Öne Çıkan Yayın

kelime videoları

https://www.youtube.com/channel/UC91Wrsi_25Ts3280rX8CLDw                                               ...

20 Mart 2014 Perşembe

İslâm Velileri Kâhin Değildir

İslâm Velileri Kâhin Değildir


İslâm anlayışına göre varlık âlemine ait üç temel kitap vardır. Birincisi, her şeyin takdir edilerek ilim diliyle yazıldığı kader veya levh-i mahfuz denilen İmam-ı Mübin’dir. İkincisi, her şeyin irade, kudret ve hikmetle yaratıldığı ve haricî varlık seviyesine çıkarıldığı kâinatı ifade eden Kitab-ı Mübin’dir. Üçüncüsü ise, insanın hayatı mânâlandırabilmesi, varoluşun sırlarını çözebilmesi için ona rehber olarak gönderilen ve diğer iki kitabın tefsiri olan Kur'ân-ı Kerim'dir. Bu kitapların tanıtıcısı ve öğretmenleri ise, peygamberler, onların yolundan giden veli ve âlimlerdir.

Mümkünat âleminde, maddî, misâlî ve ruhanî olmak üzere, birlikte bulunabilen üç tür varlık yaratılmıştır. Her varlığın da ayrıca cismanî, misâlî ve ruhanî boyutları olabilir. Meselâ genetik yapımızı depolayan döllenmiş yumurtada, insanın biyolojik yapısı şifrelenmiştir. Genetik yapıyla inşa edilen beden kalıbı içinde, ruh dediğimiz, sabit bir melekûtî varlık misafir olarak yaşar. Zihin oluştuğunda, insan, misâl âlemini; dimağında, gönlünde, hayalinde ve rüyasında sezebileceği veya keşfedebileceği donanımlara sahip olur. İnsan, zaman şeridine takılan bu varlık âlemlerini, kendisine verilen cihaz ve donanımlarla değişik derecelerde bilebilir.

‘Bilmek’ küllî bir kavram olup, haber vermek, tahmin etmek, modellemek, eşyanın iç yüzüne vâkıf olmak gibi alt dallara ayrılır. Bilmek, haber vermek ve tahmin etmek arasında ciddi bağlantılar olmasına karşılık, bunlar aynı şeyler değildir. Bilmenin söz konusu olduğu varlık boyutları, bilinebilir olanlar, bilinemez olanlar şeklinde ikiye ayrıldığında, gayb (bilinemez) âlemleri ve gelecek konusunda bilgi edinmede insanın sahip olduğu donanımların, ne derece güvenilir olduğu sorusu akla gelmektedir. İnsanın fıtraten kullanma istidadına sahip kılındığı bilme yolları arasında, akıl, rüya (duru rüya, şuuraltı rüya ve geleceğe ait işaretlerin verildiği rüya), hayal âlemine düşen mânâlar (sûnuhat, tulûat), sezgi (altıncı his), tevatür, ilham, vahiy, gözlem, deney, ruhanilerle ve farklı boyuttaki varlıklarla iletişim yer alır. Bu bilme vasıtaları, yukarıda özetlenen farklı varlık seviyelerindeki farklı âlemlerden bilgi toplamada kullanılır. Haricî vücut giymiş varlıklar, zamanın bugünkü diliminde gözlenebilirken; ilmî vücut seviyesindeki varlıklar, gelecekte haricî vücut giyeceklerinden, onların şimdiki zamanda bilinmesi, hatalı bir yaklaşımla, ‘gelecekten haber verme’ olarak tarif edilir.

Gelecekten haber verme noktasında konuşan üç farklı zümre vardır. Birincisi, peygamberler, Allah dostları diyebileceğimiz veliler; ikincisi, belli modellere dayalı olarak kâinattaki düzen ve intizamın periyodik ve ritmik işleyişinden yola çıkarak, geleceğe dâir tahminlerde bulunan ve haber veren bilim insanları ve araştırmacılar (genetik bilimciler, meteorologlar, sismologlar); üçüncüsü ise, büyücüler, medyumlar, astrologlar, falcılar, ayrıca cin ve ifritlerle temasa geçebilme kabiliyeti olan kâhinlerdir. Bunlardan cinler, ifritler ve bunlarla temasa geçen medyum ve kâhinler, sema ve yer arasındaki bilgi akışına değişik noktalardan temas ederek, kendilerine izin verildiği ölçüde, gayb âleminden çıkmış, fakat haricî varlık seviyesine çıkmamış, henüz ilmî veya misâlî varlık seviyesinde bulunan hâdiselerden haberdâr olabilmektedir. Bu hakikati ifade eden âyet şöyledir: "Biz dünyaya, en yakın semayı, yıldızlarla süsledik. Ve orayı her türlü şeytandan koruduk. Onlar, Mele-i Âlâ'ya yükselip dinleyemezler ve her taraftan bombardımana tutulurlar. Dinlemeye kalkıp, kulak hırsızlığı yapmaya çalışırlarsa, kovulup atılırlar. Hem onlar için devamlı bir azap vardır. Ne var ki, içlerinden birisi bir söz kırıntısı kapmayı başarırsa, derhal yakıcı ve delici bir ateş, bir ışık onu kovalar." (Sâffât Sûresi, 6-10)

Bu üç farklı zümrenin, gelecek hakkında verdikleri haberler, yaptıkları tahminler ve belli tarihlere dikkat çekmeleri, sûreten benzese de keyfiyeten farklıdır. Peygamberlerin ve ilhama mazhar olan velilerin gelecekten verdiği haberler, Allah tarafından bilgilendirildiklerinden dolayı, aynı zamanda Kader Kitabı’nın varlığına birer delildir.

İnsanın akıl ve duyularıyla, hakkında doğrudan bilgi edinemeyeceği Allah (cc), cennet, cehennem, yarın başına neyin geleceği gibi konulara ‘gayb’ denir. Kur'an'da ‘bilinmez’ denilen ve Allah'tan başkasının bilmediği gayb, ‘mutlak gayb’dır. Yani kişinin kaderi, eceli, rızkı, kazancı, yağmurun ne zaman yağacağı ve rahimlerde olanın durumu ile birlikte, daha pek çok konuya ait gayb hükümleri, sadece Allah tarafından bilinen gaybdır. Meselâ, yüzyıllardan beri Marmara Depremi’ne sebep olmuş olan fay hattının ne zaman harekete geçirileceği bilinmeyen gayb hükümlerindendi. Nitekim bilemedik ve 17 Ağustos 1999 günü, saat 03:02’de fay oynatıldı. Neden o geceydi, buna sebep neydi? Bu bizim için gizlidir, gizli kalacaktır. Yapılan yorumların tamamı tahminden öte geçmeyen şeylerdir. Hiçkimse kesin olarak, “Bu iş şundan dolayı oldu.” diyemez.

Kur'ân-ı Kerim ve Hadîs-i Şeriflerde gayb ve gelecek
İnsanoğlu, eskiden beri gayb âlemini merak etmiş ve bu âlem hakkında bilgi edinmek istemiştir. Bu merak ve istek, gaybdan haber verdiğini söyleyen kâhinler, falcılar, medyumlar ve ruh çağırdığını iddia edenler tarafından istismar edilmiştir.


Dinimize göre gaybı sadece Allah bilir. "De ki; göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur." (Neml Sûresi, 65). ‘Ancak Allah Tealâ'nın emir ve yasaklarını insanlara duyurmak için içlerinden seçtiği Peygamberler, Allah'ın bildirmesiyle (ve bildirdiği kadar) gaybe muttali olabilirler.’ (Cin Sûresi, 26-27). O hâlde, Allah Tealâ bu bilgiyi sadece peygamberlerine bildirdiğine ve Hz Muhammed'den (sas) sonra da peygamber gelmeyeceğine göre Allah’ın ilhama mazhar kılmadığı, ayrıca Kur'an'a ve sahih hadîslere dayanmadığı hâlde, ortalıkta gaybden haber verdiğini söyleyip gezenlerin birer yalancı oldukları anlaşılmaktadır. Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde meseleyi şöyle ele alır: “Dilediğine mülk veren, dilediğinden mülkü alan, dilediğini üstün kılan, dilediğini zelîl eden ‘biyedihi'l-hayr’ (hayır elinde olan) O'dur. Ben gaybı da bilmem. Bilgim dışında bulunan Allah'ın fiil ve bilgilerini bilirim diye iddia da etmem. Kâhinlik taslamam.’ Diğer bir âyette de, ‘Eğer ben gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben, sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeciyim.’ (Ârâf, 7/188) buyrulmaktadır. Şu hâlde bana: ‘O kıyamet ne zaman?’ veya ‘Azab ne zaman?’ gibi gayba ait sorular sormanızın da bir mânâsı yoktur. Ben size ‘bir meleğim’ de demem; bir melek olduğumu da iddia etmem(...) Ben başka bir şeye değil, ancak bana gönderilen vahye uyarım, ona tâbi olurum. Gayba dâir verdiğim haberler, benim kendimden değil, Allah'tan bana gelen vahiylerdir ve Allah'ın ilmini tebliğdir.” (Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'ân Dili Tefsiri En'am sûresi 50-51. âyetlerin tefsiri)

İlmî ve misâlî varlıklar; levh-i mahv ve isbat denilen yaz-boz tahtasında, ilâhî irade, kudret ve hikmet altında haricî varlık seviyesine çıktığından, haber kaynağı çok sağlam olsa bile, imtihan gereği, geleceğe dâir verilen haberler temsilî ve işarî olarak verilmekte ve hâdisenin oluş şeklinde ciddi farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Çünkü Cenab-ı Hak hem hikmet, hem de merhamet ve şefkat sâhibidir. Bu imtihan dünyasında, O'nun hikmet ve rahmeti, geleceğe dâir gaybî şeylerin çoğunu gizlemeyi gerektirmektedir. Çünkü dünya hayatında insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur. Onları, olmadan önce bilmek, insana acı ve elem verir, hayatı yaşanılmaz kılar. Onun için Allah (cc) ölüm zamanı (ecel), kıyamet vakti gibi geleceğe ait hâdiseleri gizlemiştir. Hatta Peygamber Efendimiz'e (sas) de, Onun şefkatini rencide edecek ve onu incitecek şeyler açıkça ve tafsilâtıyla gösterilmemiştir. Meselâ Efendimiz'in (sas) Hz. Aişe'ye farklı olan sevgi ve şefkatinin rencide olmaması için, Hz. Aişe’nin Cemel Vakası'na karışacağı kesin bir şekilde Efendimiz’e (sas) bildirilmemiştir; buna delil, Hz. Peygamber'in (sas) hanımlarına hitaben, "Keşke o vak'ada hanginizin bulunacağını bilseydim." demesidir. Hâdise sathî bir şekilde kendisine bildirilmiş olacak ki; muhterem hanımlarına, “İçinizden biriniz, mühim bir fitnenin başına geçecek ve etrafında çoklar öldürülecektir. Ona, Hav'eb kabilesinin köpekleri havlayacaktır.” demiştir. (Müsned, 6/25) Ayrıca Hz. Ali'ye de, “Senin ile Âişe arasında bir hâdise olursa, 'Âişe'ye iyi davran ve selâmetle evine gönder.' buyurmuştur.” (Müsned, 6/393)

Hazret-i Allah'ın öyle kulları vardır ki, onlar O'nun bildirdiği kadarını bilirler. Şeyh Edebâlî'nin Osman Gazi'ye büyük bir devletin kurucusu olacağını haber vermesi, Hacı Bayram Veli Hazretleri'nin (ks) İstanbul'un fethinin Fatih'e nasip olacağını söylemesi, Akşemseddin Hazretleri’nin fethin gününü Fatih’e bildirmesi, Emir Sultan Hazretleri'nin Yıldırım Bayezid'i Timur ile savaşmaktan vazgeçirmek için birçok gayret göstermesi, muvaffak olamayacağı yönünde ikazlar yapması, tarihte bilinen meşhur hâdiselerdendir. “Fırat nehri altın bir dağ üzerinden suyu çekilip açılmadıkça kıyamet kopmaz. İnsanlar onun için harp edecek ve her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecek. Onlardan her biri, 'Belki ben kurtulurum diyecektir.” "Fırat nehrinin altın hazinelerinden bir kısmının alana çıkması yakındır. Her kim o zaman orada bulunursa, ondan bir şey almasın." gibi kendisine bildirilen bazı gaybî hâdiselerle ikazda bulunan Sevgili Peygamberimiz, Hidayet Rehberimiz, Hz.Muhammed (sas), bir başka hadîslerinde gaybdan haber vermeye kalkışan kişilere inanmanın tehlikesine şöyle işaret buyurmaktadır: “Gayb habercisine (kâhin-falcı-medyum vs) gidip onun dediğini doğrulayan kişi Muhammed'e gönderileni (Kur'an) inkâr etmiş olur.” (Tirmizi, İbn Mace).

Veliler, kâhin değildir!
Allah, gönderdiği peygamberlerini insanlara tasdik ettirmek için, onlara gelecekle ilgili bazı hâdiseleri bildirmiştir. Kur'an ve Peygamberimiz (sas) yoluyla bize ulaşan mu’cizeler, net, berrak ve doğrudur. Bu yüzden mu’cize ile kehaneti, peygamber ile de kâhini birbirine karıştırmamak lâzımdır. Cenab-ı Hakk'ın bildirmesiyle, peygamber ve veliler gelecekle ilgili haberler verebilirler. Veliler, keşfetmelerine müsaade edilen gelecekle ilgili bilgileri örtülü biçimde ve sembolik ifadelerle anlatma yolunu tercih etmişlerdir. Efendimiz'den (sas) sonra peygamberlik ve vahiy yolu kapandığı için, gelecekte vuku bulacak bazı hâdiseler, yine ilâhî kaynaklı olmak üzere, ya rüya, ya ilham yoluyla veya veliler tarafından dile getirilmektedir. Bu yolun dışında bulunan kâhinler de benzer iddialarda bulunmaktadır. İlham ile hiçbir alâkası olmayan, ilâhî vâridata kapalı bu insanların, haber kaynakları, Rahmanî değil, şeytanî sezgilerdir. Onlar ayrıca bu işi meslek edinmişlerdir. Zaten haber kaynakları olan şeytanlar, kulak hırsızlığı ile bir şeyler kapıp yalan-yanlış şeylerle yaldızlayarak onlara aktarmaktadır. Kâhinlerin, medyumların ve falcıların bildikleri, mutlak gayb değil, izafî gaybdır, hem de gayb olmaktan çıkıp uygulama alanına geçmesi için emir verilmiş konulardır. Eskiden kâhinlik adı verilen, günümüzde medyumluk olarak devam eden ve dinimizce yasaklanan bu meslek, felsefeden kaynaklanmakta olup, iman zaafı olan bilgisiz ve şuursuz insanlara büyük zararlar verebilmektedir. Bu konuda Bediüzzaman Emirdağ Lâhikası'nda aşağıdaki notu düşer: "Evet, dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen ruh çağırma, hem hakikate aykırı, hem edebe aykırı bir harekettir. Çünkü a'lâ-yı illiyyînde (cennetin en yüce yeri) ve kutsal makamlarda olanları, aşağıların aşağısı hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek, tam bir ihanet ve hürmetsizliktir. Âdetâ bir padişahı kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir." (Emirdağ Lahikası, s. 379-380). Özetle, Allah dilediğine, dilediği kadar ilim verir, kabiliyet verir, isterse gaybın izafî olan kısmına ulaştırdığı gibi, Levh-i Mahfuz'u da açar ve gösterir. O da, oradan görüp anlayabildiği kadarını, kendi yorumlarını da ekleyerek anlatır ve gelecekle ilgili konularda böylece bir haber yumağı oluşturur ve bunlar da ya kendi ağzından, ya kaleminden veya yorumcular tarafından ekleme ve çıkarmalarla insanlara ulaşır.

Nostradamus'un gerçek yüzü
Popüler medyada en meşhur olan kâhinlerden biri, Nostradamus'tur. Halbuki onun iddiaları asla açık-seçik değildir. Şiirleri karmakarışık ifadelerle doludur. Papa'nın ölümünden sonra yine bir Nostradamus modası başlamıştır. Meselâ, onun “Centuries/Yüzyıllar” isimli eserindeki bir dörtlüğe dayanılarak yorumlar yapılmış ve buradan Papa'nın ölümüne işaret çıkarılmıştır.

Yaygın kanaate göre "bütün zamanların en berbat şarlatanı" olan simyacı, astrolog ve kâhin Nostradamus, 16. yüzyılda Fransa'da yaşamıştır. 1503'te Fransa'nın güneyinde Saint-Remy de Provence kasabasında dünyaya gelen, Michel de Nostredame, "Nostradamus" adıyla tanındı. Nostradamus, 1522'de tıp okumaya gittiği Montpellier Üniversitesi'nden üç yıllık eğitimden sonra, mezun olarak başarılı bir doktorluk kariyeri yaptı. Tıp fakültesinden arkadaşı Rabelais de alaycı bir dille birtakım kehânetlerde bulunmuştur.

Nostradamus, 1556'da kehanetlerini merak eden Kraliçe Catherine de Medici'nin de tesiriyle, Kral 2. Henry tarafından saraya çağrıldı. Kralın özel doktoru ve aynı zamanda sarayın astrologu oldu. Dörtlü mısralar hâlindeki yaklaşık bin kehaneti ihtiva eden on ciltlik "Centuries" adlı eseri, “Michel de Nostradamus'un Kehanetleri” adıyla yayımladı. 1566 yılının Haziran ayında Franciscan Manastırı’nda öldü. Hayatı sırlarla doludur. İlgili belgelerin azlığı bir yana, kâhinin elinden çıkmış metinler de tarihçiyi, çözümlenmesi neredeyse imkânsız, hatta hiçbir kâideye uymayan, her yöne çekilebilecek abuk-sabuk bir dilin karanlıklarına iter. Tarihçinin karşılaştığı diğer bir problem ise, kâhinin eserine ilişkin olarak ortaya atılan her çeşit taklit, uydurma ve hilekârlığın çokluğudur. Orijinal metinlerin hemen hepsi yok olmuş ve popüler baskılar, her defasında daha fazla hayâl mahsulü, bölük pörçük dörtlükler hâline getirilmiştir. Bu farklı baskılardan orijinal olan hangisidir? İnsanların geleceği bilme merakından dolayı, Yüzyıllar (Centuries) 1989'a kadar 170 baskı yapmıştır.

Nostradamus'un, hemen herkesin söyleyebileceği, her mânâya çekilmeye müsait, fakat işaret ettiği hâdiseyi tam olarak karşılayamayacağı için de daima bir yanı sırlı kalıyormuş intibaı veren dörtlüklerinden birisi, Nostradamyenler (Nostradamus'u şişirip efsaneleştirenler) tarafından sık atıf yapılarak meşhur bir kehanet hâline getirilmiştir. Fakat, Nostradamus'un Maskesi (The Mask of Nostradamus) kitabının yazarı Amerikalı James Randi bu dörtlüğün diğerleri gibi, olan-biten hâdiselerle örtüşmediğini gözler önüne sermiştir. James Randi, Nostradamus'un doğduğu ve 16 yaşına kadar yaşadığı köyü (Saint-Rémy-de-Provence) ve çevresini adım adım dolaşmış, onun tesiri altında kaldığı ortam ve devir ile dörtlüklerine yansıyan düşünceleri (hatta anlamsız ifadeleri) karşılaştırmıştır. Bu arada dörtlüklerde geçen birçok coğrafî şekil, yer ismi ve tabiat gözlemlerinin Nostradamus'un köyünün çevresinde bulunduğunu tespit etmiştir. Şâir ruhlu genç Nostradamus'un gezip dolaştığı, hayallere daldığı mekânlardır buralar. Ve James Randi, Nostradamus'un, 16. yüzyıl Fransa’sında, bir yandan şiir, kehanet ve hurafe meraklısı saray çevrelerinin zaaflarını keşfeden uyanık şâir, diğer yandan da kâhin üretme ihtiyacındaki çevrelerin ve genel olarak bütün bir toplumun elbirliğiyle şekillendirdiği zorakî bir kâhin olduğu neticesine varmıştır. Bu duruma, yukarıda sözünü ettiğimiz dörtlük ve bunun etrafında oluşturulan gerçek dışı yakıştırmalar tipik bir örnek olarak verilebilir. Nostradamyenlere göre Kral 2. Henry'nin ölümünü haber veren Nostradamus'un Birinci Centuries’inin otuz beşinci dörtlüğü şu şekildedir:
"İhtiyar, genç aslana binecek
Savaş alanında tekil düelloda
Altın kafeste gözlerini oyacak
Gözün biri yitecek, sonra ölüm, zalim ölüm."


Şimdi de vuku bulan hâdiselere bakalım: 1559 yılı yazında, Paris aynı anda iki büyük evlilik törenine şahit oluyordu. Bunlardan biri, Kral 2. Henry'nin kızı Elizabeth ile İspanya Kralı 2. Philippe'in, diğeri ise, Henry'nin kız kardeşi Marguerite ile Savoie Dükü'nün düğünleriydi. Kutlama şenliklerinin kapanışı için saray, Saint-Antoine Caddesi’nde (şimdiki Vosges Meydanı) bir turnuva düzenlemişti. Son bir oyunda Kral 2. Henry ile Montgomery Kontu karşı karşıya geldi. Kontun fırlattığı mızrak, çarptığı yerde kırıldıktan sonra Henry'nin kafatasına saplandı ve Kral on gün sonra korkunç acılar içinde hayatını kaybetti. Bu, bu tip turnuvalarda rastlanan bir kazaydı. Nostradamyenler ise, yukarıdaki dörtlükte bu kaza haberini görmek istediler. Fakat James Randi'nin tespitiyle, dörtlükteki tarifler gerçek hayattaki duruma uymuyordu. Kral ile Kont arasındaki yaş farkı sadece birkaç yıldı. Yani genç ve yaşlı nitelemelerini gerektiren bir durum yoktu. Kral, savaş alanında öldürülmedi (şiirde geçen Lâtince bellum kelimesi, savaş anlamına gelmektedir). Söz konusu olan, bugünün spor müsabakaları arasında sayılabilecek bir turnuvaydı. ‘Altın kafes’ deyimi hiçbir mânâ ifade etmemektedir. Zırhlar ve koruyucu kasklar, kral için bile imâl edilse, asla altından yapılmıyordu. Bunun için çok yumuşak bir metal kullanılıyordu. Aslan ise, hiçbir zaman Fransa krallarının amblemi olmamıştı. Nostradamyenler, dörtlüğün son mısraında geçen "classes" kelimesini, Yunanca'daki klâsis (kırık, yara) olarak anlamak istemişlerdir. Fakat Nostradamus Lâtince öğrenmişti, Yunanca değil; eğer "classes" kelimesine antik bir anlam vermek isteseydi, Lâtince "flottes" (donanmalar) kelimesine müracaat ederdi. Dolayısıyla, ne mânâ bütünlüğü, ne de kullanılan kelimeler açısından kehanete konu edilecek bir özellik taşımayan bu dörtlük de Nostradamyenlerin elinde, belki şâirinin bile aklına gelmeyen hâdiselerin habercisi bir malzeme hâlini almıştı. Matbaa Fransa'ya geleli yarım asır kadar bir zaman olmuştu. James Randi'ye göre, gözlem, hayal ve ifade gücüne sahip, kâbiliyetli bir söz ustası olan Nostradamus, dörtlüklerinin, çoğaltılıp yayılan edebî çalışmalar arasına girmesi, tanınması ve aranan bir kitap olması için de elinden gelen gayreti göstermişti (Rouzé & Ziegler, 1992).

Nostradamus'un dörtlüklerini kehanet olarak görüp, birçoğunu tekellüflü (zorlamalı) olarak yorumlayanlara göre bazı kehanet örnekleri şunlardır: 2000'lerde, Avrupa ile İtalya arasında savaş; Chiren'in birliklerin başına gelmesi ve Avrupa ordusunun savaşı kazanması. 2020 yılında, atomik bir saldırı Roma'da taş üzerinde taş kalmaması (atom kelimesini kendisi kullanmadığı hâlde). 2050 yılında, iki Almanya'nın birleşmesi ve yerküre üzerinde 57 yıl süreyle barışın hâkim olması. Ayrıca, Nostradamus'un büyük bir kâhin olarak tanınıp herkesçe kabul edilmesi. 2076 yılında, bir ihtimal, Avrupa ile Asya/Afrika ülkeleri arasında 4. Dünya Savaşı'nın çıkması. Savaşın 25 yıl sürmesi ve bitiminde yarı yarıya çöle dönmüş bir dünya bırakması. 2106 yılında, 4. Dünya Savaşı'nın sona ermesi ve 1.000 yıllık barış döneminin başlaması. Bugün için düşünülmesi bile zor olan olağanüstü buluş ve gelişmelerin ortaya çıkması. Yüksek bir hayat düzeyi. 3750 yılında, yeni bir savaş ve o güne değin yaşanmamış ölçüde bir korku dalgası. 3797 yılında, son günün gelip çatması ve yeryüzü ile gökyüzünün yepyeni bir çevreye bürünmesi. İnsanoğlunun ölümsüzlüğe erişmesi. Her türlü kötülüğün, bir daha geri gelmemek üzere saf dışı edilmesi ve ölümün ölümsüzlüğe dönüşmesi. Üçüncü Dünya Savaşı 2076'da, dördüncüsü ise 2106'da çıkacak. Dördüncü Dünya Savaşı sonrasında bin yıllık ‘barış çağı’ yaşanacak. Hayat 3797 yılında sona erecek. Nostradamus'a göre sadece insanlık bitecek, dünya hiç yok olmayacak.

Belli ki Nostradamus, eserini genel bir takım söylemler, metaforik dizeler hâlinde vermiş ve her duruma, her hâdiseye uydurulabilir yuvarlak lâflar etmiş. Büyük bir hâdise olduğunda da aklı evvel birileri, Nostradamus'un kutsal(!) metinlerini yaprak yaprak karıştırıp bu hâdiselere uygun bir dörtlük bulmuş (ve buluyor).

Nostradamus'un "Yüzyıllar" isimli eserindeki bir dörtlüğü:
"Tanrı’nın şehrinde büyük bir gümbürtü kopacak
Çıkacak kaos, iki kardeşi helâk edecek
Güçlü kale zorluklara tahammül ederken, yüce lider dayanamayacak
Büyük şehir yandığı sırada, büyük savaşların üçüncüsü patlayacak."


Bu dörtlükleri yorumlayanlar diyorlar ki: Şiirde geçen "Tanrı'nın şehri" New York'tur. "Helâk olan iki kardeş" 11 Eylül saldırısına maruz kalan İkiz Kule’lerdir. "Güçlü kale" Pentagon'dur. "Yüce lider" Amerika'dır.

P. Whitmure göre, "Astroloji ve buna dayalı kâhinlik, hem geçmişte hem de günümüzde bâtıl inançların en derin olanıdır." Nostradamus'un 946 kehânetinden ancak 70 tanesi, zorlayarak, meydana gelen hâdiselere bir dereceye kadar uydurulmuştur. Bunların da ekseriyeti hemen herkesin her şeyle irtibatlandırabileceği, gerçekleşmesi muhtemel hâdiselerdir. Nostradamus, kötü niyetli bazı kişilerce şişirilmiş basit bir şarlatandır. İşin garip tarafı: Allah, âhiret ve kader gibi bedihî hakikatlere inanmakta güçlük çekenlerin, bu tür fırsatçıların saçma sapan sözlerine kolayca inanmalarıdır. Nostradamus gibilerin en iyi dostu, yalanları unutturan zamandır. Meselâ, "falan tarihte, filan adam öldürülecek" derler. Adam gerçekten öldürülürse, bu iyi reklâm olur ve çok uzun süre unutulmaz. Hâdise gerçekleşmediği takdirde, bu yalan kısa sürede unutulur gider. Nostradamus, kehânetlerinde "mukaddes yazıları rehber tutup, astonomik hesaplarla sonuca gittiğini" itiraf etmektedir. Bu mesele araştırıldığında onun, “Muhyiddin-i Arabî”nin eserlerinden de bazı haberleri aşırdığını görüyoruz. O büyük velînin geleceğe dâir çeşitli işaretlerini, kendi kafasına göre yorumlamak, Nostradamus’a lâyık bir sahtekârlıktır.

Charles Ward'e göre; “O, bilmecelerle konuşan biridir. Sathî bir Hıristiyan, samimi bir putperesttir. Önceden yakılacağını haber verdiği Pouzin şehrini kendisi yakmıştır!” Nostradamus belirsiz, çift mânâlı, her tevile açık sözler söylemekte ustadır. Bernard Capp'ın tespitine göre o, sözlerini dramatik bir belirsizliğe büründürmekte mâhirdi. Bu yüzden de kehânetleri çağımıza kadar canlı(!) tutuldu. Araştırmacı James Laver'in Nostradamus hakkında yaptığı araştırma raporundaki ifadeleri daha da enteresandır: "Yazıları, şiir ve edebiyat kaidelerine uymaz; düzensizdir ve uydurulmuş kelimelerle dolu birer lâf yığınıdır. Şiirlerinden doğru dürüst bir mânâ çıkarmak mümkün değildir. Sözlerinin çoğu anlamsız bir kelime yığınıdır." Kehanetleriyle ilgili yorumların hepsini kritiğe tâbi tutsak pek sağlam bir şey ortada kalmaz. Veya başkaları başka, hem de hiç alâkası olmayan yorum ve yakıştırmalar yapabilir. Nitekim bir Türk gazeteci ve yazarı yukarıdaki dörtlük hakkında şunları söylemiştir: "Şimdi gelin Nostradamus'un aynı şiirini 2000'lerin Türkiye'sine uyarlayalım, daha doğrusu canımızın istediği gibi şerhedelim; '2000'de yapılacak olan genel seçimler, Allah tarafından korunan şehirde, yani evliyaların en büyüklerinden olan Hacı Bayram Veli'nin yattığı Ankara'da büyük bir gümbürtü kopartacak, iktidar el değiştirecek. Siyasî görüşleri aynı olmasına rağmen bir türlü biraraya gelemeyen düşman kardeşler, M.Y. ve T.Ç. silinip gidecekler. Kale gibi güçlü olan devlet bu gümbürtüye dayanacak, ama yüce lider S. D.'nin bütün ümitleri suya düşecek ve siyaset sahnesini terk edecek...’ Nostradamus'un şiirinin ilk üç mısraını böyle yorumladıktan sonra ‘Büyük şehirde bir yangın çıkacak ve bu yangının hemen ardından Üçüncü Dünya Savaşı patlayacak’ dediği satıra da istediğiniz mânâyı verebilir, yani uydurabilirsiniz.” (Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi).

Velâyet hakikatine misâl: Müştak Dede
1759'da Bitlis'te doğan Müştak Dede'nin asıl ismi, Peygamber Efendimiz'in (sas) ismine hürmeten konmuş olan Muhammed Mustafa'dır. Kendisi medrese tahsili görmüş, daha sonra Şems-i Bitlisî'nin yanında tahsiline devam etmiştir. Ayrıca Hacı Hasan Şirvânî'nin yanında da eğitim görüp mutasavvıf bir şâir olarak yetişen Müştak Dede, sürekli seyahatler etmiştir. 1847'de basılan divanında, rumuz ve işaretler vardır. Gerçek bir veli ve sûfî olan Müştak Dede'nin divanından Ankara'nın başşehir olacağına dâir şiir, olmuş olacak her şeyin Allah'ın katında ilim nev'inden yazıldığına (kaderin varlığına) açık bir delildir. Müştak Dede'nin divanı, Allah'ın velilerin kalbine ve zihinlerine değişik vasıtalarla (sünuhat, tüluat, sezgi, ilham, altıncı his, rüya vb) ulaştırdığı kaderî plânda ilmî varlıkları olan, ama haricî varlık elbisesi giymemiş geleceğe dâir hâdiseleri istediği takdirde, izin verdiği ölçülerde ulaştırdığına dâir binlerce misalden biridir. Müştak Dede'nin geleceğe dâir haberleri, Nostradamus'un haberleriyle kıyaslanmayacak kadar açık ve nettir. Meselâ Müştak Dede, daha başşehir olmadan yüz sene önce, hiç yoruma gerek kalmadan, üsûlüne uygun olarak, ama ehlinin anlayacağı şekilde Ankara'nın, İstanbul gibi başşehir olacağını haber vermiştir. Bu şiir, İstanbul'da Takvim hâne-i Âmire'de, Hicri 1268 senesinde taş basma olarak basılan divanın 29. sayfasında mevcuttur:
1. Me'vâ-yı nâzenîne ki(m) "Elf" olursa "Efser" Elif=A
2. Lâbût olur o me'vâ İslambol ile hemser
3. "Nun ve Kalem" başından alınsa "Nun"u Yunus, Nun=N
4. Aldıkça harf-i diğer olur bu remz azhar.
5. Miftah-ı Sûre-i Kaf serhadd-i Kaf tâ "Kaf" Kaf=K
6. Munzam olunmak ister "Ra"yı Resul-i Peygamber Ra=R
7. Hâ-yı hû ile âhir maksud oldu zâhir Hû=H
8. Beyt-i Veliyyu'l-Ekrem Elhâc Abd-i Ekber
9. Ey Pâdişah-ı Fahham Sultan Hacı Bayram
10. Ruhundan ister ikram Müştak-ı abd-i çâker.

* Bu şiirin 1, 3, 5, 6 ve 7. mısraları "elif", "nun", "kaf", "ra" ve "he" ile, yani aslî harflerle Osmanlıca yazılışa uygun olarak Ankara'yı,
* İkinci mısra, rumuzlu olarak haber verilen bu şehrin başşehir olacağını,
* Yedinci mısra, bu oluşun "Hâ-yı hû" ile yani İstiklâl Savaşı'na işaretle, gürültü ve patırtı ile vuku bulacağını,
* Birinci mısra, bunun ebced hesabı ile 341 tutan Efser'e "Elf" yani bin ilâve olunmak suretiyle 1341’de vukua geleceğini göstermektedir.
* İkinci mısrada İstanbul ile hemser=başabaş olacağı bildirilen şehrin Ankara olduğu, birinci mısradaki “Me'vâ-yı nâzenin” kelimeleriyle 8 ve 9. mısralardaki ifadelerle de açıklanmış bulunmaktadır. Zîrâ Bayram Veli'nin türbesi Ankara'dadır.

Hakikaten ‘Düstur’un 5. cildinin, 381. sayfasında Ankara'nın başşehir olarak kabulüne dâir 27 sayılı umûmî heyet kararı 13.10.1339 Rumî tarihi taşımakta. Bu tarih ise, Hicri 1341 senesine tekabul etmektedir.

Aslında 3. beytteki "Nun ve kalem... başından alınsa "Nun"u Yusuf", ifadesinde Yunus Emre gibi dervişlerin başlarına koydukları “Nûn”ların da daha sonra Tekkelerin kapanmasıyla başlarından alınacağına, o kıyafetlerin de kaldırılacağına bir işaret vardır.

Fakat Müştak Dede bir kâhin değil; bir velidir. Büyücülükle de asla alâkası yoktur.

Konuyu Peygamberimiz'in (sas) bir hadîs-i şerifi ile noktalayalım: "Bütün müneccimler (kâhinler) yalancıdır."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts