı ilgi azalıyor. Bu nedenle 6. sınıftan sonra öğrenciler sadece fiziksel olarak derste bulunuyor ve ne yazık ki İngilizce öğrenmiyor. İlköğretimde kartopu gibi başlayan sorun, üniversitede bile çözüme kavuşturulamıyor. Üniversite mezunlarının büyük çoğunluğunun İngilizce seviyesi başlangıç düzeyinde. Halledilemeyen İngilizce, ileride iş hayatında, master ve doktorada da kişinin karşısına çıkıyor. Bütün kriterleri tamamladığı hâlde dil engeline takıldığı için doçentlik alamamış pek çok akademisyen var.
DİL KURSLARI ÇÖZÜM MÜ?
İş hayatına atılmadan önce dil sorununu halletmek isteyen öğrencilerden yurtdışına gidemeyenler kurslara yazılıyor. Peki, buralar merhem oluyor mu? Yıllarca dil kurslarına giden Salih Tekin, şu cevabı veriyor: “İnşaat mühendisliğini bitirdikten sonra İngilizceyi geliştirmeye karar verdim. İlk gittiğim kursta orta seviyeye kadar öğrendim. İş yoğunluğundan ara vermek zorunda kaldım. Bir ara işleri tam yoluna koyup ikinci kursa kaydoldum. Bu sefer de yüksek lisans çıktı. İkisini bir arada götüremeyeceğimi düşünüp kursa başlamadım. Master bitince bu sefer de araya soğukluk girdi. Eski şevkim kalmadı. Anladım ki dili okul yıllarında öğrenmek gerekiyormuş. Bu iş için yoğunlaşma şart.”
Türkiye’deki dil kurslarında istediği neticeyi alamayan on binlerce kişi, meseleyi kökünden çözmek için yurtdışının yolunu tutuyor. Her yıl yaklaşık 100 binin üzerinde öğrenci üniversite, master, doktora, dil eğitimi, staj ve sertifika programlarıyla yurtdışına gidiyor. Bu şekilde yurtdışında eğitime yılda yaklaşık 2 milyar dolar harcanıyor. Dil öğrenme maksadıyla yurtdışına çıkışlardaki temel amaç, yabancı dili konuşulduğu ortamda öğrenme, yani pratik yapma isteği. Türk öğrenciler en çok İngiltere, Amerika, Malta, İspanya ve İtalya gibi ülkeleri tercih ediyor. Bu ülkeleri Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda takip ediyor.
Seyhmus Uğur, devlet bursuyla dil öğrenmeye gidenlerden. 2012’de Kütahya Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’ni bitirdikten sonra Yıldız Teknik Üniversitesi’nde 6 aylık kursa katılmış, ondan sonra da İngiltere’ye gitmiş: “Burslu gittiğimiz için iyi kurslarda eğitim aldık. Dışarıda sürekli İngilizce konuşulduğu için konuşmamı hayli ilerlettim. İngiltere’deki en önemli eksiklik, grameri iyi öğretemiyorlar. Buradaki hazırlık programının faydasını çok gördüm. Kursun sonunda İngiltere’de master yapacak seviyede İngilizce öğrendim.”
SORUN İKİ ASIR ÖNCESİNE DAYANIYOR!
Türkiye’de ilk ve ortaöğretim okullarında öğretimi yapılacak yabancı diller, Millî Güvenlik Kurulu’nun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu kararıyla belirleniyor. Söz konusu kararlar doğrultusunda, okullarda yabancı dil olarak İngilizce, Almanca ve Fransızca okutuluyor. Bu diller arasında İngilizce, dünyaya ayak uydurma çabaları ve yabancı dil konusunda ihtiyaçların değişmesi nedeniyle Türkiye’de de ön plâna çıkıyor. Okullarda da öğrencilerin neredeyse tamamına yakını (yüzde 98,4) birinci yabancı dil olarak İngilizce öğreniyor. Almanca ve Fransızca ise daha çok ikinci yabancı dil olarak öğretiliyor.
Türkiye’nin yabancı dil macerası oldukça eskilere dayanıyor. Tanzimat’tan bu tarafa yabancı dil öğretimi konusunda uğraş veriliyor. Değişen eğitim politikalarının etkisiyle, zaman zaman farklı yabancı dil öğretim metotları uygulanıyor. Fakat bir türlü başarılı olunamıyor. Yabancı dille öğretim yapan yabancı eğitim kurumları dışındaki okullarda arzu edilen düzeyde yabancı dil öğretilemiyor. “Yabancı dil niçin öğretilemiyor?” sorusu yıllardır soruluyor; fakat bir türlü sonuç alınamıyor. Getirilen her yeni değişiklik yeni problemlere yol açıyor.
Tüm dünyada yabancı dil öğrenme isteği her geçen gün artıyor. Türkiye de bu gelişmeye ayak uydurmaya çalışıyor. Son yirmi yılda yabancı dil öğrenimi hızlandırıldı. Dil öğrenimi her geçen yıl daha erkene çekiliyor. Bu husus genel olarak olumlu bulunsa da aslında akademisyenler arasında görüş birliği yok. “Yabancı dil eğitimi daha geç yaşlarda (11-13 yaş arası) olmalıdır.” diyen pek çok uzman var.
İNGİLİZCE EĞİTİMİ DE YAZBOZ!
Millî Eğitim’deki sistem değişikliklerinden yabancı dil öğretimi de nasibini alıyor. Bakan değişikliğiyle bile dil öğretim metodu değişebiliyor. Hüseyin Çelik döneminde tüm genel ve mesleki teknik orta eğitim kurumları (2005-2006 eğitim ve öğretim yılından itibaren) dört yıla çıkarıldı. Anadolu liseleri ve süper liseler “Anadolu Lisesi” adıyla tek program altında birleştirildi. Yoğunlaştırılmış İngilizce eğitim veren hazırlık sınıfları kaldırıldı. Onun yerine 9. sınıfta 6 saatlik, 10, 11 ve 12. sınıfta ise ikişer saatlik İngilizce dersi getirildi. Yabancı dil öğretimi ağırlıklı olarak ilköğretim 4, 5, 6 ve 7. sınıflarda verilecek şekilde planlandı. Avrupa Birliği ve OECD ülkelerinde olduğu gibi yabancı dilin günlük hayatta kullanılabilir bir araç hâline getirilmesi düşünüldü. Fakat geçen süre zarfında beklenen ilerlemeler bir türlü gözlenemedi. Liselerde hazırlık sınıflarının kaldırılmasıyla birlikte dile karşı yoğunlaşma sıkıntısı baş gösterdi. Hâlbuki öğrenciler eski sistemde gün boyu İngilizce dersi görüyorlardı. Öğrenme ve pratik yapma imkânına sahiplerdi. Tek bir amaç vardı; o da adamakıllı İngilizce öğrenmek ve öğretmek. Bir yılın sonunda hazırlık sınıfını başarıyla tamamlayan öğrencilerin çoğu dili kolaylıkla konuşup yazabilecek seviyeye geliyordu.
İstanbul’da bir lisede 10 senedir İngilizce öğretmeni olarak çalışan Aykut Güven’in anlattıkları, dil öğretiminde neden başarısız olduğumuza dair önemli ipuçları veriyor: “Liselerde çok fazla ders var. Doğal olarak öğrenci İngilizceye vakit ayıramıyor. Öğrencinin dışarıda pratik yapma imkânı yok. Liselerdeki hazırlık sınıflarının kaldırılması, dil öğrenimini bitirme noktasına getirdi. Öğretmen, müfredat yoğun olduğu için, dersi hızlıca anlatmak zorunda kalıyor. Gramer eğitimi oldukça fazla. Bu da zamanla öğrenciyi sıkıyor, derse olan ilgisini azaltıyor. Zamanla biz de klasik anlatım tekniğinin dışına çıkmıyoruz. Bir anlamda rutine bağlıyoruz.”
2012-2013 döneminde yapılan düzenlemelerle birlikte İngilizce, ilköğretim 2. sınıftan lise son sınıfa kadar zorunlu ders olarak okutuluyor. 4+4+4 sistemiyle birlikte ilkokul 2. sınıftan 4. sınıfa kadar ikişer saat, ortaokul 5. sınıftan 8. sınıfa kadar ise 4 saat İngilizce dersi veriliyor. Bunun yanı sıra ikinci yabancı dil de seçmeli olarak programda yer alıyor. Bütün bu çabalara rağmen uluslararası kıstaslara göre Türkiye’nin İngilizce dil yeterliliği pek parlak değil. English First tarafından geliştirilen 2013 İngilizce Yeterlilik Endeksine (EPI) göre Türkiye, 60 ülke arasında 41. sırada yer alıyor.
Gelinen son noktada Millî Eğitim Bakanlığı, öğrencilerin liselerdeki İngilizce dersini öğrenemediğini itiraf ederek gelecek seneden itibaren yeni bir sisteme geçileceğini açıkladı. Yeni uygulamaya göre İngilizce dersinin içeriği gerçeğe yakın olacak. Öğrencilerin gerçek yaşamdaki dil ihtiyaçlarına ve ilgilerine hitap etmesine dikkat edilecek. İlk olarak 9. sınıflarda tatbik edilecek uygulama sonraki süreçte kademeli olarak 10, 11 ve 12. sınıflarda uygulanacak.
GRAMER ODAKLI EĞİTİM BİTİRİLMELİ
Eğitimcilerin üzerinde ittifak ettikleri konuların başında, gramer ağırlıklı eğitime son verilmesi geliyor. Bu durum, zamanla öğrencinin dersten soğumasına neden oluyor çünkü. İlköğretim 8. sınıf öğrencisi Fatih Örnek bu sıkıntıyı yaşayanlardan. Devlet okulunda 23 kişilik bir sınıfta eğitim görüyor olmasına rağmen yabancı dilini pek ilerletememiş. İngilizce ile olan ilişkisi sınavlardan geçmekten ibaret. Okuldaki İngilizce sınavlardan iyi notlar almasına karşın TEOG’da 20 sorunun yalnızca 5’ini doğru cevaplayabilmiş. Fatih’in anlattıkları bu tezi doğruluyor: “Derste öğrendiklerimizi dışarıda pratik yapma imkânımız yok. Ezberlediğim kelimeleri ve kuralları kısa zamanda unutuyorum. Böyle olunca ders sıkıcı bir hâl alıyor. Zamanla derse olan ilgilim azalıyor.”
Bu konuda ilginç örnekler de yok değil. Emin Karlı anlatıyor: “Lisenin ilk yılıydı. Sınıf yaklaşık 40 kişi. İngilizce hocamız derse girdiğinde bize şöyle bir teklifte bulundu: ‘Bir sonraki derse sadece İngilizceyi öğrenmek isteyenler gelsin. Onlara gerçekten ama gerçekten öğreteceğim. Diğer arkadaşlar gelmese de olur, söz hiçbiriniz sınıfta kalmayacaksınız, hepinizi İngilizceden geçireceğim.’ Ben sonraki derse gittiğimde, topu topu 7 kişiydik. Üçüncü ders ne oldu bilmiyorum, ben de gitmedim.”
British Council ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından 2013’te bilimsel metotlarla hazırlanan “Türkiye’deki Devlet Okullarında İngilizce Dilinin Öğretimine İlişkin Ulusal İhtiyaç Analizi” raporunda önemli tespitlere yer veriliyor. “Öğretmenlerin yüzde 80’inin gereken niteliklere ve dil becerilerine sahip oldukları tespit edildi; ancak okullarda İngilizcenin bir iletişim dili olarak değil, herhangi bir ders gibi okutulduğu gözlemlendi.” denilen raporda, “gramer tabanlı yaklaşım”, öğrencilerin liseyi bitirirken İngilizceyi konuşup anlamakta başarısız olmalarının en önemli nedenlerinden biri olarak gösterildi. Rapora göre diğer önemli faktörler de “öğrencilerin oturma düzeni” ve “ders kitaplarının ve müfredatın, öğrencilerin değişkenlik gösteren düzeylerini dikkate almaması”.
Öğrencilerin sınıfları yükseldikçe İngilizce dersine olan ilgisi azalıyor. Araştırmaya katılan 5. sınıf öğrencilerinden yüzde 80’i, İngilizce dersini sevdiğini ifade ederken, bu oran 12. sınıflarda yüzde 37 seviyesine iniyor. Öğrencilerin çoğunluğu sıkıcı bulduğu için yabancı dili öğrenmekte zorlanıyor. Raporun sonunda, meselenin çözümü adına şu tespit yapılıyor: “İngilizcenin etkin öğrenilmesi için gramer tabanlı eğitim yerine iletişim odaklı eğitime ağırlık verilmesi şart.”
Sizce, Millî Eğitim Bakanlığı’nın da farkına vardığı konuyla ilgili bir arpa boyu yol katedebilir miyiz? Cevabınız ‘yes’ mi, ‘no’ mu?
İNGİLİZCE EĞİTİMİ FORMALİTEDEN İBARET
Melikşah Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Doğan Bulut:Öğretmen yetiştirme programları öncelikle eğitim fakülteleri bünyesinde bulunmakla birlikte, öğretmenlik formasyonu alan diğer dil bölümü öğrencileri de (Dil ve Edebiyat, Mütercim-Tercümanlık, Dilbilim gibi) KPSS’den aldıkları puanlar doğrultusunda öğretmen olabiliyor. Ne yazık ki her iki tarafta da öğretmenliğe yönelik dersler ve stajlar çoğunlukla formalitenin ötesine geçmiyor. Gerek dil yeterliliği gerekse mesleki formasyon açısından dil öğretmeni vasfı taşıyan adaylar yetiştirilemiyor. Yeni öğretmenler kısa dönemli bir idealizmden sonra dili sadece dilbilgisi ve sözcük bilgisinden ibaret bilen çarkın içerisine giriyor. Yabancı uyruklu öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu yalnızca anadili konuşucusu avantajını kullanıyor. Bu da dili öğretebilmesi için yeterli olmuyor. İlkokul 2. sınıftan itibaren yabancı dil eğitimi verilmesine rağmen üniversite kapısına dayanan ve yabancı dil hazırlık sınıflarında okuyacak olan öğrencilerin çoğunluğunun seviyesi başlangıç düzeyinde. Bu da 11 yıllık yabancı dil eğitiminin aslında hiçbir karşılığının olmadığının göstergesi. Bu durumun en büyük nedenlerinden biri, haftalık 2 veya 4 saat gibi dil öğretimi açısından formalite sayılacak miktarda bir dil eğitiminin verilmesi. Belirli bir seviyede yoğunlaşma olmadığı için sadece zaman kaybından öteye gitmiyor. Kullanılan kaynaklar çoğunlukla uluslararası yayınevlerinin çıkarmış olduklarından seçiliyor. Veya ülkemizde yazılmış ancak ciddi anlamda editörlük sürecinden geçmemiş kaynaklar tercih ediliyor. Uzmanların bu tür kaynaklar yazmadan önce ciddi anlamda araştırmaya dayalı bilgiye sahip olmaları, yazdıklarını bir-iki yıl gibi sürelerle hedef öğrenci kitlesi ile denemeden resmî kaynak hâline dönüştürmemeleri gerekiyor.
EN ÇOK KULLANILAN BİN KELİMEYİ ÖĞRENMEK YETERLİ
Fatih Üniversitesi Yabancı Diller Eğitimi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Yakup Çetin: İngilizce öğretmenlerini yetiştiren akademisyenlerin büyük bir kısmının öğretmenlik deneyimi yok. Unvanı ne olursa olsun zaman zaman akademisyenler ilköğretim öğrencilerine derse girmeli. Konu ile ilgili olarak doktora yapmak isteyenlerden en az iki yıllık mesleki tecrübe istenmeli. Ders kitapları mutlaka uzun yıllar öğretmenlik yapan akademisyenlerce hazırlanmalı veya takip edilmeli. Maalesef bazen öğretmenlik tecrübesi olmayan akademisyenlere Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) veya TÜBİTAK tarafından ilköğretime ve liseye ait kitaplar yazdırılabiliyor. Böyle bir hatadan dönülmelidir. Zamanında dil sınavından 70 puan alan, herhangi bir üniversitede hazırlık okuyan herkes İngilizce öğretmeni olarak atandı. Sayısı hiç de az değil. Bunların pedagojik formasyonu da yok. Bunlar hâlâ İngilizce öğretmeni olarak devam ediyorlar. Bunlar geri çekilmeli. Bunların yerine liyakatli İngilizce öğretmenleri atanmalı. Üniversitelerde aşırı derecede teorik dersler veriliyor. Yabancı ülkelerde yüksek lisans seviyesinde verilen dersler, bizde lisan seviyesinde işleniyor. Tavsiyem, ülkemizde bu kadar çok üniversite var. Bunlar MEB ile işbirliğine gitmeli. MEB bunlardan yardım almalı. Bir üniversitenin eğitim fakültesi bazı okulların akıl hocası olmalı ve oradaki kaliteyi yükseltmeli. Yabancı dil öğrenmek çok kolay aslında. Ancak biz zor hâle getiriyoruz. Oysa en çok kullanılan bin kelimeyi öğretmek yeterli.
MÜFREDAT ÇOK YOĞUN
Zirve Üniversitesi Yabancı Diller Bölüm Başkanı Doç. Dr. Şaban Çepik: Okuyup yazmadığımız, anlayıp konuşmadığımız bir dili biliyoruz demek doğru değil. Ülkemizdeki dil sınavlarından yüksek puanlar almak dil yetkinliğinin göstergesi olamaz. Sık sık değişen bakanlık yönetimi ve her gelenin farklı metot denemesi dil eğitimi noktasında arızalara yol açıyor. 90’lı yıllardaki ilkokul sonrası bir yıl yoğun Anadolu Lisesi hazırlık programları çocuklar için erken yaşta çok verimli olmuştu. Daha sonra süper liselerdeki bir yıl yoğun hazırlık programları da bir nebze güzeldi. Nedendir bilinmez tarihe karıştılar. Derslerde teorik ve pratik dengeli gitmeli. İlk ve ortaokul müfredatı genellikle çok yoğun. Haftada birkaç saatte konuların bitirilmesi bekleniyor. Bir üst sınıfa geçerken de öncekilerin öğrenilip öğrenilmemesine bakılmaksızın çok hızlı bir şekilde bir sonraki seviyeye başlanıyor. Eğer öğrenci dışarıdan ciddi İngilizce desteği alabiliyorsa yetişme ihtimali var, değilse zaten baştan kopmuş oluyor.
İNGİLİZCENİN MALİYETİ
Okullarda 50 bin İngilizce öğretmeni ders veriyor. Yıllık maaş tutarı 1,5 milyar TL civarı. Dil kurslarında kur sistemi değişlik arz ediyor. Bütün kurları almak zorunda olan bir öğrenci ortalama 5 bin TL ödemek zorunda. Türkiye’de her yıl 25 ila 30 bin kişi yabancı dil öğrenmek için kurslara gidiyor ve bu eğitim için yaklaşık 50 milyon TL ödüyor. Eğer yurtdışındaki dil kurslarına gitmek istiyorsanız, Türkiye’deki bazı kurslar ona da imkân tanıyor. Konaklama, yeme-içme ve uçak biletleri dâhil iki haftalık eğitim 4.750 TL, dört haftalık eğitim 7.150 TL, 8 haftalık eğitim 11.150 TL, 12 haftalık eğitim 14.700 TL. Özel okullarda okutulan İngilizce kitaplarının fiyatları kullanılan kaynağa göre değişiyor. Genelde yabancı kaynaklı olan kitap fiyatları 200 lira civarı. Eğer İngilizce setinin tamamı satın alınırsa fiyat 450-500 liraya kadar çıkıyor.