14 Türk Dili
Kullanım Dışında Kalmış Türkçe Fiiller
Hamza ZÜLFİKAR
İskender Pala’nın Bir Yunus Romanı adlı eserini okuyordum. Satırlar arasında
uğunmak fiili geçti. Demek uğunmak hayata dönmüş. Fiilin geçtiği cümle
şöyle:
İki saat kadar ne yaptığımı bilmeden öylece uğunduğumu hatırlıyorum (6. s.).
“Bayılmış, kendinden geçmiş bir hâlde olmak” anlamında kullanılmış olan
bu fiil birkaç yüzyıl önce yazılmış Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde bulunur.
Kelime Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlük’üne de alınmış.
Uğunmak fiilini ses yansımalı kelimeler üzerinde çalışırken tespit etmiştim.
Türk Dil Kurumu yayınları içinde yayımlanan Türkçede Ses Yansımalı Kelimeler
adlı doçentlik tezimde uğunmak yanında bunun çatı eki almış uğundurmak
ve “baygınlık” anlamında uğunduk biçimleri de yer alır. İskender Pala, yerinde
bir kullanımla fiile canlılık getirmiş, ölü fiil durumundan kurtarıp hayata döndürmüş.
Gönül arzu eder ki bunun çatı eklerini almış biçimleri ve uğunduk sıfatı
da yazarlarımız tarafından kullanılır ve bu tür Türkçe kelimeler hayat bulur.
Birçok Türkçe isim, sıfat, fiil yıllardır derlenerek Türkçe Sözlük’e alınmış
ancak bu fiilden yararlanmak, yeni bir kelime türetmek, terim olarak kullanmak
yoluna gidilmemiş, bir yazar da bunu cümleleri arasına alarak işletmemiştir.
Türkçe Sözlük’te soğulmak diye Türkçe bir fiil var. “Suyu çekilmek, pörsümek,
kurumak” anlamındadır. Tarihî metinlerde İki gözi sogıldı, gösüz oldı (Paşa Yavuzarslan,
Münebbihü’r-Rakidin metin 444. s.) cümlesinde “feri gitmek, görmez
olmak” anlamında kullanılmış. Ağmak Eski Türkçe metinlerde “çıkmak,
yükselmek, yukarı çıkmak” anlamlarında kullanılır. Ana ululık nerdubanına
agmaklıgı dayim dutsun (Binnur Erdağı Doğuer, Tuhfe-i Mübarizi, 22. s.) Halk
ağzında da bugün yaşayan bu fiil Türkçe Sözlük sayfaları arasına almış ama
bundan bir kelime türetildiği, terim olarak yararlanıldığı, yazarların bunu eserlerinde
işlediği görülmemiştir. Bu konu için yığınla örnek vermek mümkündür.
Hamza ZÜLFİKAR
Türk Di li 15
Uğunmak fiilinin eski metinlerde başka anlamlarda da kullanıldığını biliyoruz.
Ancak uğunmak, “kısa bir süre koltukta hafifçe uyumak, dalmak” anlamında
değildir. Bunun için Türkçede içi geçmek deyimi var.
Meslektaşlar, fiil olsun, isim veya sıfat olsun kelimeleri ölü, canlı diye ayırırlar.
Onlara göre “bağırmak, öfkelenip söylenmek” anlamındaki kakımak ve
Dede Korkut hikâyelerinde de geçen “yüceltmek, ululamak” anlamında soylamak
birer ölü fiildir. “kemik” anlamında süñük,”hafif” anlamında yeyni veya
yüngül de birer ölü kelimedir. Halis Türkçe olan bu tür isimleri, sıfatları, fiilleri
canlandırmak akıllara gelmez. Bunu 1950’li yıllarda Nurullah Ataç denemiş
ve ası (fayda), yanıt, kıyın (ceza) gibi birkaç eski Türkçe kelimeyi diriltmeye
çalışmıştı. N. Ataç, Beklenen kişinin kaçan geleceğini bilmiyoruz ( Günce **
615. s.). cümlesindeki kaçan örneğinde olduğu gibi bunları tanıtmaya çalışmış,
kullanıma açmıştır.
Ölü kelime yanında bir de ölü dil vardır. Ölü dil, “günümüze ulaşan belgeleri
olduğu hâlde konuşulmayan, konuşanları bulunmayan” anlamındadır.
Sümerce, Hititçe ölü diller örnek olarak gösterilir. Ölü dil terimini biz Fransızcadan
langue morte kelimesinden çevirmişiz. Demek ki önce onlar böyle bir
adlandırma yapmış.
Zeynep Korkmaz Hocamız Türk Dil Kurumunca yayımlanan Gramer Terimleri
Sözlük’ünde ölü dil terimini almış ve tanımlamıştır. Z. Korkmaz, buna
ölü ek, ölü kelime maddelerini de ekleyip anlamlandırmış. Ölü ek için eski -rak
(-rek) ekini, ölü kelime için de “fayda” anlamında assı (<assıg) kelimesini örnek
olarak vermiştir.
Türkçeyi sadeleştirme çalışmaları başlarken kelimeleri ölü ve canlı olarak
ayırmak dilin aleyhine olmuştur. Birçok Türkçe kelime ölü damgasını yediği
için bu dönemde yazı diline, konuşma diline girememiş. O tarihlerde ölü sayılan
sımak ve onun çatı eki alış sınmak fiil köküne dayanan ve halk arasında
kullanılan sınık, sınıkçı Türk Dil Kurumunca 1983 yılında yayımlanan Türkçe
Sözlük’te yoktur. Bu iki kelime son dönemlerde yayımlanan Türkçe Sözlük’e
girmiştir. Türkçe Sözlük’e sımak ve sınmak, halk arasında kullanılan sınıkçı kelimesi
dolayısıyla alınmıştır.
Tamamen karşılığı Eski Türkçede geçen tükel 1930’lu yılarda dile getirilmiş,
yazı dilinde kullanılmışsa da daha sonra ilgi görmemiştir. Bunun gibi ruh,
can karşılığı tın bir süre kullanıma girmiş olmasına rağmen sonradan unutulmuştur.
Yanıt, sav, yasak gibi birkaçı dışında diğerlerinden yararlanılmamış.
Atatürk’ün başkanlığında askerî terimler elden geçirilirken asker anlamında sü
Kullanım Dışında Kalmış Türkçe Fiiller
16 Türk Dili
kelimesi Eski Türkçeden alınıp subay (zabit) biçiminde dile kazandırılmıştır.
Dile mal edilen acun, kent, kamu gibi Eski Türkçede geçen kelimelerin ise Türkçe
olmadığı sonradan anlaşılmışsa da canlı kelimeler hâlini aldığı için dile yerleşmiştir.
Bunlardan kamu ve kent kelimelerinden kamuoyu, kamu personel sınavı,
kamu sağlığı, kamusal, kamusal alan, kamulaştırmak, kamu sektörü, kamu
yararı, kamu yönetimi gibi kelimeler türetilmiştir. Hepsi de oldukça canlı olan
bu kelimeler gibi kent köküne dayanan kentleşmek, kentlileşmek, kentsel, kent
soylu, kenttaş, kentaşlık, kentçilik sözleri yapılmış, hepsi de sözlüklerde yerini
almıştır. Kökeni Türkçe olan, Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde geçen ve halk
ağzında kullanılanlarda ise böyle bir gelişme olmamıştır.
Dilde kullanım dışı kalmış eski kelimeler gündeme getirildiğinde ortaya
bazı görüşler atılmış. Bunlardan biri Ziya Gökalp’a aittir. Ziya Gökalp’ın ölü
kelime için kullandığı terim müstehâse’dir. Lisanî Türkçülüğün Umdeleri adlı
yazısında şu açıklamaları yer alıyor:
Yerlerine yeni kelimeler kaim olduğu için müstehase hâline gelen eski
Türkçe kelimeleri diriltmemek.
… Fakat bunlar ıstılah (terim) mevkiinde kalacaklarından, bunların hayata
avdeti, müstehâselerin dirilmesi mahiyetinde telakki olunmalı.
Z. Gökalp, müstehase kelimesinin çokluk biçimi olan müstehâsât terimini
de kullanıyor.
Görüldüğü gibi bugün canlı olmayan, eski Türkçe kelimeler için geçerli
olan ölü kelime yerine o yıllarda Z. Gökalp’ın kullandığı terim müstehâse’dir.
Müstehâse başta bitki bilimi olmak üzere yakın bilim dallarında fosil karşılığı
kullanılmış, daha sonra Batı kökenli fosil terimi öne çıkmış, fosil’e gösterilen
taşıl karşılığı ise Türkçe olduğu için ilgi görmemiştir. Paleontoloji karşılığı olarak
taşıl bilimi Türkçe Sözlük’e alınış olmasına rağmen ilgili bilim adamlarınca
benimsenmemiştir.
Ziya Gökalp, müstehase deyip ölü kelimeleri canlandırmayı doğru bulmazken
bir yandan da “Yeni ıstılahlar (terimler) aranacağı zaman ibtida (önce)
halk lisanındaki kelimeler arasında aramak” fikrini ileri sürüyor. “Yükselmek,
yukarıya doğru yönelmek” anlamında ağmak fiilinde olduğu gibi halk dilinde
yaşayanlar Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde de aynen yer alır.
O yıllarda Ziya Gökalp’ın bu görüşünü Atatürk de benimsemiş. Türk Dil
Kurumunun kurulduğu yıllarda tespit edilen ilkeler arasına halk ağzındaki kelime
ve terimlerden yararlanmak önerisi de bulunmaktadır. Ancak bu öneriler
Hamza ZÜLFİKAR
Türk Di li 17
yılancık, kasık yarığı (fıtık), öyken veya akciğer şişi (zaturiye, pnuemone), ütük,
veya sürgün (isal) kursak (mide), kavuk (idrar torbası) pamukçuk gibi tıpla ilgili
halk ağzında ve eski metinlerde geçen kelimeler gereken ilgiyi görmemiş, bunların
yerini Osmanlı Türkçesindeki karşıları da dikkate alınmayarak Fransızcası,
Latincesi, İngilizcesi geçmiştir. O yıllarda Süheyl Ünver gibi bazı bilginler
bu tür kelimeleri çeşitli yazılarında dile getirmiş, önerilerde bulunmuşlardır.
Türkçenin tarihî dönemlerinde kullanılmış olup günümüze ulaşmayan kelimelerden
yararlanma fikrini Ahmet Caferoğlu 1932 yılında yazdığı makalelerde
dile getirmiştir. O, Türkçe kökenli olmayan borç kelimesinin eski Uygur
metinlerinde karşılığının alım olduğunu yazmış “borç para almış, borçlu” anlamında
Uygurcada alımçı kelimesinin bulunduğunu bildirmiştir. Bunun yanında
“tüccar” karşılığı satıgçı kelimesine dikkat çekmiş. Satıcı dilde hayat bulmuş
ama alımcı günümüze gelememiş. Onun üzerinde durduğu yasak kelimesinin de
Uygurcadan alındığını biliyoruz (“Öz Hukuk Dili”, Öz Dilimize Doğru, 5. sayı;
Kâzım Yetiş, Atatürk ve Türk Dili, TDK, III. C. 2156, 2347. s.) .
Eski Türkçede geçen kelimelerden yararlanmak konusunda büsbütün ilgisiz
kalınmamış. Bu yolda bazı denemelerde bulunulmuş, Eski Türkçedeki tegmek
(değmek) fiilinden yararlanılarak teğet kelimesi türetilmiş. Teğet, o yıllarda
kullanılan mümas kelimesinin karşılığı olmuştur. Teğmen (mülazım-ı evvel), kelimesinde
de aynı yol izlenmiş. Teğmek (değmek) fiilinden yararlanılmış. Eski
adı ıstılah olan terim kelimesi de termek (dermek) fiiline dayanır.
Bilim ve sanatla ilgili özel sözlerin Türkçe kelime köklerine dayandırılması
fikri, her zaman “Bunlar uluslararası sözlerdir” bahanesiyle reddedilmiştir.
Batıdan sel gibi gelen çeşitli dallara ait kelimelerin hangilerinin gerçekten
uluslararası olduğu konusunda bir birliğe varılmamıştır. Aslında uluslararası
fikri Batılı toplum için geçerlidir. Dilleri Yunanca ve Latinceye dayalıdır. Millet
olarak aralarında bağlar var. Bu söz onların dillerine uyar. Türkçe ise yapısı
ve kökeni bakımından Batı dilleriyle uyuşmaz. Bu bakımdan her Batılı söz ya
doğrudan Türkçeye girecek veya tercüme edilecektir. Tercümede sık sık sıkıntı
çekilecektir. En azından her Batı kökenli tamlama point de contact terimi
nokta temas diye çevrilemeyecek, temas noktası veya değme noktası diye baş
aşağı edilecektir. Quatres operation kelimesiyle karşılaşan Osmanlı aydını onu
âmalierbaa diye karşılamış. O da kelimelerin yerlerini değiştirmiş. Âmalierbaa
terimine dayanan Cumhuriyet aydını buna Türkçe kelimelerle dört işlem demiş.
Zaman zaman dönemin aydınları Almanların, Rusların, Fransızların, İngilizlerin
bilim ve sanat dallarında kullandıkları terimlere dikkat çekerek onların
ne kadar istikrarlı olduğunu, birlik içinde bulunduğunu, terimlerin kişilere göre,
Kullanım Dışında Kalmış Türkçe Fiiller
18 Türk Dili
kuruluşlara göre değişmediğini dile getirip örnek almak istemişlerdir. İç çekişmeler,
kültürel anlaşmazlıklar, konuya sahip çıkmayan devlet ve bilim adamlarının
sayesinde hep işin kolayına kaçılmış, Batı’dan gelenler tercih edilmiş.
Türkçe kelime köklerine dayalı bilim ve sanat dallarının sözlerinde istikrar sağlanmış
olsaydı soydaş milletlere de örnek olunabilirdi.
Halk, karşılaştığı her yeni kavrama bir karşılık bulur. Telgraf’ı olduğu gibi
benimsememiştir. İstanbul’a tel çektim cümlesinde olduğu gibi direklere gerilmiş
telleri görerek telgraf’ı, tel ile karşılamıştır. Aydınlarımız onun bu tür kullanımlarını
kabul etmez, basit bulur, Batı’dan gelen her kelimenin özgün biçimini
hatta özgün yazımını tercih eder. Artık televizyonun teve kısaltmasını kimseye
söyletemeyiz. Tivi okunuşu öne çıkmıştır.
Türk Dil Kurumunun kurulduğu 1932 yılından sonra geçen sürede her yıl
yapılan kurultaylarda bilim ve sanat dallarının terimleri gündeme gelmiş. Yaklaşık
bir on yıl Güneş Dil Teorisi ile zaman harcanmıştır. Daha sonraki yıllar da
kâh Anayasa dili ile kâh yapıca bozuk kelime türetmeleriyle yıllar akıp gitmiştir.
Başlangıçtan beri Batı kültürünü, uygarlığını benimseyenler bilim ve sanat dilini
de Batılılaştırmak istemişlerdir.
Terimlerin Türkçe kelime köklerine dayanması için halk ağzından ve eski
Türkçe metinlerden derleme yapmak fikri beklenen sonucu vermemiş. O yıllarda
dil malzemesi toplanıp bunlar bilim ve sanat dallarına göre sınıflandırılarak
bilim adamlarının kullanımına sunulsaydı, o yılların heyecanı içinde epeyce yol
alınabilirdi. Bugün de böyle bir çalışma yapılabilir, bulunan terimlerin her birinin
karşısına Osmanlı Türkçesindeki karşılığı, Batı dillerindeki karşılığı konarak
bir yayın ortaya konabilir. Aslında günümüzde dünün imkânsızlığı yoktur.
Örnek olarak tıp ve eczacılıkla ilgili epeyce eski eser yayımlanıp gün ışığına
çıkarılmıştır. Mesele bilim ve sanat adamına kendi dilinin önemini, gerekliliğini
anlatmak, onu bu millî davaya inandırmaktır.
Kelimeleri ölü, müstehase diye nitelemek, bana göre doğru olmamıştır.
Özellikle altın değerinde olan fiillerin tarihî metinlerin sayfaları arasında kalması
üzüntü vericidir. Bunlardan incimek fiilinde olduğu gibi kök şekli tarihî
metinlerde kalmış, çatı eki almış incinmek şekli yazı diline ulaşmış. Bunlar en
çok dikkati çeken örneklerdir. “Yorulmak” anlamında armak ayrı bir örnektir.
Bunun argın türevi ancak yazı diline ulaşmış ve sözlüklere girmiştir.
Kök şekli ırmak olup günümüz Türkçesine ulaşmamış ama türevi ırak,
ıraklık, ıraksamak, ıraklaşmak gibi günümüz yazı dilinde kullanılanlar bir başka
grup oluşturmaktadır.
Hamza ZÜLFİKAR
Türk Di li 19
Çatı ekleriyle veya öteki türevleriyle günümüz yazı diline ulaşamayan,
Tarihî metinlerde kalan, günümüz sözlüklerine girmeyen fiillere ise şu örnekleri
verebiliriz.
Yelmek (koşmak, acele yürümek), burtarmak (somurtmak); yeltemek (bir
şeye sevk etmek, teşvik etmek), genitmek (genişletmek), dirgürmek (diriltmek),
sogılmak (gözlerinin feri kalmamak, kör olmak), ayırtlanmak (farkına varmak),
irgürmek (ulaşmak, erişmek), çegzinmek (dolaşmak), asılandurmak (faydalandırmak),
tanlamak (hayret etmek, şaşmak), yidmek, yedmek (çekerek peşinden
götürmek), yörenmek (etrafında dolaşmak), yerinmek (kederlenmek), kavşurmak
(bağlamak) vb. Kullanımdan düşmüş fiil örnekleri bu kadarla sınırlı değildir.
Sayfaları dolduracak örnekler vermek mümkündür. Kullanılmayan, türevleri
yapılamayan, canlandırılmayan bu fiillere yazık olmuştur. Fiillerini bu kadar
hovardaca harcayan millet az bulunur.
Kullanımdan düşen fiiller arasında keykirdemek, kakımak, kıgırmak, kakmak,
kakıtmak gibi ses yansımalı olan birtakım fiiller var ki insanın bütün ruh
hâllerini, doğadaki hareketliliği anlatmaya yarayan fiillerdir.
Fillerin anlamlarla ilgili boyutu ayrı bir araştırma konusudur. Andan
Fir’avn köşk üzerine bindi (Y. Karasoy, Siracü’l-Kulûb 49. s.) cümlesinde geçen
binmek fiilinin “çıkmak, tahta oturmak” anlamı günümüz sözlüklerinde yoktur.
Zikr olundu ki atası öldükden sonra halife dikse gerekdi Bu örnekte dikmek
fiilinin “tayin etmek” anlamı sözlüklerimizde bulunmaz. (Mehdi Ergüzel, Şirvanlı
Mahmud Tarih-i İbn-i Kesir Tercümesi IV., C. 405. s.) “Ad koymak” anlamında
Ad okumak bir başka örnektir. İsmini Arif okudı der-hâl (Halil Ersoylu,
Menakıb-ı Mevlana, 193. s.), Ol durur ki yıgar öksüzi gendü hakkından. (Hatice
Tören, Amme Cüzü Tefsiri, 202. s.) Cümlede yıgmak “menetmek, alıkoymak”
anlamında kullanılmıştır. Yaymak fiilinin çalkalamak anlamı günümüze ulaşmazken
türevi olan yayık kelimesinde bu kavram yaşamaktadır. Yaşmak Eski
Anadolu Türkçesi metinlerinde “örtmek” anlamında geçer. Günümüzde yaşmak
isim görevindedir. Birkaç örnekle anlatmaya çalıştığım anlam zenginliği bakımından
Eski Anadolu metinleri gerçekten bir hazinedir. Bu anlamlardan yararlanılarak
onları taşıyan Türkçe fiiller yazı diline kazandırılmalıdır.
Tarihî metinlerde anlamı geniş olan kelimelerin günümüzde anlamlarının
daralmış olanlardan bir başka sınıflandırma yapılabilir.
Özellikle tek heceli fiillerin gündeme getirilmemesi, işletilmemesi, bunlardan
birtakım terimler yapılamaması büyük bir kayıptır. Nasıl olmuşsa ivmek
fiilinden ivedi, ivedilik, ivedilikle yapılabilmiş. Resmî yazışmalarda ivedi ve iveKullanım
Dışında Kalmış Türkçe Fiiller
20 Türk Dili
dilikle sık kullanılan terimler olmuştur. Unutmamak gerekir ki isim köklerinden
sınırlı türetme yapılırken fiil köklerinden çok daha fazla sıfatlar, isimler, zarflar
türetilebilir, onların çatıları kullanılabilir ve çatı ekleri almış biçimlerden yeni
kelimeler terimler yapılabilirdi. Bu bakımdan canlandırma işinin yanıt, savcı
(sav kelimesinden), tanık (tanuk kelimesinden) gibi sayılı isimler çerçevesinde
kalması üzüntü vericidir.
Dikkat edilirse Cumhuriyet Dönemi’nde fiil kıtlığından dolayı hep yardımcı
fiillere yüklenilmiştir. Etmek ve olmak fiillerinin her birinden yirmişer, otuzar
kelime türetilmiştir. Öz kelimesine de aşırı bir biçimde yüklenilmiştir. Öte
yandan Türkçe karşılık bulamadıklarından doğan açık, Batı dillerinden gelen
kelimelerle doldurulmuştur.
Günümüzde kapılarını Batı kökenli kelimelere açan, Türkçesi olduğu hâlde
Batı dillerinden gelen kelimeleri seçip kullanan gencimiz, bilim adamımız, sanatçımız,
yazarız, devlet adamımız, Türkçeyi evinde, sınıfında, makamında, yazısında
kullanan aynı ulusun birer ferdidir. Bunların arasında birileri de var ki
halk ağzında, eski dilde yaşarken kullanımdan düşmüş fiilleri bulup romanına,
hikâyesine ustalıkla yerleştirir.
Sayıları yüzü aşan ve geçmişe terk edilmiş fiillere ilgi duyacak yazarlar
bekleniyor.
Taranan kaynaklardan bazıları:
Halil Ersoylu, Menakıb-ı Mevlana; Hatice Tören, Amme Cüzü Tefsiri; Yakup Karasoy
Siracü’l-Kulûb; Mehmet Özmen, Ahmed-i Da’i Divanı; Paşa Yavuzarslan, Münebbihü’r-Rakidin;
Mehdi Ergüzel, Şirvanlı Mahmud Tarih-i İbn-i Kesir Tercümesi IV. c.; Esra Karabacak, Türkçe,
Arapça, Farsça Satır Arası Kur’an Tercümesi; Binnur Erdağı Doğuer, Tuhfe-i Mübarizi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder