11) As he has adamantly withstood all kinds of political pressure on this issue for so long, it is
unlikely that he would ---- at this stage.
A) reinforce
B) relent
C) pursue
D) compete
E) dispose
adamant: (s) hosgörüsüz; çok sert / withstand: f (-stood, -standing) dayanmak, mukavemet etmek, karsı koymak / relent: f yumusamak; acıyıp merhamet göstermek / dispose: (f) niyetlendirmek; dağıtmak; düzenlemek, tanzim etmek; idare etmek, kullanmak, tasarruf etmek; uydurmak, kandırmak; son seklini vermek; of ile satmak, vermek, elden çıkarmak
12) The British entry into the European Community has ---- a new line of policy.
A) negotiated
B) confined
C) resented
D) constituted
E) refunded
negotiate: f anlasmayı müzakere etmek; tertip etmek, akdetmek; ciro etmek (çek, bono); üstesinden gelmek, basarmak, (engelleri) asabilmek / confine: (f) kusatmak; hapsetmek; evde veya yatakta tutmak; sınırlamak, toplamak, hasretmek / resent: f kızmak, gücenmek, / refund: (f) geri ödemek; tekrar para vermek
13) The argument he has put forward is hardly ---- with the information we have so far received
on the case.
A) reflective
B) representative
C) arbitrary
D) resistant
E) compatible
reflective: (s ) aksettiren, aksedici; aksettirilmis; düsünceli, mütefekkir; düsünce mahsulü /
representative: s , i bir grup veya sınıfı temsil eden, numune olan; vekâlet nev'inden; taklit ve benzeme kabilinden / arbitrary: (s) indi, kendince, ihtiyari,
keyfi / compatible: (s) , (gen) with ile uygun, birbirini tutan, munasip; geçimli
14) I don’t approve of the methods he is using, but his ---- aim, as regards the project, is
admirable.
A) conclusive
B) ultimate
C) controversial
D) convenient
E) deplorable
conclusive: (s) kesin; kati, son, nihai; ikna edici / deplorable: (s) müessif, acınacak halde, acıklı
15) I have looked through the report, but I must admit, only ---- .
A) carefully
B) thoroughly
C) superficially
D) seriously
E) experimentally
16) The allocation made by the budget committee can be used ---- to finance work on child
health.
A) plainly
B) excessively
C) extremely
D) remarkably
E) solely
solely: z yalnız, ancak, sadece
17) In an effort to ---- the rate of inflation many banks have raised their interest rates.
A) run out of
B) watch out
C) stand by
D) put out
E) keep up with
watch out: dikkat etmek / stand by: hazır beklemek; yakınında durmak; arka çıkmak, desteklemek; (sözüne) sadık kalmak; karısmamak, lâkayt kalmak, yardım etmemek; den. Hazır olmak, alesta durmak / put out: (p) çıkarmak; söndürmek; utandırmak; rahatsız etmek; yanmak
(beysbol); bozmak / keep up with: geri kalmamak, yetismek, yakalamak, ayak uydurmak
18) As my secretary will be away for a couple of days, would you be kind enough to ---- my
correspondence?
A) play back
B) bring off
C) take care of
D) return to
E) turn off
bring off: basarılı olmak / take care of: bakmak; muhafaza etmek / turn off: (pv) kapamak; kesmek; lafa boğmak, sözü çevirip cevapsız bırakmak; sapmak; Đng yol vermek; (argo) ilgisini kaybetmek
19) The rise in energy ---- has led to a reduction of fossil fuels that the world must use.
A) redundancy
B) efficiency
C) consumption
D) suitability
E) conformity
redundancy: (i) fazlalık / efficiency: (i) verim oranı, yeterlik; etki / suitability, suitableness: (i)uygunluk / conformity: (i) uygunluk, benzeyis
20) We must find some way to give them fairly complete and realistic picture of the situation, but without ---- them too much.
A) depressing
B) intimidating
C) restricting
D) complementing
E) embittering
depress: (f) üzmek, canını sıkmak; kuvvetten düsürmek, zayıflatmak; (k) dili kolunu kanadını kırmak; değerini veya miktarını azaltmak; mevki veya rütbesini indirmek; bastırmak; meyus etmek / intimidate: (f) gözünü korkutmak, sindirmek, yıldırmak / complement: (f) tamamlamak; birbirini tamamlar olmak / embitter: (f) acılastırmak; gücendirmek, acı hisler uyandırmak
21) Any child left to its own devices for too long is likely to ---- on some dangerous enterprise.
A) assert
B) entice
C) embark
D) reproach
E) reduce
assert: (f) ispat ve iddia ile beyan etmek; teyit etmek; demek, öne sürmek, söylemek / entice: (f)
Ayartmak / embark: (f) gemiye binmek veya bindirmek; sokmak girismek, baslamak / reproach:
(f) iftira etmek, sitem etmek, serzenis etmek; ayıplamak
22) One defect seems inherent in a purely classical education – namely, a too ---- emphasis on
the past.
A) recurrent
B) repressive
C) coherent
D) exclusive
E) deceptive
inherent: (s) tabiatında var olan / recurrent: (s) tekrar vuku bulan; (anat) dönüp aksi yöne giden
/ repressive: (s) bastırıcı, engelleyici; sıkıcı / exclusive: (s) umuma açık olmayan; tek, esi olmayan; hariç tutan; of ile müstesna / deceptive: (s) aldatan, aldatıcı
23) Industry as a whole was badly affected by the restrictions, but it was the high technology
sector that suffered most ---- .
A) blatantly
B) randomly
C) reasonably
D) tightly
E) acutely
blatant: (s) bödüren; yüksek sesle bağıran; kaba, açık, bariz, asikâr / random: (s) tesadüfi, rasgele / reasonably: (z) makul surette; oldukça / tightly: (z) sıkıca / acutely: (z) zekâ ile; siddetle
24) Few, if any, of the statements could be ---- substantiated by concrete experimental evidence.
A) intentionally
B) successively
C) restrictedly
D) impressively
E) conclusively
substantiate: (f) gerçeklemek, kanıtlamak; gerçeklesmek; gerçeklestirmek, tahakkuk ettirmek /
intentionally: (z) kasten, mahsus / successively: (z) sıra ile, birbiri arkasından / impressively: (z) tesir edici bir sekilde, sasırtıcı derecede
25) He’s basically a very reallient person so you can be sure he’ll soon ---- this disappointment.
A) make out
B) put through
C) get over
D) look up
E) fall through
reallient: her ortama çokiyi uyan / make out: (p) (göz ile) farketmek; mana vermek, anlamak; okumak, çözmek; ispat etmek; yazmak; basarmak; geçinmek, idare etmek / put through: bitirmek / get over: (hastalığı, öfkeyi) atlatmak; açıklamak, anlasılmasını sağlamak / look up: gözleri yukarı dikmek; aramak, bakmak; ziyaret etmek, yoklamak; iyilesmek, düzelmek / fallthrough: (p) basarı kazanamamak, muvaffak olamamak, vazgeçilmek
26) Whatever the pressures put upon him, I think it is highly unlikely that James would ever ----
anyone.
A) walk away with
B) give in to
C) make up for
D) get away with
E) fall through
walk away with: ön plana geçmek / give in: teslim olmak; kabul etmek, susmak / make up for: telafi etmek / get away with: argo süphe uyandırmadan veya ya- kalanmadan atlatmak / fall through: basarı kazanamamak, muvaffak olamamak, vazgeçilmek
27) Among the problems facing bridge engineers, the most serious ones are those of ---- and repair.
A) improvement
B) reassessment
C) determination
D) distinction
E) maintenance
distinction: (i) ayırt etme, tefrik, temyiz; fark, idrak; açıklık, vuzuh; nisan, rütbe, paye; sivrilme,
yukselme; üstünlük
28) The two major political parties in Britain have currently ---- to extreme and radically different approaches to the solution of Britain’s economic problem.
A) referred
B) obsessed
C) committed
D) implied
E) meant
refer: (f) vermek, isnat etmek, hamletmek; göndermek, havale etmek, müracaat etmek; isaret
etmek, ima etmek; bakmak, danısmak, sormak / obsess: (f) musallat olmak, zihnini mesgul etmek / mean: niyet etmek, düsünmek; mana vermek, kastetmek, demek istemek; demek
29) It now appears that while US leaders are still willing for the nation to exert itself abroad and
give large amounts of foreign assistance, the American public is ---- to go along with these
policies.
A) spontaneous
B) precarious
C) competitive
D) reluctant
E) deliberate
exert oneself: (k) çabalamak, uğrasmak / go along with: (p) ile beraber bulunmak; uymak; razı olmak / spontaneous: (s) kendi kendine olan, ihtiyari / precarious: (s) güvenilmez, istikrarsız, esassız, asılsız, kararsız, süpheli; nazik, tehlikeli, rizikolu; (eski) baskasının keyfine tabi /competitive: (s) rakip olan; rekabet ile ilgili; müsabaka tarzında, yansma mahiyetinde
30) It is ---- surprising that the art of ancient America remains the most mysterious and the least accessible.
A) urgently
B) notably
C) indifferently
D) elaborately
E) hardly
accessible: (s) yanına girilebilir, içine girilebilir; kolay bulunur; kandırılabilir; alınır, bulunur /
indifferently: (z) ilgisizce / elaborately: (z) üzerinde dikkatle durarak, inceden inceye isleyerek
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Popular Posts
-
More to Read 1 - 2 ve Cevap anahtarları odtu metu reading book https://yadi.sk/d/PzFvxUttdFGjN C...
-
به دنیا دل نبنده هر که مرده از بابا طاهر-Baba Tahir’den 16 11 2013 ز دل مهر رخ تو رفتنی نی غم عشقت به هر...
-
bir ve olmak bu için o ben demek çok yapmak ne gibi daha almak var kendi gelmek ile vermek ama sonra kadar yer ...
-
Inci Kut İspanyol Dili Ve Grameri https://yadi.sk/i/4lE3n9Eb3MgRFa
-
Le temps, c'est de l'argent. ( Lö tan se dö larjan.) Les bons comptes font les bons amis. ( Le bon cont fon le bonzami.) Dog...
-
My name is Catherine, but I'm called 'Kate' by my friends. I live near Leeds, in the north-east of England. I'm a dental n...
-
tahsin saraç fransızca - türkçe sözlük https://yadi.sk/i/TdKaHeO13KwirN
-
. Bölüm Türkler İçin Kolay Almanca Öğrenimi Almanca da 26 harf vardır. Türkçe de olmayan harfler şunlardır: Ää( e ) ,Qq( ku ) ,X x( ik...
-
Türkçe İle İlgili Sözler, Türkçe Doğru Kullanmak Sloganları, Türkçe Doğru Kullanmak İle İlgili Sloganlar Türkçeni doğru kullan, ülkene sa...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder