Öne Çıkan Yayın

kelime videoları

https://www.youtube.com/channel/UC91Wrsi_25Ts3280rX8CLDw                                               ...

3 Aralık 2014 Çarşamba

Belagât ve Kuralları

İnsana verilen cüz'i iradeyi ve basit tasavvurları aciz bırakan sözün yüksek tabakası şudur ki: İç içe maksadları havi bulunan, silsile halinde birbirine bağlı hedeflere işaret eden; kendinde, tek bir neticeye dönük pek çok aslı barındıran ve her biri ayrı ayrı semere veren pek çok dalları ihtiva eden bir söz, bu yüksek tabakadandır.

(Bir ağacın meyvesi misali,) sözün asıl maksadını teşkil eden en uzakta, en yüksekteki asıl hedeften çıkıp gelmekte olan maksadlar birbirine bağlı bulunup, birbirinin eksiğini giderip, komşuluk haklarını yerine getirmekle söze genişlik ve ululuk verirler. Güya biri ortaya çıkmakla öteki, bir diğeri ve bir başkası da ortaya çıkmış olur. Asıl maksad; sağ, sol, ön, arka gibi bütün yönleri iyi seçip, aralarındaki nisbeti tam gözetmekle, bütün diğer maksadları sözün o sağlam köşkünün binasına yerleştirir. Bu şekilde, çok akılları kendi aklına yardım için kullanmış sayılır. Sanki, o maksadlar topluluğu içindeki her bir maksad, iç içe tasvirlerin kendine baktığı bir parçadır. Nasıl iç içe geçmiş resimlerde ressamın koyduğu siyah bir nokta birinin gözü, ötekinin yüzünde bir ben, berikinin burun deliği, bir başkasının ağzı olur, öyle de, yüksek bir sözde böyle noktalar bulunur.

İkinci nokta: Sözün belagatli, yüksek tabakası, ikiden fazla kalkış noktası (mukaddeme/öncül) bulunan kıyas ve neticelerindeki çeşitlilik sırrıyla, peşi sıra birbirine sebep ve netice olan pek çok hedefi aynı anda gözetir. Güya konuşan, o hedeflerin bekasının ve artmasının tabii bir tarihine işaret eder. Mesela, alem güzeldir. Öyle ise, onun Sani'i hakimdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidatları kendi halinde çürümeğe bırakmaz. Demek, intizamı sürekli kemale erdirecek. Ciğer parçalayıcı, tahammül ötesi ve emel öldürücü bütün kemalatı zir ü zeber eden ve ebedi hicran demek olan yokluğu insana musallat etmez. O halde, ebedi saadet olacaktır. Gelecek Üçüncü Makale'nin ikinci şehadetinin mukaddemesinde nübüvvet-i mutlaka konusunda ele alınan insanın hayvandan üçüncü cihet-i farkı buna iyi bir misaldir.

Üçüncü nokta: Sözün belağatli, yüksek tabakasının, tek bir neticeyi doğuran çeşitli asılları (usul) bulunur. Her bir aslın yüksek netice ile kasden ve bizzat irtibatı olmasa bile, en azından bu neticeyi harekete geçirir ve inkişafa getirir. Güya, usul denilen mazhar (alıcı) ve aynaların ihtilafına mukabil neticenin birliğiyle maksad açığa çıkar ve söze ulviyet kazandırır. Söz, hayatiyetini ve gücünü, ayrıca, alemin hayatı veya umumi deveran (akış) denilen, külli hayat diye de yad edilen (fıtri) hakikatle münasebetinden alır. Üçüncü Makale'nin sonundaki üçüncü maksadın ikinci maksadı buna bir derece misaldir. Hem de Üçüncü Makale'nin dördüncü meselesi ve meslekteki işaret, irşad, tenbih ve muhakeme buna örnektir.

Rabb-i izzetin Kelamına dikkat edilse, bu hakikatin her tarafında nur gibi parladığı görülür. Evet, nur gibi, köşelerinde ve ayetlerin bitiş yerlerinde parlayan bu hakikatten belagatin tatlı suyu fışkırıyor. Nefrin o zahirperestlere ki, bu hakikatten gaflet edip, "tekrar" diyorlar.

Dördüncü nokta: Sözü o şekilde lafza dökmek ve ona öyle bir istidad vermektir ki, içinde pek çok sürgünün tohumları bulunsun, pek çok hükme kaynak teşkil etsin ve pek çok manalara, muhtelif vecihlere delalet etsin. Söz, sahip olduğu bu istidadla, manalar üretme kuvvetini ortaya koyar ve hasılatının çokluğunu gösterir. Sanki, bütün kuvvetini, o sürgünlerin ve vecihlerin toplandığı meseleye verir ve böylece, meziyet ve güzelliklerini bir dengede tutup, her bir sürgünü bir maksada sevkeder, her bir vechi bir vazifeye tayin eder.

Mesela, Kur'an'da anlatılan Hz. Musa aleyhisselam'ın kıssası, Araplar arasında meşhur "tefariku'l-asa"dan* daha faydalıdır. Nasıl o asa ne kadar parçalansa yine bir işe yarar, Hz. Musa'nın kıssası da bunun gibidir. Bu özelliğinden dolayıdır ki, Kur'an, bir "yed-i beyza"** olan mucize beyanıyla o kıssayı eline almış ve çok çeşitli maksadlar için kullanmıştır. O kıssanın her bir cihetini öyle güzel bir şekilde isti'mal etmiştir ki, söz san'atının sihirbazları, belağatine hayret zemininde secde etmiş ve muhabbet beslemişlerdir.

Ey birader! Bu dokuzuncu meselede sana hayal-meyal görünen belagat, söz konusu edilen üsluplarla öyle bir ağacı, evet, kuvvetli, kalın dalları birbirine girmiş, birbiriyle mütenasip uzun boğumları kısım kısım, dalları sarmaş dolaş ve meyveleri çeşit çeşit bir hakikat ağacını resmeder. Eğer istersen Altıncı Mesele'yi temaşa et. Her ne kadar müşevveş ise de, bu meselenin bir parçasına bir derece misal olabilir.


Ey birader! Bilirim ki, şu makale sana gayet muğlak görünüyor. Fakat ne çare, mukaddemenin özelliği kısa ve öz olmasıdır. Üçüncü Kitap'ta sana tecelli edecektir.

*Araplar arasında meşhur bir hikayeye göre, fakir bir kadının zayıf ve huysuz bir oğlu varmış. Girdiği kavgaların kiminde burnunu, kiminde kulağını, kiminde dudağını kaybetmiş. Annesi, her defasında aldığı diyetlerle zenginleşmiş ve bu sebeple oğluna, "Sen tefariku'l-asa'dan daha faydalısın" demiş. Tefariku'l-asa, bir cins ağaç olup, kesilip parçalandıkça, her bir parçasından farklı şekillerde istifade edilir. İşte, Araplar arasında, her bir parçası ayrı fayda veren, muhtelif faydalara kapı açan şeyler için, "tefariku'l-asadan daha faydalı" sözü, bir atasözü haline gelmiştir.

**Yed-i beyza, Hz. Musa'nın meşhur bir mucizesidir. Sağ elini cebine sokup çıkardığında, ışık saçardı. Hz. Üstad, Hz. Musa aleyhisselam'ın ve asa kelimesinin geçtiği bir yerde, Kur'an'ın mucizeliği için bu teşbihi kullanmak ve "yed-i beyza "ya telmihte bulunmakla, latif bir belagat nüktesi ortaya koymuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts