Öne Çıkan Yayın

kelime videoları

https://www.youtube.com/channel/UC91Wrsi_25Ts3280rX8CLDw                                               ...

28 Ocak 2015 Çarşamba

Yabancı dil öğrenirken karşılaşılan zorluklar

Ülkemizde yabancı dil öğrenmekte zorlanan insanların sayısı oldukça fazladır. Dünyanın birçok ülkesinde birden fazla yabancı dil konuşabilen insanlar oldukça sıradan görülebilirken ülkemizde bir yabancı dili bile konuşabilecek seviyede bilen insanlar yabancı dil öğrenmekte zorlananlar veya hiç öğrenmeyenler tarafından uzaydan gelmiş zannedilebilmektedir. Oysa kendi ana dilini öğrenebilmiş olan herkes bir başka dili öğrenebilecek kabiliyete sahiptir.


Avrupa’ya baktığımız zaman bir kaç ülke hariç , kıtanın büyük bölümünde ülkelerin resmî dilleri birer Hint-Avrupa dilidir. Bu diller arasında dilbilgisi kuralları bakımından farklar olsa da sözcükler çoğunlukla birbirine benzemektedir ve bu durum bu dilleri konuşanların birbirlerinin dillerini öğrenmelerini kolaylaştırmaktadır. Örnek verecek olursak:İngilizce mother, İspanyolca madre, Yunanca μητέρα /mitera/ “anne”; aynı sırayla father, padre,  πατέρας /pateras/ “baba” demektir. Bu sözcükler bir Hint-Avrupa dili olan Farsçada da mâder ve peder şeklindedir ve Osmanlı döneminde kullanılmıştır. Bunlardan peder günümüz Türkçesinde de kullanıldığı için father/padre/πατέρας /pateras/ sözcüklerini öğrenirken kolaylık olabilmektedir. Farsça sözcüklerin sık sık kullanıldığı Osmanlı Türkçesinin okullarda zorunlu ders olmasına karşı çıkanlar olsa da böyle bir dersi alan öğrencilerin Hint-Avrupa dillerini öğrenmesi de kolaylaşabilir.

Birçok konuda olduğu gibi dil öğrenirken önemli bir nokta da motivasyondur. Dili sadece dersten veya sınavdan geçmek için öğrenmeye çalışırsanız yabancı dilinizi geliştirmeniz zordur. Eğer okulda öğrendiğiniz veya işe girmek için çalıştığınız yabancı dil söz konusuysa bu dili öğrenmenin size sağlayabileceği başka imkanları da araştırınız. Örneğin İngilizce öğrendiğinizde artık internette okuyabileceğiniz sitelerin sadece Türkçe ile sınırlı olmayacağını, dünyanın başka yerlerinde İngilizce bilen insanlarla tanışıp iletişim kurabileceğinizi, ithal malı elektronik alet satın aldığınızda menüsünün İngilizce olması durumunda kullanırken zorluk çekmeyeceğinizi vs. düşünerek İngilizce,fransızca,almanca,ispanyolca öğrenmek için yeni yeni sebepler bulabilirsiniz.


Yabancı dil öğrenme problemlerinden biri de dili öğrenmek için uygun kaynakların bulunamamasıdır. Elinizde kitaplar olabilir fakat kitaplar hazırlanırken kullanılan yöntem öğretici değilse sizi sıkabilir. Ezber yapmak dil sınavına girmeden önce kullanılabilecek bir yöntem olabilir; sınavdan kısa bir süre önce yüzlerce sözcük ezberleyip sınav esnasında hatırlayabilirsiniz. Fakat dil öğrenmek sadece sınava girilecek bir ders gibi değildir. Bir dili öğrenmeye başladığınızda öğrendiklerinizi kullanarak yeni şeyler öğrenebilirsiniz. Çoğunlukla öğrendiğiniz sözcüklerle kurulmuş cümleleri anlamaya çalışırsanız daha önce öğrenmemiş olduğunuz sözcükleri de sözün gelişinden anlamaya başlayabilirsiniz. Hiç birşey anlamadığınız bir konudan zevk almanız zordur fakat az da olsa birşeyler anlayabilecek seviyeye geldiğinizde artık dil öğrenmek size zevk vermeye başlayabilir. Dolayısıyla elinizdeki kitaplar ezbere yönelik hazırlanmışsa ve sizi pratik yapmaya yönlendirmiyorsa fazla birşey öğrenemeyebilirsiniz. Ayrıca seviyenize uygun olmayan kitaplar da sizi sıkabilir. Örneğin siz İngilizcede temel birçok kelimeyi ve bazı ifadeleri öğrendikten sonra İngilizce öğretmeye ‘What’s your name?’ konusundan başlayan bir kitap daha sizi baştan sıkabilir. Bunun yerine ilginizi çeken konularda birşeyler okuyarak İngilizcenizi ilerletmeye devam edebilirsiniz.


Eğer bir dili kendi kendinize öğrenmeye çalışacaksanız o dilin gramer kitaplarının ve sözlüklerinin yanında konuşma kılavuzlarını da edinin. Bir konuşma kılavuzu çeşitli durumlarda kullanabileceğiniz cümleleri size hazır olarak verebilir. Bu cümleleri öğrendiğiniz dilbilgisi kurallarıyla değiştirerek yeni cümleler kurabilirsiniz. Örneğin birçok konuşma kılavuzunda cümlelerin siz’li (kibar/resmî) hitap şekilleri bulunur. Diyelim Almanca öğreniyorsunuz ve elinizdeki konuşma kılavuzundan aşağıdaki gibi bazı cümleleri öğrendiniz:

Wie heißen Sie? Adınız nedir?
Wie geht’s Ihnen? Nasılsınız?
Was machen Sie? Ne yapıyorsunuz?

Bu cümlelerde geçen sözcükleri tek tek incelediğinizde heißen’ın bir fiil olduğunu ve 2. teklik şahıs çekiminin heißt olduğunu elinizdeki sözlük ve gramer kitaplarından öğrenebilirsiniz. Yine siz anlamında kullanılan Sie’nin yerine 2. teklik şahıs zamiri olan du’yu kullanabileceğinizi bu kaynaklarda bulabilirsiniz. Bu şekilde cümleleri aşağıdaki biçimlere dönüştürebilirsiniz:

Wie heißt du? Adın nedir?
Wie geht’s dir? Nasılsın?
Was machst du? Ne yapıyorsun?


Bir zamanlar kendi kendinize böyle bir çalışma yaptığınızda kurduğunuz cümlelerin doğru olup olmadığını kontrol etmeniz zor olabiliyordu. Günümüzde böyle cümleleri Google’da tam veya parça parça aratarak kontrol edebiliyorsunuz. Bu tür bir çalışma ile cümleleri analiz edebilmeyi ve dillerin gramerlerini kendi kendinize çözebilmeyi öğrenebilirsiniz. Mesela Almanca öğrenirken:

Wie heißen Sie? Adınız nedir?
Wie heißt du? Adın ne?

cümlelerini karşılaştırdığınızda Almancada isim sorarken heißen diye bir fiilin kullanıldığını, Almancada heißen Sie kısmı değişirken Türkçede adınız kısmının değiştiğini ve heißen fiiliyle yapılan soruda ne anlamına gelen was değil de nasıl anlamına gelen wie sözcüğünün kullanıldığını gözlemleyebilirsiniz. Daha sonra İspanyolca öğrenmeye çalışacak olursanız:
¿Cómo se llama usted? Adınız nedir?
¿Cómo te llamas? Adın ne?

cümlelerindeki llamarse eyleminin Almancadaki heißen ile benzer bir kullanımının olduğunu görebilirsiniz. Eğer İspanyolca ve İtalyanca gibi birbirine daha yakın diller söz konusu ise o zaman birinin gramerini bilmekle diğerinin gramerini büyük ölçüde kendiniz çözebilirsiniz:

¿Cómo se llama usted?Come si chiama?
¿Cómo te llamas? – Come ti chiami?


gibi cümleleri karşılaştırdığınızda İspanyolcadaki ve İtalyancadaki sözcüklerin anlamlarını ve eklerin işlevlerini, iki dil arasında bazen düzenli ses farklılıkların olduğunu kendiniz çözebilirsiniz.
Dil öğrenirken kullanabileceğiniz bir yöntem de o dili konuşanları dinlemek ve izlemektir. Küçük çocuklar nasıl çevrelerinde olan biteni gözlemleyerek ve aynı sözcükleri veya ifadeleri tekrar tekrar duyarak konuşmayı öğreniyorlarsa siz de bunu deneyebilirsiniz. Kendiniz yabancılarla konuştuğunuzda dili yeni öğrenmekte olan küçük çocukların bilmedikleri sözcükleri sormaları gibi siz de anlamadığınız sözcükleri konuştuğunuz kişiye sorabilirsiniz.

Farmers and antibiotics in farming - yds reading sorusu


Farmers in many countries utilize antibiotics in two key ways: at full strength to treat animals that are sick and in low doses to fatten meat-producing livestock or to prevent veterinary illnesses. Although even the proper use of antibiotics can inadvertently lead to the spread of

drug resistant bacteria, the habit of using a low dose is a formula for disaster: the treatment provides just enough antibiotic to kill some but not all bacteria. The germs that survive are typically those that happen to bear genetic mutations for resisting the antibiotic. They then reproduce and exchange genes with other microbial resisters. As bacteria are found literally everywhere,

resistant strains produced in animals eventually find their way into people as well. You could not design a better system for guaranteeing the spread of antibiotic resistance. To cease the spread, Denmark enforced tighter rules on the use of antibiotics in the raising of poultry and other farm animals. The lesson is that improving animal husbandry – making sure that pens,

stalls and cages are properly cleaned and giving animals more room or time to mature – offsets the initial negative impact of limiting antibiotic use.

 

 

1-   It is understood from the passage that ----.

 

A) farmers mainly prefer using antibiotics as a

preventive measure for diseases

 

B) antibiotics are merely useful in treating the

contagious diseases of farm animals

 

C) continuous and heavy doses of antibiotics are crucial

for poultry

 

D) antibiotics are so far the only effective method to

fatten up meat-producing animals

 

E) poultry prices are affected by the spread of

contagious diseases
 
 
 

2-   It is implied in the passage that ----.

 

A) widespread use of antibiotics is intended to eliminate

the chances of a possible pandemic

 

B) using a low dose antibiotic compared to a heavy

dose is highly recommended for farmers

 

C) human beings should test the efficacy of using

antibiotics on other animals before using them on

poultry

 

D) increased antibiotic resistance in human beings is

due to the consumption of animal products with

antibiotic content

 

E) antibiotic resistance in poultry animals has led

scientists to find alternative solutions to fight off these bacteria
 
 

 

3-   According to the passage, ----.

 

A) the spread of bacterial infections in poultry may not

be avoided by improving physical conditions

 

B) the weight of the poultry mainly depends upon the

environment they are brought up in

 

C) strict regulations in Denmark are employed to

minimize the effects of antibiotic use on both poultry

and people

 

D) the maturation period of poultry in Denmark is

determined by the size of the animal

 

E) the productivity of poultry can best be analyzed

through the amount of the antibiotic used on the animal

 

4-   It is stated in the passage that antibiotics ----.

 

A) are crucial as they change the genetic mutations of

poultry

 

B) form the basis for microbial resistance of genes in

animals

 

C) are effective in restricting resistant strains of bacteria

in poultry

 

D) are employed to prevent a possible disease spread

from farm animals to human beings

 

E) may produce drug resistant bacteria, irrespective of

how carefully they are used

 

 

 

 

 

 

 

1. A               2. D             3. C              4. E

26 Ocak 2015 Pazartesi

Writing and ‘creating’


One possible objection to a course such as that outlined above is that it is severely functional. While it is true that most people learn foreign languages for functional reasons, it

may well be asked what role there is in EFL for a creative approach to writing.

It should be said at once that the kind of scheme outlined can be exciting, particularly when students genuinely feel that they are progressing successfully, and also that it can

include imaginative story writing, both guided and free. At the same time, in the early stages, there is a tendency to

emphasise accuracy at the expense of the fluency which can add genuine pleasure to the process of composition,

particularly for the able student, in a foreign language. In practice, it may be sensible at the early stages to divide the

aims, and to tell students that the purpose of the main writing course is to develop accuracy in the first instance, but

that the teacher will be delighted to look at—for example—a diary or anything else written solely for pleasure in English.

However, it is inadvisable to express willingness to ‘correct’ mistakes, otherwise the situation is back to that of

approaching a random mass of errors which cannot be systematically treated, and the whole purpose of the early

controlled composition work was to avoid that. At the same time the teacher should be willing to discuss the content of

freely written work with the students and to encourage them in every way, but they need to be made aware that they must

have an ability to do ‘normal’ writing in English before they can justify being experimental. The emphasis in this chapter

has been on controlling, defining and organising the writing course. It is clearly advantageous to the teacher to know

exactly what he is doing, but even more the organisation enables the student to see his own progress in terms of a scheme. This builds up his confidence, and with language teaching confidence can be enormously important.

 

14 Ocak 2015 Çarşamba

Bruno Latour

Pour permettre au citoyen de mieux appréhender les  grands débats scientifiques, le célèbre sociologue des sciences, Bruno Latour, propose une méthode originale. Cette méthode répond à un double constat. D’une part,
le public est de plus en plus confronté à des incertitudes en matière scientifique: que penser de la nocivité des ondes des téléphones portables, des nanotechnologies,etc.  D’autre part, la confiance dans les institutions scientifiques diminue. La conséquence est qu’on n’arrive plus à mettre fin aux débats. Désormais, chaque citoyen ne doit plus seulement apprendre mais
enquêter pour découvrir qui sont les producteurs de savoirs, où sont les conflits, les intérêts, qui finance les recherches, etc. Nous sommes tous les habitants d’un paysage controversé. Il existe, par ailleurs des pseudo-controverses qui brouillent davantage la compréhension, comme celle sur le réchauffement climatique, entretenue artificiellement par les “climatosceptiques”, ceux qui rejettent toute idée de réchauffement climatique, malgré le fait que l’origine anthropique de ce réchauffement ne fasse plus guère de doute; ou sur l’innocuité du tabac, qui a été
longtemps entretenue par les lobbys financés par les industriels du secteur. Afin de mettre fin à ces genres de controverses, il faudra mettre à disposition de tous, une cartographie des controverses qui permettra de relier  une quantité de données.
 
 
1-
 
Le but essentiel de la méthode proposée par Bruno
Latour est ----.
a.     la compréhension des débats scientifiques par le
grand public
b.     le développement des données scientifiques en
c.      matière de cartographie
l’instruction du public sur les énergies d’avenir
d.     la sensibilisation du grand public aux problèmes
e.      écologiques
f.       la création d’un réseau de données scientifiques
fiables
 
2-
On observe une diminution de confiance dans les
institutions scientifiques, ce qui conduit ----.
a.     les climatosceptiques à brouiller la compréhension
des grandes questions scientifiques
b.     les scientifiques à fournir des données de base
insuffisantes pour le grand public
c.      le grand public d’être de plus en plus confronté aux
incertitudes liées aux débats sans conclusion
d.     les industriels à participer aux débats scientifiques
e.      les citoyens à faire confiance à des scientifiques
sans références sérieuses
3-
 
Un “climatosceptique” est celui qui ----.
a.     croit à l’innocuité du tabac
b.     croit à la possibilité d’empêcher le réchauffement
climatique
c.      ne croit pas aux recherches réalisées par les
industriels
d.     doute de tous les résultats des controverses en
matière scientifique
e.     doute de la véracité du réchauffement climatique
4-
Le titre du texte pourrait être “----”.
a.     Les technologies nouvelles et leur nocivité
b.     Le monde des controverses
c.      Débats sur le réchauffement climatique
d.     Mieux comprendre les débats scientifiques actuels
e.     Le rôle des industriels dans les débats scientifiques
 
 
 
 
1. A
2. C
3. E
4. D
 
 
 
 

8 Ocak 2015 Perşembe

YDS 2015 hazırlık - çok çıkan kelimeler -

fit to = bağdaşmak, uymak, match, süit

floating = havada asılı duran, (tahta parçası vs. için)
denizin hareketiyle su üzerinde yüzen /
sürüklenen, (a floating ship = denizde
sürüklenen bir gemi)

flourish = gelişmek, büyümek, ilerlemek, grow,

develop, zıt anl.= fade

forecast = önceden tahmin etmek, predict,
anticipate, foresee

frustrating = (yoğun çabaların karşılıksız kaldığı
durumlar için) asap bozucu, sinirlendirici,
annoying, exasperating


gain in favour = rağbet görmek, taraftar toplamak

get into = (yaramazlık, inatçılık vs.) etmek, başını
(belaya, sıkıntıya vs.) sokmak, be involved in


get used to = (bir şey)’e alışmak, adapte olmak,
adapt oneself to, familiarize oneself with


get away with = yanına kar kalmak


give in to = (birisi)’ne yenilmek, teslim olmak,

surrender to, succumb to, submit to, zıt anl.=



conquer, resist



glimpse (fiil) = bir an için görmek, kısaca göz

gezdirmek, anlık / kısa bakış


head for / to / towards = (bir yer)’e doğru gitmek,
yolculuğa hazırlanmak, yönünü (o yer)’e doğru
çevirmek


in consequence = (bunun) sonucunda, (buna) bağlı
olarak, as a result

initially = öncelikle, aslında, esasen, önceleri,
başlangıçta, primarily, essentially, at first,
originally, in the beginning, zıt anl.= finally


insignificant = önemsiz, değersiz, unimportant, zıt
anl.= significant, important


 

5 Ocak 2015 Pazartesi

The first conditional

The first conditional

We use the First Conditional to talk about future events that are likely to happen.
If we take John, he'll be really pleased.

If you give me some money, I'll pay you back tomorrow.

If they tell us they want it, we'll have to give it to them.

If Mary comes, she'll want to drive.


The 'if' clause can be used with different present forms.
If I go to New York again, I'll buy you a souvenir from the Empire State


Building.
If he's feeling better, he'll come.

If she hasn't heard the bad news yet, I'll tell her.


The "future clause" can contain 'going to' or the future perfect as well as 'will'.
If I see him, I'm going to tell him exactly how angry I am.

If we don't get the contract, we'll have wasted a lot of time and money.

The "future clause" can also contain other modal verbs such as 'can' and 'must'.
If you go to New York, you must have the cheesecake in Lindy's.

If he comes, you can get a lift home with him.

Dilde Değişmenin Sebepleri

Birkaç Örnekte gösterdiğimiz şekilde, dilde değişmenin türleri konusunun derinlemesine incelenmesi, bizi kendiliğinden, dilin değişmesinde sebeplerin ne olduğu sorusuna götürmektedir. Çünkü söz konusu olan, bir kişinin konuşmasında
ara sıra, tesadüfen görülen sapmalar değil, dilin kendisindeki değişikliklerdir. Yenilikler bir seçimin mümkün olabileceği şekilde kabul edilmemektedir, bağlayıcı kurallardır; bunlara uymayan, dilde yanlış yapmaktadır. Kimse Almanya’da reiten yerine eski riten’i, schnitt yerine schneit’i kullanamaz, Fische fliefien diyemez ve bunları yapmak için, 750 yıl önce bu şekil tek doğru şekildi diye bir görüş ileri süremez. O gün doğru olan bugün yanlıştır, tersi de aynı şekilde geçerlidir. Bu nasıl oluyor?


Soru, dilcilerin başım çok ağntmıştır, ve zaman içerisinde bu konuda bazı teoriler ortaya atılmıştır. Önce, dildeki değişikliklerin tabiat, kanunları türünde olduğuna inanan bir görüş ileri sürüldü. Bu, özellikle Max MÜLLER’in temsil ettiği bir düşünceydi. Bunu gerçekleştirebilecek tabiî güçlerin neler olabileceği sorulduğunda, iklimin ve toprağın vasıflarının etkisi öne sürülüyordu (72). Fakat bugüne kadar, yüksek ve dağlık yerlerde yaşamanın dilleri belirli - tipik bir tarzda değiştirdiği, veya kumlu ve kayalık sahillerde yaşayanların her yerde konuşma tarzlarında aynı belirli özelliklere sahip bulunduğunu, ya da tropik bölgelerdeki bütün dillerin, kutuplara yakın bütün dillerden karakteristik olarak farklı olduğunu kimse ispata muvaffak olamamıştır, kimse de bunu zaten denememiştir bile.
Ayrıca, İngilizce, İspanyolca, Çince örneklerinde gördüğümüz gibi, dilin yayılım alanı çok sayıda bölgeyi içine alıyorsa, bu durumda uyuşma, elbette ortaya çıkabi len sapmalardan çok daha önemli olmaktadır; sapmaların da iklimin eseri olduğu zaten hiç ispat edilemez.

Fakat işte bu ön şart ile ilgili olarak, 1950’de Pravda gazetesinde sürdürülen ve bizzat Stalin’in bir görüş bildirmesiyle sonuca bağlanan şiddetli bir tartışma çıktı . Tasavvur edin: Dil teorisi konusunda, günlük bir siyasi gazetenin sütunlarında sürdürülen ve yönetimin başındaki devlet adamının bizzat yazdığı bir makale ile sonuçlandırılan bir tartışma! Bu da ispat ediyordu ki, burada bahis konusu olan çıplak teoriden fazla bir şeydi ve dilin toplumdaki rolü konusundaki görüş, Sovyet yönetimi açısından oldukça önemli siyasî bir anlam taşıyordu. Gerçekte, Marr’in teorisi elbette bilim açısından bakıldığında da hatalı ve yanlıştır.

 

Popular Posts