Öne Çıkan Yayın

kelime videoları

https://www.youtube.com/channel/UC91Wrsi_25Ts3280rX8CLDw                                               ...

11 Mart 2014 Salı

Kullanım Dışında Kalmış Türkçe Fiiller

14 Türk Dili




Kullanım Dışında Kalmış Türkçe Fiiller


Hamza ZÜLFİKAR

İskender Pala’nın Bir Yunus Romanı adlı eserini okuyordum. Satırlar arasında

uğunmak fiili geçti. Demek uğunmak hayata dönmüş. Fiilin geçtiği cümle



şöyle:

İki saat kadar ne yaptığımı bilmeden öylece uğunduğumu hatırlıyorum (6. s.).



“Bayılmış, kendinden geçmiş bir hâlde olmak” anlamında kullanılmış olan

bu fiil birkaç yüzyıl önce yazılmış Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde bulunur.

Kelime Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlük’üne de alınmış.

Uğunmak fiilini ses yansımalı kelimeler üzerinde çalışırken tespit etmiştim.

Türk Dil Kurumu yayınları içinde yayımlanan Türkçede Ses Yansımalı Kelimeler

adlı doçentlik tezimde uğunmak yanında bunun çatı eki almış uğundurmak

ve “baygınlık” anlamında uğunduk biçimleri de yer alır. İskender Pala, yerinde



bir kullanımla fiile canlılık getirmiş, ölü fiil durumundan kurtarıp hayata döndürmüş.

Gönül arzu eder ki bunun çatı eklerini almış biçimleri ve uğunduk sıfatı



da yazarlarımız tarafından kullanılır ve bu tür Türkçe kelimeler hayat bulur.

Birçok Türkçe isim, sıfat, fiil yıllardır derlenerek Türkçe Sözlük’e alınmış



ancak bu fiilden yararlanmak, yeni bir kelime türetmek, terim olarak kullanmak

yoluna gidilmemiş, bir yazar da bunu cümleleri arasına alarak işletmemiştir.

Türkçe Sözlük’te soğulmak diye Türkçe bir fiil var. “Suyu çekilmek, pörsümek,

kurumak” anlamındadır. Tarihî metinlerde İki gözi sogıldı, gösüz oldı (Paşa Yavuzarslan,

Münebbihü’r-Rakidin metin 444. s.) cümlesinde “feri gitmek, görmez

olmak” anlamında kullanılmış. Ağmak Eski Türkçe metinlerde “çıkmak,

yükselmek, yukarı çıkmak” anlamlarında kullanılır. Ana ululık nerdubanına

agmaklıgı dayim dutsun (Binnur Erdağı Doğuer, Tuhfe-i Mübarizi, 22. s.) Halk

ağzında da bugün yaşayan bu fiil Türkçe Sözlük sayfaları arasına almış ama



bundan bir kelime türetildiği, terim olarak yararlanıldığı, yazarların bunu eserlerinde

işlediği görülmemiştir. Bu konu için yığınla örnek vermek mümkündür.

Hamza ZÜLFİKAR


Türk Di li 15

Uğunmak fiilinin eski metinlerde başka anlamlarda da kullanıldığını biliyoruz.

Ancak uğunmak, “kısa bir süre koltukta hafifçe uyumak, dalmak” anlamında

değildir. Bunun için Türkçede içi geçmek deyimi var.



Meslektaşlar, fiil olsun, isim veya sıfat olsun kelimeleri ölü, canlı diye ayırırlar.

Onlara göre “bağırmak, öfkelenip söylenmek” anlamındaki kakımak ve

Dede Korkut hikâyelerinde de geçen “yüceltmek, ululamak” anlamında soylamak

birer ölü fiildir. “kemik” anlamında süñük,”hafif” anlamında yeyni veya

yüngül de birer ölü kelimedir. Halis Türkçe olan bu tür isimleri, sıfatları, fiilleri



canlandırmak akıllara gelmez. Bunu 1950’li yıllarda Nurullah Ataç denemiş

ve ası (fayda), yanıt, kıyın (ceza) gibi birkaç eski Türkçe kelimeyi diriltmeye

çalışmıştı. N. Ataç, Beklenen kişinin kaçan geleceğini bilmiyoruz ( Günce **

615. s.). cümlesindeki kaçan örneğinde olduğu gibi bunları tanıtmaya çalışmış,



kullanıma açmıştır.

Ölü kelime yanında bir de ölü dil vardır. Ölü dil, “günümüze ulaşan belgeleri



olduğu hâlde konuşulmayan, konuşanları bulunmayan” anlamındadır.

Sümerce, Hititçe ölü diller örnek olarak gösterilir. Ölü dil terimini biz Fransızcadan

langue morte kelimesinden çevirmişiz. Demek ki önce onlar böyle bir



adlandırma yapmış.

Zeynep Korkmaz Hocamız Türk Dil Kurumunca yayımlanan Gramer Terimleri

Sözlük’ünde ölü dil terimini almış ve tanımlamıştır. Z. Korkmaz, buna

ölü ek, ölü kelime maddelerini de ekleyip anlamlandırmış. Ölü ek için eski -rak

(-rek) ekini, ölü kelime için de “fayda” anlamında assı (<assıg) kelimesini örnek



olarak vermiştir.

Türkçeyi sadeleştirme çalışmaları başlarken kelimeleri ölü ve canlı olarak

ayırmak dilin aleyhine olmuştur. Birçok Türkçe kelime ölü damgasını yediği

için bu dönemde yazı diline, konuşma diline girememiş. O tarihlerde ölü sayılan

sımak ve onun çatı eki alış sınmak fiil köküne dayanan ve halk arasında

kullanılan sınık, sınıkçı Türk Dil Kurumunca 1983 yılında yayımlanan Türkçe

Sözlük’te yoktur. Bu iki kelime son dönemlerde yayımlanan Türkçe Sözlük’e

girmiştir. Türkçe Sözlük’e sımak ve sınmak, halk arasında kullanılan sınıkçı kelimesi



dolayısıyla alınmıştır.

Tamamen karşılığı Eski Türkçede geçen tükel 1930’lu yılarda dile getirilmiş,

yazı dilinde kullanılmışsa da daha sonra ilgi görmemiştir. Bunun gibi ruh,

can karşılığı tın bir süre kullanıma girmiş olmasına rağmen sonradan unutulmuştur.

Yanıt, sav, yasak gibi birkaçı dışında diğerlerinden yararlanılmamış.

Atatürk’ün başkanlığında askerî terimler elden geçirilirken asker anlamında




Kullanım Dışında Kalmış Türkçe Fiiller


16 Türk Dili

kelimesi Eski Türkçeden alınıp subay (zabit) biçiminde dile kazandırılmıştır.

Dile mal edilen acun, kent, kamu gibi Eski Türkçede geçen kelimelerin ise Türkçe



olmadığı sonradan anlaşılmışsa da canlı kelimeler hâlini aldığı için dile yerleşmiştir.

Bunlardan kamu ve kent kelimelerinden kamuoyu, kamu personel sınavı,




kamu sağlığı, kamusal, kamusal alan, kamulaştırmak, kamu sektörü, kamu


yararı, kamu yönetimi gibi kelimeler türetilmiştir. Hepsi de oldukça canlı olan

bu kelimeler gibi kent köküne dayanan kentleşmek, kentlileşmek, kentsel, kent

soylu, kenttaş, kentaşlık, kentçilik sözleri yapılmış, hepsi de sözlüklerde yerini



almıştır. Kökeni Türkçe olan, Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde geçen ve halk

ağzında kullanılanlarda ise böyle bir gelişme olmamıştır.

Dilde kullanım dışı kalmış eski kelimeler gündeme getirildiğinde ortaya

bazı görüşler atılmış. Bunlardan biri Ziya Gökalp’a aittir. Ziya Gökalp’ın ölü

kelime için kullandığı terim müstehâse’dir. Lisanî Türkçülüğün Umdeleri adlı



yazısında şu açıklamaları yer alıyor:

Yerlerine yeni kelimeler kaim olduğu için müstehase hâline gelen eski

Türkçe kelimeleri diriltmemek.

… Fakat bunlar ıstılah (terim) mevkiinde kalacaklarından, bunların hayata

avdeti, müstehâselerin dirilmesi mahiyetinde telakki olunmalı.

Z. Gökalp, müstehase kelimesinin çokluk biçimi olan müstehâsât terimini



de kullanıyor.

Görüldüğü gibi bugün canlı olmayan, eski Türkçe kelimeler için geçerli

olan ölü kelime yerine o yıllarda Z. Gökalp’ın kullandığı terim müstehâse’dir.

Müstehâse başta bitki bilimi olmak üzere yakın bilim dallarında fosil karşılığı

kullanılmış, daha sonra Batı kökenli fosil terimi öne çıkmış, fosil’e gösterilen

taşıl karşılığı ise Türkçe olduğu için ilgi görmemiştir. Paleontoloji karşılığı olarak

taşıl bilimi Türkçe Sözlük’e alınış olmasına rağmen ilgili bilim adamlarınca



benimsenmemiştir.

Ziya Gökalp, müstehase deyip ölü kelimeleri canlandırmayı doğru bulmazken



bir yandan da “Yeni ıstılahlar (terimler) aranacağı zaman ibtida (önce)

halk lisanındaki kelimeler arasında aramak” fikrini ileri sürüyor. “Yükselmek,

yukarıya doğru yönelmek” anlamında ağmak fiilinde olduğu gibi halk dilinde



yaşayanlar Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde de aynen yer alır.

O yıllarda Ziya Gökalp’ın bu görüşünü Atatürk de benimsemiş. Türk Dil

Kurumunun kurulduğu yıllarda tespit edilen ilkeler arasına halk ağzındaki kelime

ve terimlerden yararlanmak önerisi de bulunmaktadır. Ancak bu öneriler

Hamza ZÜLFİKAR


Türk Di li 17

yılancık, kasık yarığı (fıtık), öyken veya akciğer şişi (zaturiye, pnuemone), ütük,

veya sürgün (isal) kursak (mide), kavuk (idrar torbası) pamukçuk gibi tıpla ilgili



halk ağzında ve eski metinlerde geçen kelimeler gereken ilgiyi görmemiş, bunların

yerini Osmanlı Türkçesindeki karşıları da dikkate alınmayarak Fransızcası,

Latincesi, İngilizcesi geçmiştir. O yıllarda Süheyl Ünver gibi bazı bilginler

bu tür kelimeleri çeşitli yazılarında dile getirmiş, önerilerde bulunmuşlardır.

Türkçenin tarihî dönemlerinde kullanılmış olup günümüze ulaşmayan kelimelerden

yararlanma fikrini Ahmet Caferoğlu 1932 yılında yazdığı makalelerde

dile getirmiştir. O, Türkçe kökenli olmayan borç kelimesinin eski Uygur

metinlerinde karşılığının alım olduğunu yazmış “borç para almış, borçlu” anlamında

Uygurcada alımçı kelimesinin bulunduğunu bildirmiştir. Bunun yanında

“tüccar” karşılığı satıgçı kelimesine dikkat çekmiş. Satıcı dilde hayat bulmuş

ama alımcı günümüze gelememiş. Onun üzerinde durduğu yasak kelimesinin de

Uygurcadan alındığını biliyoruz (“Öz Hukuk Dili”, Öz Dilimize Doğru, 5. sayı;

Kâzım Yetiş, Atatürk ve Türk Dili, TDK, III. C. 2156, 2347. s.) .



Eski Türkçede geçen kelimelerden yararlanmak konusunda büsbütün ilgisiz

kalınmamış. Bu yolda bazı denemelerde bulunulmuş, Eski Türkçedeki tegmek

(değmek) fiilinden yararlanılarak teğet kelimesi türetilmiş. Teğet, o yıllarda

kullanılan mümas kelimesinin karşılığı olmuştur. Teğmen (mülazım-ı evvel), kelimesinde

de aynı yol izlenmiş. Teğmek (değmek) fiilinden yararlanılmış. Eski

adı ıstılah olan terim kelimesi de termek (dermek) fiiline dayanır.



Bilim ve sanatla ilgili özel sözlerin Türkçe kelime köklerine dayandırılması

fikri, her zaman “Bunlar uluslararası sözlerdir” bahanesiyle reddedilmiştir.

Batıdan sel gibi gelen çeşitli dallara ait kelimelerin hangilerinin gerçekten

uluslararası olduğu konusunda bir birliğe varılmamıştır. Aslında uluslararası

fikri Batılı toplum için geçerlidir. Dilleri Yunanca ve Latinceye dayalıdır. Millet

olarak aralarında bağlar var. Bu söz onların dillerine uyar. Türkçe ise yapısı

ve kökeni bakımından Batı dilleriyle uyuşmaz. Bu bakımdan her Batılı söz ya

doğrudan Türkçeye girecek veya tercüme edilecektir. Tercümede sık sık sıkıntı

çekilecektir. En azından her Batı kökenli tamlama point de contact terimi

nokta temas diye çevrilemeyecek, temas noktası veya değme noktası diye baş

aşağı edilecektir. Quatres operation kelimesiyle karşılaşan Osmanlı aydını onu

âmalierbaa diye karşılamış. O da kelimelerin yerlerini değiştirmiş. Âmalierbaa

terimine dayanan Cumhuriyet aydını buna Türkçe kelimelerle dört işlem demiş.



Zaman zaman dönemin aydınları Almanların, Rusların, Fransızların, İngilizlerin

bilim ve sanat dallarında kullandıkları terimlere dikkat çekerek onların

ne kadar istikrarlı olduğunu, birlik içinde bulunduğunu, terimlerin kişilere göre,

Kullanım Dışında Kalmış Türkçe Fiiller


18 Türk Dili



kuruluşlara göre değişmediğini dile getirip örnek almak istemişlerdir. İç çekişmeler,

kültürel anlaşmazlıklar, konuya sahip çıkmayan devlet ve bilim adamlarının

sayesinde hep işin kolayına kaçılmış, Batı’dan gelenler tercih edilmiş.

Türkçe kelime köklerine dayalı bilim ve sanat dallarının sözlerinde istikrar sağlanmış

olsaydı soydaş milletlere de örnek olunabilirdi.

Halk, karşılaştığı her yeni kavrama bir karşılık bulur. Telgraf’ı olduğu gibi

benimsememiştir. İstanbul’a tel çektim cümlesinde olduğu gibi direklere gerilmiş

telleri görerek telgraf’ı, tel ile karşılamıştır. Aydınlarımız onun bu tür kullanımlarını



kabul etmez, basit bulur, Batı’dan gelen her kelimenin özgün biçimini

hatta özgün yazımını tercih eder. Artık televizyonun teve kısaltmasını kimseye

söyletemeyiz. Tivi okunuşu öne çıkmıştır.



Türk Dil Kurumunun kurulduğu 1932 yılından sonra geçen sürede her yıl

yapılan kurultaylarda bilim ve sanat dallarının terimleri gündeme gelmiş. Yaklaşık

bir on yıl Güneş Dil Teorisi ile zaman harcanmıştır. Daha sonraki yıllar da

kâh Anayasa dili ile kâh yapıca bozuk kelime türetmeleriyle yıllar akıp gitmiştir.

Başlangıçtan beri Batı kültürünü, uygarlığını benimseyenler bilim ve sanat dilini

de Batılılaştırmak istemişlerdir.

Terimlerin Türkçe kelime köklerine dayanması için halk ağzından ve eski

Türkçe metinlerden derleme yapmak fikri beklenen sonucu vermemiş. O yıllarda

dil malzemesi toplanıp bunlar bilim ve sanat dallarına göre sınıflandırılarak

bilim adamlarının kullanımına sunulsaydı, o yılların heyecanı içinde epeyce yol

alınabilirdi. Bugün de böyle bir çalışma yapılabilir, bulunan terimlerin her birinin

karşısına Osmanlı Türkçesindeki karşılığı, Batı dillerindeki karşılığı konarak

bir yayın ortaya konabilir. Aslında günümüzde dünün imkânsızlığı yoktur.

Örnek olarak tıp ve eczacılıkla ilgili epeyce eski eser yayımlanıp gün ışığına

çıkarılmıştır. Mesele bilim ve sanat adamına kendi dilinin önemini, gerekliliğini

anlatmak, onu bu millî davaya inandırmaktır.

Kelimeleri ölü, müstehase diye nitelemek, bana göre doğru olmamıştır.



Özellikle altın değerinde olan fiillerin tarihî metinlerin sayfaları arasında kalması

üzüntü vericidir. Bunlardan incimek fiilinde olduğu gibi kök şekli tarihî

metinlerde kalmış, çatı eki almış incinmek şekli yazı diline ulaşmış. Bunlar en

çok dikkati çeken örneklerdir. “Yorulmak” anlamında armak ayrı bir örnektir.

Bunun argın türevi ancak yazı diline ulaşmış ve sözlüklere girmiştir.

Kök şekli ırmak olup günümüz Türkçesine ulaşmamış ama türevi ırak,

ıraklık, ıraksamak, ıraklaşmak gibi günümüz yazı dilinde kullanılanlar bir başka



grup oluşturmaktadır.

Hamza ZÜLFİKAR


Türk Di li 19



Çatı ekleriyle veya öteki türevleriyle günümüz yazı diline ulaşamayan,

Tarihî metinlerde kalan, günümüz sözlüklerine girmeyen fiillere ise şu örnekleri

verebiliriz.

Yelmek (koşmak, acele yürümek), burtarmak (somurtmak); yeltemek (bir

şeye sevk etmek, teşvik etmek), genitmek (genişletmek), dirgürmek (diriltmek),

sogılmak (gözlerinin feri kalmamak, kör olmak), ayırtlanmak (farkına varmak),

irgürmek (ulaşmak, erişmek), çegzinmek (dolaşmak), asılandurmak (faydalandırmak),

tanlamak (hayret etmek, şaşmak), yidmek, yedmek (çekerek peşinden

götürmek), yörenmek (etrafında dolaşmak), yerinmek (kederlenmek), kavşurmak



(bağlamak) vb. Kullanımdan düşmüş fiil örnekleri bu kadarla sınırlı değildir.

Sayfaları dolduracak örnekler vermek mümkündür. Kullanılmayan, türevleri

yapılamayan, canlandırılmayan bu fiillere yazık olmuştur. Fiillerini bu kadar

hovardaca harcayan millet az bulunur.

Kullanımdan düşen fiiller arasında keykirdemek, kakımak, kıgırmak, kakmak,

kakıtmak gibi ses yansımalı olan birtakım fiiller var ki insanın bütün ruh



hâllerini, doğadaki hareketliliği anlatmaya yarayan fiillerdir.

Fillerin anlamlarla ilgili boyutu ayrı bir araştırma konusudur. Andan

Fir’avn köşk üzerine bindi (Y. Karasoy, Siracü’l-Kulûb 49. s.) cümlesinde geçen

binmek fiilinin “çıkmak, tahta oturmak” anlamı günümüz sözlüklerinde yoktur.

Zikr olundu ki atası öldükden sonra halife dikse gerekdi Bu örnekte dikmek

fiilinin “tayin etmek” anlamı sözlüklerimizde bulunmaz. (Mehdi Ergüzel, Şirvanlı

Mahmud Tarih-i İbn-i Kesir Tercümesi IV., C. 405. s.) “Ad koymak” anlamında

Ad okumak bir başka örnektir. İsmini Arif okudı der-hâl (Halil Ersoylu,

Menakıb-ı Mevlana, 193. s.), Ol durur ki yıgar öksüzi gendü hakkından. (Hatice

Tören, Amme Cüzü Tefsiri, 202. s.) Cümlede yıgmak “menetmek, alıkoymak”

anlamında kullanılmıştır. Yaymak fiilinin çalkalamak anlamı günümüze ulaşmazken

türevi olan yayık kelimesinde bu kavram yaşamaktadır. Yaşmak Eski

Anadolu Türkçesi metinlerinde “örtmek” anlamında geçer. Günümüzde yaşmak



isim görevindedir. Birkaç örnekle anlatmaya çalıştığım anlam zenginliği bakımından

Eski Anadolu metinleri gerçekten bir hazinedir. Bu anlamlardan yararlanılarak

onları taşıyan Türkçe fiiller yazı diline kazandırılmalıdır.

Tarihî metinlerde anlamı geniş olan kelimelerin günümüzde anlamlarının

daralmış olanlardan bir başka sınıflandırma yapılabilir.

Özellikle tek heceli fiillerin gündeme getirilmemesi, işletilmemesi, bunlardan

birtakım terimler yapılamaması büyük bir kayıptır. Nasıl olmuşsa ivmek

fiilinden ivedi, ivedilik, ivedilikle yapılabilmiş. Resmî yazışmalarda ivedi ve iveKullanım




Dışında Kalmış Türkçe Fiiller


20 Türk Dili

dilikle sık kullanılan terimler olmuştur. Unutmamak gerekir ki isim köklerinden



sınırlı türetme yapılırken fiil köklerinden çok daha fazla sıfatlar, isimler, zarflar

türetilebilir, onların çatıları kullanılabilir ve çatı ekleri almış biçimlerden yeni

kelimeler terimler yapılabilirdi. Bu bakımdan canlandırma işinin yanıt, savcı

(sav kelimesinden), tanık (tanuk kelimesinden) gibi sayılı isimler çerçevesinde



kalması üzüntü vericidir.

Dikkat edilirse Cumhuriyet Dönemi’nde fiil kıtlığından dolayı hep yardımcı

fiillere yüklenilmiştir. Etmek ve olmak fiillerinin her birinden yirmişer, otuzar

kelime türetilmiştir. Öz kelimesine de aşırı bir biçimde yüklenilmiştir. Öte



yandan Türkçe karşılık bulamadıklarından doğan açık, Batı dillerinden gelen

kelimelerle doldurulmuştur.

Günümüzde kapılarını Batı kökenli kelimelere açan, Türkçesi olduğu hâlde

Batı dillerinden gelen kelimeleri seçip kullanan gencimiz, bilim adamımız, sanatçımız,

yazarız, devlet adamımız, Türkçeyi evinde, sınıfında, makamında, yazısında

kullanan aynı ulusun birer ferdidir. Bunların arasında birileri de var ki

halk ağzında, eski dilde yaşarken kullanımdan düşmüş fiilleri bulup romanına,

hikâyesine ustalıkla yerleştirir.

Sayıları yüzü aşan ve geçmişe terk edilmiş fiillere ilgi duyacak yazarlar

bekleniyor.

Taranan kaynaklardan bazıları:


Halil Ersoylu, Menakıb-ı Mevlana; Hatice Tören, Amme Cüzü Tefsiri; Yakup Karasoy

Siracü’l-Kulûb; Mehmet Özmen, Ahmed-i Da’i Divanı; Paşa Yavuzarslan, Münebbihü’r-Rakidin;

Mehdi Ergüzel, Şirvanlı Mahmud Tarih-i İbn-i Kesir Tercümesi IV. c.; Esra Karabacak, Türkçe,

Arapça, Farsça Satır Arası Kur’an Tercümesi; Binnur Erdağı Doğuer, Tuhfe-i Mübarizi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts