Tercüme, Telif ve Yazar
Tercüme veya telif edilmiş bir metin, ilk plânda yazar ile okur arasında bir işaretler yığınıdır. Bu işaretler, semboller yığınının, okuyucu üzerinde beklenen etkiyi yapabilmesi için, yazar ile okur arasında sağlıklı bir iletişimin kurulması şarttır. Bu tür bir iletişim için gerekli bazı hususları, “tercüme” ve “telif”başlıkları altında inceleyelim:
TERCÜME
Tercüme, bir sözün mânâsını, mümkün olabildiğince yakın bir şekilde, başka bir dilde ifade etmektir. Mânâ aktarılırken tam benzerlik gerçekleştirilemez. Zira insanlar farklı milliyet, farklı kültür, farklı hayat felsefelerine sahiptirler. Bu farklılıklar insanların, eşya ve hâdiselere değişik yorumlar getirmelerine sebep olmaktadır. İsimler ve onların zihinde uyandırdığı mânâ siluvetleri diyebileceğimiz mefhumlar, her kültürde ayrı bir hususiyet taşımaktadır. Çünkü işgüzar neolojistlerin (yani kelimeler türetenlerin) saman alevi gibi kelimeleri hâriç, bilhassa zengin bir kültür birikimi olan milletlerin kullandığı kelimelerin arkasında, muazzam bir tarih yatar. Hemen hemen her bir kelime,tarihî seyri içerisinde farklı mânâlar kazanır, nüanslarla incelir. Bu farklılıkların, bu inceliklerin birbirine en çok benzeyen kültürlerde bile değişik hayat görüşü bulunduğu göz önünde tutulursa, başka bir dile aktarılıp aynı tesirleri gerçekleştirmesi beklenemez.
Tercümedeki bu sınırlılığa dikkat çektikten sonra, tercüme metotlarına geçebiliriz. Genelde iki çeşit tercümeden bahsedilir: Harfî ve Mefhumî Tercüme.
a)Harfî
Tercüme; Bu tür tercümede, bir dildeki tabirler, başka bir dildeki en yakın karşılıklarına,olabildiği ölçüde, kelimesi kelimesine aktarılır.
b)Mefhumî
Tercüme: Bu metod, mânânın aktarılması üzerinde durur. Bu yüzden de,harfî tercümedeki, kelimelere olabildiğince bire-bir karşılık bulma gibi katı kurallar taşımaz. Orjinal metindeki mânâlardan çok farklı yapılan yorumların parantez içinde verilmesi şartıyla, bu metodun taşıdığı esneklik, tercümenin gayesi olan “okuyucuda benzer tesir uyandırma hâdisesini” bir derece gerçekleştirebilir.
Tercüme metotlarından sonra, göz önünde tutulması gereken noktaların bir kısmını şöylece sıralayabiliriz:
1-Yabancı bir dilden dilimize geçmiş, ancak kültürümüz içinde yoğurduğu-muz için farklı mânâlar kazanmış kelimelere dikkat edilmesi gerekir.
2-Yabancı bir dildeki atasözü, deyim, terim, vecize gibi daha çok mecazi olarak kullanılan tabirler tercüme edilirken,dilimizdeki karşılıkları kelimesi kelimesine verilmemeli ( o dilden aynen alınanlar hariç:the lion’s share-aslan payı; ivory tover fil dişi kule, gibi) varsa kültürümüzdeki geçerli karşılıkları kullanılması, yoksa tarifleri yapılmalıdır.
3-Tercüme edilen kelimenin birden fazla mânâsı varsa,bunlardan bir tanesi kontekst(bağlam)göz önünde bulundurularak seçilmelidir.
4-Tercümede mânânın aktarılması, tek tek kelimelerin aktarılmasından daha önemlidir.
5- Doğru tercüme, cümlelerin mânâlarını ve yazarın niyetini çevreleyen bütün bir konteksti, üslûba dikkat ederek aktarmayı gerektirir. Kelime ve mânâlar,belki bir derece tercüme edilebilir, ancak üslûbun da aktarılabilmesi, garip tabirlerin bulunmaması, kısacası tercümenin tercüme olduğunun hissedilmemesi için, konuya hâkim olmak, her iki kültürün o sahayla ilgili inceliklerini bilmek kaçınılmazdır.
6- Tercümeyi, gözden kaçırılan noktalan yakalamak için, belirli bir süre geçtikten sonra tekrar ele almak ve mümkünse o sahada ihtisas sahibi bir mütercimden yazıyı kontrol etmesini istemek de ihmal edilmemelidir.
TELİF
Telif, genellikle, tercümeye göre daha fazla gayret gerektirir. Zira tercüme edilen metnin yazarının kafa yorduğu işler (kelime dizilişi, insicam (tutarlık), misâller verme vs.) artık sizin vazifenizdir.
Bir telifte, ilk önce mevzu tesbit edilmelidir. Ne hakkında yazacağına karar veremeyen, bir neticeye ulaşamaz. Ayrıca mevzu dışında birçok soru sorulabileceği halde, mevzu dahilinde akla gelebilecek hemen hemen bütün soruları cevaplandırmak, başka bir ifadeyle yazıyı tesirli kılmak için, mevzunun sınırlandırılması kaçınılmazdır. Bu yüzden mevzûyu tesbit eden başlıklar uzun olur.
Mevzunun seçiminden sonra sıra “kaziye cümlesine” gelir. Bu cümle, verilmek istenen fikir, ispatlan-mak istenen düşünce, varılmak istenen neticedir. Yazıya başlamadan Önce, çoğunlukla başlık olarak kullanılan mevzûyu ve genellikle eserin en can alıcı noktasına yerleştirilen“kaziye cümlesini”yazmak;yani paragraflardaki fikirlerin alt başlıklar halinde kısaca gösterilmesini de ihtiva eden bir plân hazırlamak, yazarın insicamlı bir muhakemeyle fikirlerini kâğıda dökmesi, okurunun damesajı daha rahat idrak etmesi için elzemdir.
Telif (veya tercüme) edilmiş bir metin ile okuyucu ve yazar üçlüsü arasında şöyle bir ilişki vardır:
Yazar—ifade—metin —idrak—okuyucu
Bu ilişki şu şekilde açıklanabilir: Yazarın ifadesi, kullandığı dilin gramer kuralları ve semantiğinin (mânâ ilminin) elverdiği ölçüde ortaya çıkan nüans ihtimallerinin sınırına kadar bir mânâ taşır. Tabii bu da, yazarın bilgi birikimi ve tecrübelerine dayalıdır, öte yandan, okuyucunun metni idrakinin sınırı ise, bu nüans ihtimallerini, kontekst dahilinde yorumlayabilmesine göre değişir.
Bir yazar, okuyucusunu ne kadar iyi tanışa, yazı o kadar tesirli olur. Bunun için şu soruların cevap-landırılması ihmal edilmemelidir:
1)Okuyucunun öğrenim,meslek, kariyer durumu nedir?
2) Mevzu hakkında bilgi seviyesi hangi ölçüdedir?
3)Mevzu ne kadar ilgisini çekecektir?
4)Yazıyı okumak için ne kadar zaman ayırabilir?
5)Ne gibi inanç, peşin hüküm, beklentileri vardır?
Normal bir okurun, latin harfleriyle yazılmış bir eserden beklentileri bir başka deyişle, ilk plânda gör-meyi ümit ettiği şeyler şunlardır:
Soldan sağa doğru yazılan, aralarında boşluk bulunan, gramer ve imlâ kurallarına uyan, bir mantık sil-silesi dâhilinde sıralanmış kelimeler ve bu kelimelerden oluşmuş cümleler, paragraflar.
Okurun bu beklentilerine ket vuran her hata, okumayı aksatacak, dolayısıyla okurun idraki nispeten azalacaktır.
Mevzûyu ele alış ve okura hitap şekli olan üslûp, yazarın niyetinin anlaşılmasında büyük rol oynar. Bu yüzden üslûpta yapılacak ani değişiklikler veya birbirinden çok farklı üslûplar kullanmak da okurun idrakini azaltır.
Eğer yazarın aktarmak istediği fikir, genel hatlarıyla okuyucunun zihninde mevcutsa, iletişim rahat olur. Öte yandan, bahsedilen dala yabancı olan okurun muhakemesi oldukça sınırlıdır. Bunun için, okurun mevcut bilgi seviyesini tahmin edip bu seviyeden başlayarak, anlatılan her yeni düşünceyi bir öncesi üzerine bina etmek gerekmektedir.
Bir okuyucu, karşılaştığı bir cümlenin manâsıyla hafızasındaki bilgiler arasında bir irtibat kurduğu an, o cümleyi anladığını hissedip onu kısa vadeli hafızasına yerleştirir. Ardından bir sonraki cümleyle arasında bir ilişki kurmaya çalışır. Eğer ilişki idrak edilmez veya bir cümledeki kelime yığınlarından mânâya nüfuz edilemezse, kısa vadeli hafıza aşırı yüklendiği için idrak durur, dolayısıyla yazarla okur arasındaki iletişim kopar.
Eğer okuyucuyla iletişim kurulmazsa, kopuk zincir gibi insicamdan mahrum bir yazının doğurduğu muğlaklık yüzünden okuyucu, mânâ ve mesajdan ziyade, kelime yığınlarından oluşan metne takılır. Diğer yandan, âdeta kelimelerin değil, mânâların görüldüğü, ruh inceliğinin aksettiği fikirlerle dopdolu bir metni okuyan insan, kendini mânâ ve mesaj ile hem-dem bir halde buluverir.
Cümleler arasındaki irtibat gibi, paragraflar arasında da o kadar sağlam bir irtibat kurulmalıdır ki, okur bu ilişkiyi bulmak için okumasına ara vermemelidir. Bu ilişki “ve”, “fakat”, “böylece”, “aksine”, “öte yandan” gibi bağlaçlar kullanmak, bazı atıflar, yerinde tekrarlar ve özetlemeler yapmakla sağlanabilir.
Şimdi, telifte dikkat edilmesi gereken diğer bazı hususlardan bahsedelim:
1)Giriş
paragrafı merak uyandırmak,gelişme paragraflarında genellemeler yapılıp bunlara çarpıcı misâller verilmelidir. Sonuç paragrafı, bitiş hissini vermeli, yani bir konu hakkında tatmin olacağı bir açıklamanın yapıldığı, okuyucuya hissettirilmelidir.
2)Birkaç
mânâya gelen müphem ve“olmak, yapmak” gibi harcıâlem kelimeler yerine, hisleri uyandıracak canlı kelimeler, dikkati toplayan yerinde soru cümleleri ve hitaplar, benzetme ve mecazlar kullan-mak,yazıyı akıcı ve tesirli hale getirecektir.
3)Hünerle kullanılmış, benzetmelere dayalı bir tarif, bir kelimeyi veya mefhumu aydınlatmakla kalmaz, geniş bir görüş açısı da temin eder.
4)Bir fikri vurgulamanın en kolay ve en etkili yollarından biri, uzun cümlelerden sonra kısa bir cümle kullanmaktır. Bıkkınlık vermemek için uzun ve kısa cümlelerin“harmanına”da dikkat etmek gerekir.
5)Okuyucuyu sürüklemek için, temel fikrin, cümlelerin sonlarına doğru odaklaşmasına dikkat edilmeli, sıralanacak bir takım fikirleri tesirli kılmak için az önemliden çok önemliye doğru gelişen bir sıra takip edilmelidir.
6)Neyi kasdetmediğimizi söylemek, okurun neyi kasdettiğimizi merak edip düşünmesini sağlar.
7)İktibasların kontekst dahilinde insicamlı olmasına ihtimam gösterilmelidir. Yani başka bir eserden alınan parçalar, sözün gelişine uygun,akıcılığı bozmayacak şekilde yerleştirilmelidir.
8) Notaları duyar, müziği dinleriz, boya pigmentlerine gözümüz ilişir, resmi görürüz; kelimelere bakar, mânâyı buluruz. Tıpkı bunlar gibi, nasıl harfleri görmeden okuyorsak, kelimeleri ve kağıdı hissetmeden yazmaya alışmalıyız. Kalemin ele dokunduğu yer değil, kâğıda dokunduğu yer önemlidir.
9)Aktarılan fikirler bilgiye dayanır. Okurun yapacağı yorumlar, inançları üzerine kurulu muhakemelerdir.
10)Yazar, kendisini değil, okuru ikna etmeye çalıştığını unutmamalıdır.
11)Konuşma dilinde ses tonu, vurgu, jest ve mimikler mânâyı takviye eder. Yazıda bunlar olmadığı için, ifadeyi sürükleyici,üslûbu tesirli kılmak yazara düşmektedir.
12)Yazıdaki her bir cümlenin, mevzûyla ve diğer cümlelerle bir irtibatı olması gerektiği unutulmamalıdır.
13)Okur, yazıyı takip edebiliyorsa, açıklık; fikirler birbirine bağlanmışsa,insicam; düşünceler silsilesi sağlam ise,mantıkî tutarlılıktan söz edilebilir.
14)Eğer mevzu hakkında okurun bilgi birikimi, yazarınkinden daha fazlaysa,metin, okura yazardan daha fazla şey ifade edebilir(!).
15)Tercümede olduğu gibi telifte de, ihtisas sahibi birinden, yazının editörlüğünü yapmasını rica etmek unutulmamalıdır.
Yazı sonunda cevaplanması gereken bazı sorular da şöyledir:
1)Bu sahada ihtisas sahibi olmayan birisi, acaba bu yazılanları anlayabilir mi?
2)Yanlış anlaşılabilecek ifadeler var mı?
3)Yazı fazla mı uzun? Fazla mı kısa?
4)Bilgiler doğru mu?
5)Yorum ve değerlendirmeler sıhhatli mi?
6)Fazla bilgi var mı? Eksik bilgi var mı?
7)Mühim fikirler üzerinde kâfi derecede duruldu mu?
8)Yazıda canlılık sağlanmış mı? Umumi kaideler ve mücerred ifadeler müşahhas misâllerle destekleniyor mu? Anlaşılmayı kolaylaştıracak misâl, vak’a nakil, anekdot, mukayese ve tezat gibi unsurlar kafi mi?
9)İstatistik, belge, grafik, şema, resim gibi yardımcı unsurlar var mı? Kâfi mi?
10)Fazla cümleler, fazla kelimeler var mı?
11)Anlaşılmayacak ifadeler, fazla teknik tabirler, uydurma kelimeler var mı?
12)İmlâ ve noktalama sıhhatli mi?(1)
Bütün bu hususlardan sonra, bir kısım unsurlarını zikrettiğimiz "fesahat" ve "belagat" üzerinde de durmak yerinde olur.
"Kelimede fesahat, telaffuzu zorlaştıracak harflerin bulunmamasıyla mümkündür. Herkes tarafından bilinmeyen, vezne uydurulmak gayesiyle bozulmuş ve birkaç mânâsı olup da meşhur olmayan mânâsıyla kullanılmış kelimelerde fesahat bulunmaz. Kısacası fesahat kelimlerde ve kelimelerden müteşekkil "kelâm" da mânâ, âhenk ve söyleyiş bakımından herhangi bir kusurun bulunmamasıdır.
Sözün beliğ olabilmesi için "fasih" olması şarttır, fakat fasih bir sözün aynı zamanda beliğ olabilmesi, yerine göre söylenmiş olmasına bağlıdır(2). Ancak, sadece yerine göre söylemek, yani makam da yeterli değildir. Kimin, ne için, kime söylediği de kelâmın ulviyet, kuvvet ve güzelliğini artıran unsurlardır.
"Belâgatlı kelâm, ilim denilen çömleklerde pişirilen, hikmet adlı büyük küplerde duran, anlayış süzgeci ile bir mânâ ifade eder ki, onu, zarifler denilen sâkiler sunup, fikirler içtikten sonra, sırlarda dolaşarak hisleri harekete getirir. İşte insanlara takdim edilecek belâgatlı kelam ve ifade sanatında doruğa çıkmış yüksek söz budur"
DİPNOTLAR
1) Şimşek, Ü. Arş. Teknikleri, İst.1985, s.109-10.2 (Ayvazoğlu, B.İs. Estetiği ve insan, İst. 1989, s.135.3) Senih, S. Kur'ân'da Edebi Veche, s.79, İzmir 1989
TERCÜME
Tercüme, bir sözün mânâsını, mümkün olabildiğince yakın bir şekilde, başka bir dilde ifade etmektir. Mânâ aktarılırken tam benzerlik gerçekleştirilemez. Zira insanlar farklı milliyet, farklı kültür, farklı hayat felsefelerine sahiptirler. Bu farklılıklar insanların, eşya ve hâdiselere değişik yorumlar getirmelerine sebep olmaktadır. İsimler ve onların zihinde uyandırdığı mânâ siluvetleri diyebileceğimiz mefhumlar, her kültürde ayrı bir hususiyet taşımaktadır. Çünkü işgüzar neolojistlerin (yani kelimeler türetenlerin) saman alevi gibi kelimeleri hâriç, bilhassa zengin bir kültür birikimi olan milletlerin kullandığı kelimelerin arkasında, muazzam bir tarih yatar. Hemen hemen her bir kelime,tarihî seyri içerisinde farklı mânâlar kazanır, nüanslarla incelir. Bu farklılıkların, bu inceliklerin birbirine en çok benzeyen kültürlerde bile değişik hayat görüşü bulunduğu göz önünde tutulursa, başka bir dile aktarılıp aynı tesirleri gerçekleştirmesi beklenemez.
Tercümedeki bu sınırlılığa dikkat çektikten sonra, tercüme metotlarına geçebiliriz. Genelde iki çeşit tercümeden bahsedilir: Harfî ve Mefhumî Tercüme.
a)Harfî
Tercüme; Bu tür tercümede, bir dildeki tabirler, başka bir dildeki en yakın karşılıklarına,olabildiği ölçüde, kelimesi kelimesine aktarılır.
b)Mefhumî
Tercüme: Bu metod, mânânın aktarılması üzerinde durur. Bu yüzden de,harfî tercümedeki, kelimelere olabildiğince bire-bir karşılık bulma gibi katı kurallar taşımaz. Orjinal metindeki mânâlardan çok farklı yapılan yorumların parantez içinde verilmesi şartıyla, bu metodun taşıdığı esneklik, tercümenin gayesi olan “okuyucuda benzer tesir uyandırma hâdisesini” bir derece gerçekleştirebilir.
Tercüme metotlarından sonra, göz önünde tutulması gereken noktaların bir kısmını şöylece sıralayabiliriz:
1-Yabancı bir dilden dilimize geçmiş, ancak kültürümüz içinde yoğurduğu-muz için farklı mânâlar kazanmış kelimelere dikkat edilmesi gerekir.
2-Yabancı bir dildeki atasözü, deyim, terim, vecize gibi daha çok mecazi olarak kullanılan tabirler tercüme edilirken,dilimizdeki karşılıkları kelimesi kelimesine verilmemeli ( o dilden aynen alınanlar hariç:the lion’s share-aslan payı; ivory tover fil dişi kule, gibi) varsa kültürümüzdeki geçerli karşılıkları kullanılması, yoksa tarifleri yapılmalıdır.
3-Tercüme edilen kelimenin birden fazla mânâsı varsa,bunlardan bir tanesi kontekst(bağlam)göz önünde bulundurularak seçilmelidir.
4-Tercümede mânânın aktarılması, tek tek kelimelerin aktarılmasından daha önemlidir.
5- Doğru tercüme, cümlelerin mânâlarını ve yazarın niyetini çevreleyen bütün bir konteksti, üslûba dikkat ederek aktarmayı gerektirir. Kelime ve mânâlar,belki bir derece tercüme edilebilir, ancak üslûbun da aktarılabilmesi, garip tabirlerin bulunmaması, kısacası tercümenin tercüme olduğunun hissedilmemesi için, konuya hâkim olmak, her iki kültürün o sahayla ilgili inceliklerini bilmek kaçınılmazdır.
6- Tercümeyi, gözden kaçırılan noktalan yakalamak için, belirli bir süre geçtikten sonra tekrar ele almak ve mümkünse o sahada ihtisas sahibi bir mütercimden yazıyı kontrol etmesini istemek de ihmal edilmemelidir.
TELİF
Telif, genellikle, tercümeye göre daha fazla gayret gerektirir. Zira tercüme edilen metnin yazarının kafa yorduğu işler (kelime dizilişi, insicam (tutarlık), misâller verme vs.) artık sizin vazifenizdir.
Bir telifte, ilk önce mevzu tesbit edilmelidir. Ne hakkında yazacağına karar veremeyen, bir neticeye ulaşamaz. Ayrıca mevzu dışında birçok soru sorulabileceği halde, mevzu dahilinde akla gelebilecek hemen hemen bütün soruları cevaplandırmak, başka bir ifadeyle yazıyı tesirli kılmak için, mevzunun sınırlandırılması kaçınılmazdır. Bu yüzden mevzûyu tesbit eden başlıklar uzun olur.
Mevzunun seçiminden sonra sıra “kaziye cümlesine” gelir. Bu cümle, verilmek istenen fikir, ispatlan-mak istenen düşünce, varılmak istenen neticedir. Yazıya başlamadan Önce, çoğunlukla başlık olarak kullanılan mevzûyu ve genellikle eserin en can alıcı noktasına yerleştirilen“kaziye cümlesini”yazmak;yani paragraflardaki fikirlerin alt başlıklar halinde kısaca gösterilmesini de ihtiva eden bir plân hazırlamak, yazarın insicamlı bir muhakemeyle fikirlerini kâğıda dökmesi, okurunun damesajı daha rahat idrak etmesi için elzemdir.
Telif (veya tercüme) edilmiş bir metin ile okuyucu ve yazar üçlüsü arasında şöyle bir ilişki vardır:
Yazar—ifade—metin —idrak—okuyucu
Bu ilişki şu şekilde açıklanabilir: Yazarın ifadesi, kullandığı dilin gramer kuralları ve semantiğinin (mânâ ilminin) elverdiği ölçüde ortaya çıkan nüans ihtimallerinin sınırına kadar bir mânâ taşır. Tabii bu da, yazarın bilgi birikimi ve tecrübelerine dayalıdır, öte yandan, okuyucunun metni idrakinin sınırı ise, bu nüans ihtimallerini, kontekst dahilinde yorumlayabilmesine göre değişir.
Bir yazar, okuyucusunu ne kadar iyi tanışa, yazı o kadar tesirli olur. Bunun için şu soruların cevap-landırılması ihmal edilmemelidir:
1)Okuyucunun öğrenim,meslek, kariyer durumu nedir?
2) Mevzu hakkında bilgi seviyesi hangi ölçüdedir?
3)Mevzu ne kadar ilgisini çekecektir?
4)Yazıyı okumak için ne kadar zaman ayırabilir?
5)Ne gibi inanç, peşin hüküm, beklentileri vardır?
Normal bir okurun, latin harfleriyle yazılmış bir eserden beklentileri bir başka deyişle, ilk plânda gör-meyi ümit ettiği şeyler şunlardır:
Soldan sağa doğru yazılan, aralarında boşluk bulunan, gramer ve imlâ kurallarına uyan, bir mantık sil-silesi dâhilinde sıralanmış kelimeler ve bu kelimelerden oluşmuş cümleler, paragraflar.
Okurun bu beklentilerine ket vuran her hata, okumayı aksatacak, dolayısıyla okurun idraki nispeten azalacaktır.
Mevzûyu ele alış ve okura hitap şekli olan üslûp, yazarın niyetinin anlaşılmasında büyük rol oynar. Bu yüzden üslûpta yapılacak ani değişiklikler veya birbirinden çok farklı üslûplar kullanmak da okurun idrakini azaltır.
Eğer yazarın aktarmak istediği fikir, genel hatlarıyla okuyucunun zihninde mevcutsa, iletişim rahat olur. Öte yandan, bahsedilen dala yabancı olan okurun muhakemesi oldukça sınırlıdır. Bunun için, okurun mevcut bilgi seviyesini tahmin edip bu seviyeden başlayarak, anlatılan her yeni düşünceyi bir öncesi üzerine bina etmek gerekmektedir.
Bir okuyucu, karşılaştığı bir cümlenin manâsıyla hafızasındaki bilgiler arasında bir irtibat kurduğu an, o cümleyi anladığını hissedip onu kısa vadeli hafızasına yerleştirir. Ardından bir sonraki cümleyle arasında bir ilişki kurmaya çalışır. Eğer ilişki idrak edilmez veya bir cümledeki kelime yığınlarından mânâya nüfuz edilemezse, kısa vadeli hafıza aşırı yüklendiği için idrak durur, dolayısıyla yazarla okur arasındaki iletişim kopar.
Eğer okuyucuyla iletişim kurulmazsa, kopuk zincir gibi insicamdan mahrum bir yazının doğurduğu muğlaklık yüzünden okuyucu, mânâ ve mesajdan ziyade, kelime yığınlarından oluşan metne takılır. Diğer yandan, âdeta kelimelerin değil, mânâların görüldüğü, ruh inceliğinin aksettiği fikirlerle dopdolu bir metni okuyan insan, kendini mânâ ve mesaj ile hem-dem bir halde buluverir.
Cümleler arasındaki irtibat gibi, paragraflar arasında da o kadar sağlam bir irtibat kurulmalıdır ki, okur bu ilişkiyi bulmak için okumasına ara vermemelidir. Bu ilişki “ve”, “fakat”, “böylece”, “aksine”, “öte yandan” gibi bağlaçlar kullanmak, bazı atıflar, yerinde tekrarlar ve özetlemeler yapmakla sağlanabilir.
Şimdi, telifte dikkat edilmesi gereken diğer bazı hususlardan bahsedelim:
1)Giriş
paragrafı merak uyandırmak,gelişme paragraflarında genellemeler yapılıp bunlara çarpıcı misâller verilmelidir. Sonuç paragrafı, bitiş hissini vermeli, yani bir konu hakkında tatmin olacağı bir açıklamanın yapıldığı, okuyucuya hissettirilmelidir.
2)Birkaç
mânâya gelen müphem ve“olmak, yapmak” gibi harcıâlem kelimeler yerine, hisleri uyandıracak canlı kelimeler, dikkati toplayan yerinde soru cümleleri ve hitaplar, benzetme ve mecazlar kullan-mak,yazıyı akıcı ve tesirli hale getirecektir.
3)Hünerle kullanılmış, benzetmelere dayalı bir tarif, bir kelimeyi veya mefhumu aydınlatmakla kalmaz, geniş bir görüş açısı da temin eder.
4)Bir fikri vurgulamanın en kolay ve en etkili yollarından biri, uzun cümlelerden sonra kısa bir cümle kullanmaktır. Bıkkınlık vermemek için uzun ve kısa cümlelerin“harmanına”da dikkat etmek gerekir.
5)Okuyucuyu sürüklemek için, temel fikrin, cümlelerin sonlarına doğru odaklaşmasına dikkat edilmeli, sıralanacak bir takım fikirleri tesirli kılmak için az önemliden çok önemliye doğru gelişen bir sıra takip edilmelidir.
6)Neyi kasdetmediğimizi söylemek, okurun neyi kasdettiğimizi merak edip düşünmesini sağlar.
7)İktibasların kontekst dahilinde insicamlı olmasına ihtimam gösterilmelidir. Yani başka bir eserden alınan parçalar, sözün gelişine uygun,akıcılığı bozmayacak şekilde yerleştirilmelidir.
8) Notaları duyar, müziği dinleriz, boya pigmentlerine gözümüz ilişir, resmi görürüz; kelimelere bakar, mânâyı buluruz. Tıpkı bunlar gibi, nasıl harfleri görmeden okuyorsak, kelimeleri ve kağıdı hissetmeden yazmaya alışmalıyız. Kalemin ele dokunduğu yer değil, kâğıda dokunduğu yer önemlidir.
9)Aktarılan fikirler bilgiye dayanır. Okurun yapacağı yorumlar, inançları üzerine kurulu muhakemelerdir.
10)Yazar, kendisini değil, okuru ikna etmeye çalıştığını unutmamalıdır.
11)Konuşma dilinde ses tonu, vurgu, jest ve mimikler mânâyı takviye eder. Yazıda bunlar olmadığı için, ifadeyi sürükleyici,üslûbu tesirli kılmak yazara düşmektedir.
12)Yazıdaki her bir cümlenin, mevzûyla ve diğer cümlelerle bir irtibatı olması gerektiği unutulmamalıdır.
13)Okur, yazıyı takip edebiliyorsa, açıklık; fikirler birbirine bağlanmışsa,insicam; düşünceler silsilesi sağlam ise,mantıkî tutarlılıktan söz edilebilir.
14)Eğer mevzu hakkında okurun bilgi birikimi, yazarınkinden daha fazlaysa,metin, okura yazardan daha fazla şey ifade edebilir(!).
15)Tercümede olduğu gibi telifte de, ihtisas sahibi birinden, yazının editörlüğünü yapmasını rica etmek unutulmamalıdır.
Yazı sonunda cevaplanması gereken bazı sorular da şöyledir:
1)Bu sahada ihtisas sahibi olmayan birisi, acaba bu yazılanları anlayabilir mi?
2)Yanlış anlaşılabilecek ifadeler var mı?
3)Yazı fazla mı uzun? Fazla mı kısa?
4)Bilgiler doğru mu?
5)Yorum ve değerlendirmeler sıhhatli mi?
6)Fazla bilgi var mı? Eksik bilgi var mı?
7)Mühim fikirler üzerinde kâfi derecede duruldu mu?
8)Yazıda canlılık sağlanmış mı? Umumi kaideler ve mücerred ifadeler müşahhas misâllerle destekleniyor mu? Anlaşılmayı kolaylaştıracak misâl, vak’a nakil, anekdot, mukayese ve tezat gibi unsurlar kafi mi?
9)İstatistik, belge, grafik, şema, resim gibi yardımcı unsurlar var mı? Kâfi mi?
10)Fazla cümleler, fazla kelimeler var mı?
11)Anlaşılmayacak ifadeler, fazla teknik tabirler, uydurma kelimeler var mı?
12)İmlâ ve noktalama sıhhatli mi?(1)
Bütün bu hususlardan sonra, bir kısım unsurlarını zikrettiğimiz "fesahat" ve "belagat" üzerinde de durmak yerinde olur.
"Kelimede fesahat, telaffuzu zorlaştıracak harflerin bulunmamasıyla mümkündür. Herkes tarafından bilinmeyen, vezne uydurulmak gayesiyle bozulmuş ve birkaç mânâsı olup da meşhur olmayan mânâsıyla kullanılmış kelimelerde fesahat bulunmaz. Kısacası fesahat kelimlerde ve kelimelerden müteşekkil "kelâm" da mânâ, âhenk ve söyleyiş bakımından herhangi bir kusurun bulunmamasıdır.
Sözün beliğ olabilmesi için "fasih" olması şarttır, fakat fasih bir sözün aynı zamanda beliğ olabilmesi, yerine göre söylenmiş olmasına bağlıdır(2). Ancak, sadece yerine göre söylemek, yani makam da yeterli değildir. Kimin, ne için, kime söylediği de kelâmın ulviyet, kuvvet ve güzelliğini artıran unsurlardır.
"Belâgatlı kelâm, ilim denilen çömleklerde pişirilen, hikmet adlı büyük küplerde duran, anlayış süzgeci ile bir mânâ ifade eder ki, onu, zarifler denilen sâkiler sunup, fikirler içtikten sonra, sırlarda dolaşarak hisleri harekete getirir. İşte insanlara takdim edilecek belâgatlı kelam ve ifade sanatında doruğa çıkmış yüksek söz budur"
DİPNOTLAR
1) Şimşek, Ü. Arş. Teknikleri, İst.1985, s.109-10.2 (Ayvazoğlu, B.İs. Estetiği ve insan, İst. 1989, s.135.3) Senih, S. Kur'ân'da Edebi Veche, s.79, İzmir 1989
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder