Iran toughened its position over its nuclear program Sunday, vowing to maintain its demand to exempt the twenty centrifuges it says it wants for research despite international efforts to save a deal committing Tehran to freeze uranium enrichment and all related activities.
Yukardaki cümlede tam 41 sözcük var... Bu uzunlukta Türkçe bir cümle karşısında çaresiz kalırdık. Dilimiz dolanır, kulağımız yorgun düşer, algılamamız perişan olurdu. Türkçe'de aslolan kısa cümle kurmaktır. Çünkü, çekimli bir dil olan Türkçe'de, sözcükler (kavramlar) arası ilişkileri çekimler belirler -- ve eğer özneyi, fiili, nesneyi birbirinden fazla uzaklaştırırsanız, cümle içinden çıkılmaz hale gelir.
Oysa, İngilizce cümlede kavramlar arası ilişkiler, bunların ardarda dizilişleri ile şekillenir... İngilizce cümleleri, bunları oluşturan cümlecik ve sözöbeklerini [clauses & phrases] ardarda ekleyerek, sonsuza değin uzatabilirsiniz.
"Adam", "ısırdı", "köpeği" şeklinde üç fiş hazırlayınız; karatahta üzerinde gelişigüzel nasıl serpiştirirseniz serpiştiriniz, kimin kimi ısırdığı Türkçe'de besbellidir.
"The man", "bit", "the dog" şeklinde üç fiş hazırlayınız; bunları "The man bit the dog" veya "The dog bit the man," şeklinde dizmedikçe, kimin kimi ısırdığını İngilizce'de bilmenin bir yolu yoktur... İngilizce'de aslolan sözcüklerin, sözcük öbeklerinin, cümleciklerin ardarda sıralanışıdır...
Bu yüzden:
İngilizce cümleleri anlamağa çalışırken, yanlış yaklaşımlar şunlardır:
1. Sonuna kadar okuyup, sonra kuşbakışı ve "topluca" değerlendirmek"... Öyle olsaydı, anadil konuşanlar da her cümleden önce ve sonra durup bir genel değerlendirme yapar; bir sonraki cümleye ancak ondan sonra geçebilirlerdi;
veya,
2. Bir takım garip adamların önerdiği gibi "tersinden anlamak"!!... Ne yazık ki, ülkemizde almış yürümüş bir "yaklaşım"; oysa geçerli olsaydı, anadil konuşanlar da -- böylesi bir fuzuli işleme gerek bırakmamak için -- cümlelerini "tersinden" kuruyor olurlardı!...
Doğru yaklaşım şudur: Sanki önünüzde, çeşitli kavramların ardarda dizildiği bir rulo açılıyormuş gibi (ki, gerçek de budur) kavramlar açıldıkça birbirine ulayarak gitmek.
Buna göre, yukardaki cümlenin dökümü şöyledir:
İran sertleştirdi ---
nükleer programına ilişkin konumunu ---
Pazar günü ---
yemin ederekten sürdürmeğe ---
muaf tutma talebini ---
yirmi santrifüjü ---
[ki kendileri diyorlar ki --
bunları araştırma amaçlarıyla istiyorlar] ---
uluslararası çabalara rağmen ---
ki (bu çabalar) ---
bir andlaşmayı ayakta tutmak içindir ---
ki (bu andlaşma) Tahran'ı taahhüt altına sokuyor ---
dondurmaları için ---
uranyum zenginleştirilmesi ve tüm ilgili faaliyetleri.
Bu kavramların Türkçe’deki sıralanışı bize tuhaf geliyor… Oysa bu çok doğal; İngilizce ve Türkçe’nin birbirinden çok farklı birer dil olduklarını belirtmeğe gerek var mı?
“İngilizce düşünmek” / “Türkçe düşünmek” kavramları ile kastedilen işte budur.
İngilizce anadil konuşanlar için “doğal ve doğru” olan kavram ardışıklıkları, bizler için ancak “Tarzanca” sıfatıyla tanımlayabileceğimiz bir nitelik taşıyor. Ama, işte bizlerin de akıcı bir İngilizce ile konuşup yazabilmemiz için bu “Tarzanca” şablonu kendimize maletmemiz önkoşulu var…
Kolay iş olduğunu söylemeyeceğim, ama --
İngilizce cümleleri, anadil konuşanların kurduğu / anladığı gibi kurup anlamak başka şey; bunları Türkçe’ye çevirmek başka şeydir.
Eğer sizden istenen çeviri yapmanız ise, o zaman "Bu cümleleri Türkçe'nin kurallarına uygun derlitoplu şekilde nasıl ifade ederim?" sorusuna cevap aramağa başlar; cümleyi oluşturan cümlecikleri, ve bunların da öğelerini kesip yapıştırıp, [gerektiğinde de, "tersten" dizerek] Türkçe'nin yapısına uygun şekilde ifade etmeğe geçersiniz.
----------------------------------------------------------
Psiko-dilbilim'in veya genel işaret biliminin (semiotics) karmaşık kuramsal açıklamalarına girmeksizin, bir noktayı açıklığa kavuşturalım: Sözcükler (yani, konuşma dilinin anlam birimleri) kafamızdaki "kavram"ları açan birer anahtar ve iletişimin taşıyıcı birimleridir. Bunların her dilde birbirinden farklı olduklarını eklemeğe gerek yok. ["Kapı" kavramı Türkçe'de "kapı" sözcüğü ile ifade edilirken, İngilizce'de "door" sözcüğü ile ifade ediliyor... Özellikle soyut kavramlar farklı dil/kültür sistemlerinde bire-bir çakışır mı; "özgürlük" sözcüğü bizim kafamızda, "freedom" sözcüğünün Amerika'lıların kafasında, hatta ayrı ayrı bireylerin kafasında aynı kavramı mı uyandırır? -- O sorulara girmiyorum bile.]
Psiko-dilbilim'in veya genel işaret biliminin (semiotics) karmaşık kuramsal açıklamalarına girmeksizin, bir noktayı açıklığa kavuşturalım: Sözcükler (yani, konuşma dilinin anlam birimleri) kafamızdaki "kavram"ları açan birer anahtar ve iletişimin taşıyıcı birimleridir. Bunların her dilde birbirinden farklı olduklarını eklemeğe gerek yok. ["Kapı" kavramı Türkçe'de "kapı" sözcüğü ile ifade edilirken, İngilizce'de "door" sözcüğü ile ifade ediliyor... Özellikle soyut kavramlar farklı dil/kültür sistemlerinde bire-bir çakışır mı; "özgürlük" sözcüğü bizim kafamızda, "freedom" sözcüğünün Amerika'lıların kafasında, hatta ayrı ayrı bireylerin kafasında aynı kavramı mı uyandırır? -- O sorulara girmiyorum bile.]
Ancak, temel ayırıcı özellik olarak bir konu daha var ki, burada o konu üzerine yoğunlaşmamız gerekiyor. Kavramlar arasında farklı dillerde ilişkilerin nasıl kurulduğu, yani cümlelerin nasıl teşkil edildiği... Ki, bu da gramer ve sözdizim (sentaks) alanlarını ilgilendiriyor.
Yukarda, Türkçe'nin çekimli bir dil olduğunu, İngilizce'de ise aslolanın sözdizim olduğunu söyledik ve İngilizce'deki sözdizimin bizim açımızdan "Tarzanca" olduğunu vurguladık.
Tabii ki, İngilizce'miz ileri düzeylere ulaşıncaya değin, cümlelerin çözgülenmesinde gramer kurallarının öğrenilmesi ve Türkçe'ye çeviri gibi öğrenim kanallarından yararlanacağız. Fakat, akıcı düzeyde konuşmak ve konuşulanları duraksamaksızın anlamak becerisi için, kafamızdaki kavramların akışını anadil konuşanların "Tarzanca" düzeni ile özdeşleştirmemiz gerektiği apaçık bir gerçektir. İşte, "İngilizce düşünmek" sözünden anlaşılması gereken zihinsel beceri budur. [Hiç kuşkusuz, bugünden yarına kazanılabilecek/geliştirilebilecek bir meleke değildir. Ama o mutlu gün geldiğinde, diyelim ki rastgele çevirdiğiniz bir TV kanalında, yayınlanmakta olan filmin Türkçe mi İngilizce mi olduğunu düşünmeksizin spontan şekilde izlemekte olacaksınız. Kolay fethedilecek bir hedef değil -- ama imkânsız hiç değil...]
İngilizce cümleleri kafamızda ne şekilde izlememiz ve anlamamız gerektiğini basit cümlelerle örnekleyelim. Besbellidir ki, burada yaptığımız zihinsel işlem, cümleleri Türkçeye çevirmek değil (o ayrı bir konu ve bir uzmanlaşma alanıdır); İngilizce'yi anadil konuşanların düzeninde spontan şekilde anlamak ve üretmektir:
Nimbus clouds are very dark clouds that you see when there is a huge downpour. Nimbus bulutları - dır --- çok koyu renkli bulutlar --- ki, siz görürsünüz bunları --- nezamanki vardır - yoğun bir yağış.The Security Council is making continuous attempts at bringing the two sides together. Güvenlik Konseyi -- yapıyor -- sürekli girişimler -- getirmeğe -- iki tarafı -- biraraya.The Minister seeks to reassure the people (that) the inflation will be going down. Bakan -- istiyor -- inandırmak -- insanları -- ki, enflasyon -- mekte olacaktır -- düşmek.A day will come when he will be known to have been a thief in the past.Bir gün gelecektir -- ki o zaman -- kendisinin bilinecektir -- olmuş olmak -- bir hırsız -- geçmişte.Convinced that they were trying to poison him, he refused to eat the food they gave him. Kesin inanmış -- ki -- onlar çalışıyorlardı -- onu zehirlemeğe ----- reddediyordu -- yiyecekleri yemeyi -- onların ona verdikleri.
Tekrar ediyorum: Kolay kazanılacak bir yabancı dil becerisi değildir. Örneğin, "Being an unmarried mother herself, she'll understand your predicament." [= Kendisi de evlenmemiş bir anne olaraktan / olduğu için, zor durumunuzu anlayacaktır.] cümlesindeki "being" present participle yapısının "because she is" yapısından dönüşüm olduğunu daha işitirken anlayıvermek ancak dirsek çürütüp köklü bir gramer bilgisi kazanmış olmak önkoşuluna bağlıdır.
Öyle olmasaydı, Chomsky'ci dilbilimciler varlığını savundukları evrensel derin yapı ve bunun her dilde nasıl kullanım kalıplarına dönüştürüldüğünün gramerini şimdiye değin ortaya koymuş olur; bilgisayar programları da dilden dile çatır çatır kusursuz çeviri yapıyor olurlardı.
----------------------------------------------------------
Ki, bu konudan çıkarılacak bir ders daha vardır: Türkçe’de kısa cümle esastır; eğer anlaşılabilir bir Türkçe ile konuşmak ve yazmak istiyorsanız, kısacık kısacık cümleler ilkesinden ayrılmayınız.
Peki, upuzun İngilizce cümleleri Türkçe’ye nasıl çevireceğiz? Çok kolay: bölüp parçalayarak… Cümlecikleri, kısa kısa bağımsız cümleler haline dönüştürerek. Çeviri, ayrı bir uzmanlık ve deneyim alanıdır.
----------------------------------------------------------
Örnek cümlemizde geçen bazı sözcükler:
to toughen /TA-fın/ = sertleşmek, sertleştirmek... "tough" /TAF/ sıfatına "-en" soneki eklenerek... Biliyorsunuz bu ek gerek önek gerek sonek niteliği ile ad ve sıfatlardan fiil yapar: to encourage = cesaret-lendirmek... to broaden = geniş-letmek...
to wow = yemin etmek... DİKKAT: Aynı anlamı veren "to swear" fiilinin ise, bir diğer anlamının "küfür etmek" olduğunu olduğunu unutmayınız. Tabiatıyla, sözbölüğünün gelişine göre bu iki anlam birbirine karışmıyor...
to give up = vazgeçmek, bırakmak... to maintain = mevcut niteliği ile sürdürmek... ("car maintenance" = "bakım yapmak" kavramı da buradan geliyor)... to exempt = muaf tutmak... (Ancak, tıptaki gibi "bağışıklık" anlamındaki "muafiyet" için başka sözcük kullanılır: immune /im-YU:N/...
deal = anlaşma... to freeze = dondurmak...
"HAP KÜLTÜRÜ" KURBANLARI İÇİN
|
Şimdi de, "hap kültürünün" kurbanları için bir not: Yukarda yazdıklarımı, yalap şalap, yasak savar, ardınızdan atlı kovalıyormuş gibi -- irdelemeden, kendinizle yüzleşmeden okuyup geçerseniz... seneye bir daha okursunuz... sonraki senelerde tekrar "okumağa" devam edersiniz, ve bir arpa boyu yol alamazsınız...
"Yazın sıcağında çekemem şimdi bunları" diyorsanız; saklayınız, sonbahar kapıda sayılır artık...
Bir de... Hernezaman böylesi iğneleyici bir not yazsam, üç-beş egosu aklından yüksek üyemiz hocaya küser, Grubumuzu terkeder... Canları sağolsun, dökülen dökülür; kalan sağlar bizimdir. Herkes İngilizce öğrenecek diye bir durum yok. Ki, 1950'lerden bu yana 60 yıldır pek az kişinin bunu hakkıyla başarabilmiş olduğu ortadadır. Hap Kültürünü sevenler için, ortalıkta "kısa sürede, zahmetsiz İngilizce öğreten" bir sürü uyanık var: Birileri "Dokuz günde İngilizce" ye kadar indirmiş olayı... Ne diyeyim: Akıllar işportaya düşmüşse, işportacıyı kutlamak gerek.
Yalçın İzbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder