Öne Çıkan Yayın

kelime videoları

https://www.youtube.com/channel/UC91Wrsi_25Ts3280rX8CLDw                                               ...

8 Ocak 2014 Çarşamba

Avrupa'daki Âtıl Gücümüz: Dil ve Edebiyat

Avrupa'daki Âtıl Gücümüz: Dil ve Edebiyat

Hüseyin Bayçöl
Anadolu insanının Sirkeci Garı'ndan tahta bavullarla Avrupa yollarına düştüğü ilk günün üzerinden hayli zaman geçti. Aradan geçen yıllar kimi insanımız için büyük kayıplara sebep, kimi insanımız için maddi-manevi kazanımlara vesile oldu. Geldiğimiz noktadaysa sosyolojik analizler gerektiren bir "Avrupa Türk Toplumu"yla karşı karşıyayız. Tabii ki bu toplumun maddi-manevi serüveni, siyaseti ve sanatıyla da.

Şimdilerde Avrupa'da dördüncü nesil Türk toplumu boy veriyor. Bu kuşak, gün geçtikçe sosyal hayatın katmanlarındaki yerini pekiştiriyor. Yüksek öğrenim oranı henüz istenen seviyede olmasa da Türk toplumu, belli kesimiyle artık siyasetten ekonomiye kadar her alanda etkin hâle geliyor. Fakat ne yazık ki Avrupa'da artık sosyolojik bir vaka hâline gelen Türk toplumu, henüz sanatta, özellikle de edebiyatta, ciddi bir varlık gösterebilmiş değil.

Türk edebiyatıyla münasebet kurularak değerlendirilen hemen bütün edebî şahsiyetler daha ziyade Almanca, Fransızca, İngilizce yazan ikinci, üçüncü nesil gençler. Bu yazarların edebi mahsullerinin Türk edebiyatı kapsamına alınması, ayrı bir tartışma konusu. Zira her yazar, ürün verdiği dilin kalemidir. Bu münasebetle, Türkçe birikimleri üzerinden oluşturdukları/geliştirdikleri üslupla edebi mahfillerde hüsnükabul gören ve özgün birer Türk yazarı olarak kabul edilen kalemler, ancak eser verdikleri Alman, Fransız veya İngiliz dilinin/edebiyatının bir zenginliği olarak değerlendirilebilir.

Yumuşak Güç: Kültür Sanat

Kültür-sanat artık bütün toplumlar için birer yumuşak güç unsuru olarak kabul ediliyor. Ülkeler, ellerindeki bu imkânı benimsemekten de kullanmaktan da çekinmiyor. Türkiye de çekinmemeli. Çünkü diğer ülkelerin olduğu gibi kültür, sanat, dil ve edebiyat Türkiye'nin de "yumuşak gücü". Kültürel birikimlerin paylaşılması, her iki taraf için de büyük bir kazanım olduğuna göre bu yumuşak gücü, kültür ve sanatı, karşı tarafa çevrilmiş bir silah olarak değerlendirmek/algılamak çocuklara özgü bir safdillilik olur.

Türkiye'nin milletler arası arenada muvazene unsuru hâline gelmesiyle birlikte Türk kültürüne ait değerler de ön plana çıkıyor. Böyle olması pek tabii. Zira Avrupa toplumlarının Yunus'tan, Dede Efendi'ye; Fuzuli'den Aşık Sümmani'ye kadar Anadolu'nun estetik ve felsefi birikiminden alacağı çok şey var.

Entegrasyondan bahsedenler aslında asimilasyonu kastetmiyorlarsa, Türkiye'nin Avrupa'da bir yumuşak güç zeminine sahip olduğundan da bunun vurgulanmasından da rahatsız olmamalılar. Avrupa'da yaşayan Türkler, isterlerse, çocukluklarından itibaren Türkçenin imkânlarına, güzelliklerine aşina olabiliyor. Akıl sahibi hiç kimsenin Türk nesillerinin küçük bir gayretle ulaşabilecekleri bu irfan damarlarından mahrum kalmasına razı olmaması, böyle adaletsizce bir beklentiye girmemesi gerekir. Kaldı ki sanatın birikiminden beslenen insanlar değil bir ülkeye, bütün bir dünyaya "entegre" olmuş kişilerdir. Bu sebeple dil, kültür, sanat anlamında Türkiye'nin Avrupa'da bir güç sahibi olduğunu söylemek kimseyi rahatsız etmemeli. Bunu tersten okuyup, rahat bir şekilde Avrupa'nın düşüncesinden, sanatından beslenmek Türk toplumu için çok ciddi bir kazanımdır da diyebiliriz.

Bu konuda rahatsız olması gereken birileri varsa onlar, bu eksendeki hatırlatmaların, sorgulamaların muhatabı olan Türk aydınları, Türk siyasileri, Türk sivil toplum örgütleridir. Zira böyle bir güç de harekete geçirilecek saha da Avrupa'da potansiyel olarak var. Gel gör ki, hem Avrupa'daki Türk toplumunun kalitesini yükseltecek hem de onları yaşadıkları topluma "entegre" edecek bu yumuşak güç, tam anlamıyla ateşlenebilmiş değil. Kalitesi her geçen gün artan Türk sinemasının Avrupa'da da takip edilmesi, Batı dillerine gittikçe daha fazla Türkçe eser çevrilmesi bu gücü tekrar tekrar dikkatlerimize sunuyor. Ancak elini taşın altına sokması gerekenler, hem bu güçten faydalanma hem de onu daha geniş kitlelerin istifadesine sunma konusunda işi epey
ağırdan alıyor.

Avrupa'daki Türk Entelektüelleri

Her geçen gün Türkçeden biraz daha uzaklaşan Avrupa'daki Türk toplumu arasında henüz bir entelektüel sınıf oluşmadı. Avrupa'da yaşayan şair ve yazarlarımız neredeyse yok denecek kadar az. Olanlar da münzevi bir hayat tarzını benimsemiş durumda. İrfan adına kıvranan üç beş kişi var ama onlar için de Türkçenin taşrasına düştükleri tespiti yapılabilir. Türk kökenli olup Batı dilleriyle eserler veren yazarlarsa daha ziyade Türk toplumunu ve Doğu-Batı çatışmasını odağa alarak belli bir noktaya varıyor.

Sözün özü, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa'daki yumuşak güç zeminini kullanmıyor, kullanamıyor. TEDA projesiyle Türk edebiyatının yurt dışına açılması ve Yunus Emre Enstitüleri gibi kıymetli çabalar var, doğru. Fakat Türk düşünce ve sanatının gönüllü taşıyıcısı olacak Avrupa'daki Türk nesli nedense hep dikkatlerden kaçıyor.

Avrupa'da Entelektüel bir Türk neslinin oluşması için iyi bir zemin var. Üstelik toplum da talepkâr. Avrupa ülkelerindeki irili ufaklı Türk kurumlarını, derneklerini yöneten başkanlar, sokaktaki vatandaşlar ve bizatihi aileler bunun için kıvranıyor. Fakat karşılarına çıkan kişiler ağız birliği yapmışçasına, "Çocuklarınızı iyi yetiştirin!" şeklinde vaaz etmekle iktifa ediyor. Hâlbuki Avrupa'da yaşayan Türkler zaten yeterince muzdarip ve hepsi yönlendirici müşahhas katkılar bekliyor.

Aslında bu çerçevede yapılabilecek şeyler belli ve sanıldığının aksine o kadar da zor değil. Türkiye, yurt içinde okumayı teşvik etmeye verdiği enerjinin çok azını Avrupa'ya sarf etse, söz konusu ülkelerde bir okur patlaması yaşanabilir. Pek de iyi durmayan tarifiyle, Avrupa'da bir "okur pazarı" atıl bekliyor. Yayınevleri de kitapçılar da olguyu değerlendirmeli ve bir an önce sahayı hareketlendirme adına kendilerince bir takım projeler geliştirmeli. Türkiye'nin büyük kitap mağazaları, bütün kurumsal kimlikleriyle Avrupa'nın belli başlı kentlerine gelmeyi düşünmeliler artık. Gerekiyorsa devlet özel desteklerle yayınevlerinin, kitapçıların, okur kulüplerinin Avrupa'da da yayılmasını
teşvik etmeli ve kültüre katkısı olacak her kurumu Fransızca kökenli o ticari tabirle "sübvanse" etmeli.

Türkçe Esere Hasret Türkler

Türkçe Avrupa'da her gün uzak bir gurbete sürüklenirken, beri tarafta yetişen gençlik derinden derine hep Türkçe eserler okuma arayışıyla kıvranıyor. Avrupa'da şu an ilkokul ve ortaokul seviyesinde yedi yüz binden fazla Türk genci var. Uzak kasabalarda, küçük köylerde edebi ve estetik anlamda kendilerine uzatılacak bir el bekleyen tertemiz kardeşlerimiz şöyle dursun; şehir merkezlerinde, kaliteli okullarda eğitim alan pırıl pırıl beyinlerimiz bile Türk dilinin inceliklerini kavratacak eserlere muhtaç. Gençlerin çoğu camiler, kültür lokalleri, hemşeri dernekleri üzerinden Türk kültürüyle şöyle veya böyle temas hâlindeler. Sırf bu buluşma mekânları değerlendirilerek bile pek çok proje geliştirilebilir.

Türkiye'den gelen sinema filmlerini izleyen, adı sanı duyulmamış birçok ucuz müzisyenin konserlerini tıka basa dolduran bu gençlik tabanının en az onda birine kültürümüz, edebiyatımız rahatlıkla ulaştırılabilir. Türkçe eserler okutulabilir. Gençlerin yüzde onunu, o da olmadı yüzde beşini bile bilinçli bir okur hâline getirmek Avrupa'nın da Türkiye'nin de geleceğine şimdiden yön vermek demektir.

Bu çerçevede yüz üzerinden şu veya bu orana ulaşma hedefiyle Avrupa şehirlerinde dernekler, kurumlar üzerinden yerel planda okuma yarışmaları düzenlenebilir. Kitap şenlikleri organize edilebilir. Dereceye giren çocuklar, gençler gruplar hâlinde Türkiye'ye götürülebilir. Böylelikle uzun vadeli projelerle Avrupa'daki Türk nesilleri de Türk düşünce ve sanat hayatına pekâlâ katkı sunabilir.

Avrupalı Ne Yapsın?

Bu bakış açısını, rasyonel düşünebilen Avrupalı yetkililer de değerlendirmeli. Zira düşünen, okuyan, sorgulayan entelektüel fertler yetiştirmek hem Türkiye'ye hem Avrupa'ya hem de bütün bir dünyaya katkı sunmak anlamına geliyor. Bugün Avrupa'daki Türk gençleri, kendi edebiyatlarını, sanatlarını bile okumadıkları için savruk bir pozisyona düşüyor, çevrelerine rahatsızlık veriyor. Tramvaylarda sağı solu tekmeleyen bir Türk genci Goethe'yi, Kafka'yı, Tolstoy'u okumadığı gibi Mehmet Akif'i de, Sezai Karakoç'u da, Ali Çolak'ı da Hasan Çağlayan'ı da tanımıyor, okumuyor. Aynı şekilde Ziya Osman'dan, Said Türkoğlu'ndan ya da Can Bahadır Yüce'den, Nihat Dağlı'dan beslenmediği için Thomass Mann'ı da Brecht'i de bilmiyor, sevmiyor. Hem Doğulu hem de Batılı okumalarla beslenen bir Türk nesli, Avrupa'ya ciddi bir sıçramalar yaşatabilir. Bu hiç de ihtimal dışı değil.

Peki, Tedavi Ne?

Edebi bir dergide ne kadar yeri olur bilemem lakin teşhisten sonra tedavi adına somut bir metodu da dikkatlere sunmak isterim. Tabi ki sosyologlarla, pedagoglarla, uzmanlarla bu işin nasıl yapılabileceğine dair çeşitli metotlar geliştirilebilir ama yüz bin Türkün yaşadığı bir Avrupa şehrini pilot bölge olarak belirleyip yola çıkmak işten bile değildir. Mesela bir Köln, Berlin veya Viyana gibi kentlerde yüz binlerce Türk yaşıyor. Türkiye'de yüz bin kişinin yaşadığı bir yerin herhangi bir ilkokulunun yıllık yakıt parası kadar cüzi bir masrafla bu Avrupa şehirlerindeki Türk gençleri arasında çok büyük okuma ateşleri yakılabilir. Türkiye turizm reklamlarına yaptığı harcamaların binde birini dahi böyle bir sahaya verse beş on yıla varmadan turizmden, kültürden sanayiye değin nice sahalarda bu yatırımların bereketini kat kat fazlasıyla alacaktır. Çünkü Avrupa'da Türk kültürünün, sanatının hatta sanayisinin taşıyıcı gücü olacak genç bir kitle hazır. Sivil toplum örgütleri de gençlikle irtibat hâlinde ama bunları işleyecek, yönlendirecek, besleyecek irade problemi var.

Cami ve hemşeri dernekleri, cemevleri, kültür lokalleri vasıtasıyla gençliğe ulaşmak; internet üzerinden yapılacak takip ve çeşitli teşviklerle Türk çocuklarını, gençlerini, yetişkinlerini harekete geçirmek işten bile değildir. Hatta mesele elçilikler, konsolosluklar vasıtasıyla derneklere açılsa; sivil teşkilatlardan destek istense çok daha hızlı bir şekilde mesafe alınabilir. Umulur ki ekonomik performansıyla övünen Türkiye, böyle önemli bir sahaya cüzi bir destek çıkmayı gereksiz görmesin. Yine umulur ki Türkiye, Avrupa'daki yumuşak gücünü harekete geçirmek için göçün yüzüncü yılını beklemesin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts