Öne Çıkan Yayın

kelime videoları

https://www.youtube.com/channel/UC91Wrsi_25Ts3280rX8CLDw                                               ...

28 Şubat 2014 Cuma

Kontekst

Kontekst


Bir yazarımız şikâyet ediyor: Evlatlarımız Türkçenin en lüzumlu kelimelerini, dedelerimizden bize yâdigar kalmış tabirler bilmezler, ezberlemezler... Sorarsınız:
—Mefhum nedir?
—Bilmem.
— Mevhum nedir?
— Bilmem dedik ya..

Bu yüzden nesiller arasında râbıtalar kopar. Çünkü basınımız tarihin Türk'e mal ettiği kelimeleri vermez; ecnebilere has isimleri (yani film figüranlarının, beynelmilel ahlâksızların göbek adlarını) hâfızalara nakşetmeye çalışır. Halbukî duygu ve düşüncelerimizi en güzel şekilde ifade edebileceğimiz kelimeleri (nereden alıp dilimize kazandırmışsak artık köküne veya kökün ırkına bakmadan bize mâl oluşunu esas alarak) iyice öğrenip kullanmalı ve dilimizi takviye etmeliyiz. Meselâ şu sıfatların güzelliğine bakalım: İndî (herkesin kabul edebileceği bir temele bağlamayıp sırf kişinin kanâatine dayanan), fevri (ansızın gelen zorlu bir duygu tesiriyle düşünülmeden yapılan, parlarcasına, coşarcasına), derûnî (içten, iç, içle ilgili), hasbî (Allah için, gönüllü ve karşılık beklemeksizin yapılan), mevhum (aslı vücudu olmadan, zihinde hâsıl olan; evham mahsûlü, kuruntuya dayanan), mâ 'serî (topluluğa ait, ortaklaşa), uhrevî (öbür dünya ile ilgili, öbür dünyaya yaraşan), Dâvûdî (Hz. Davud'un sesini andıran, kalın, tok, gür, dokunaklı ses), cezrî (kökten, temelden, radikal) zecrî (zorlayıcı, zorla yaptırıcı)... Bu sıfatlar düşüncelerimizi belagatle ifade etmeye yarar. Tek bir sıfat, dallı budaklı bir fikrî flaş hâlinde aydınlatabilir. Meramımızı bir kelimeyle anlatmak varken, üç, beş hatta daha fazla kelime kullanmak ibtidaîlik değil midir? "Bu adam birçok değişik kaynaklardan elde edilmiş bilgiye sahiptir." yerine "Bu adam, (eklektik) bilgiye sahiptir." demek herhalde daha uygundur. Faydalı ve şivemize uyan bir kelimeyi, ırkı ne olursa olsun, dağarcığımıza atıp saklamalıyız. Yoksa dilimiz, "güvercin İngilizcesine" döner.

Bu mevzuda İsmail Habib Sevük, "Prensip realiteden çıkar, emelden değil, D imden çıkar, kafadan değil, dile uymaktan çıkar, dili kendine uydurmaktan değil " demektedir.

Edebiyatımıza geçmiş bu olgun ve dolgun mânâlı kelimelerimizi "nasıl öğrenelim" şeklinde bir soruya, "modern usulle kelime öğrenme" metodu ile diye cevap vereceğiz: Garb dillerinde kontekst (context) diye bir kelime vardır. Bir misalle bu mefhumu iyice anlaşılır hâle getirelim. Bazan bir kelimeyi söyledikleri zaman duymadığımız o kelimenin ne olduğunu pekâla bilirsiniz. Diyelim, fakültenin gürültülü bir dershanesinden kulağınıza ancak şu sözler çalındı: "Sınıftaki bütün erkekler Erdoğan'a, bütün....... da Ayla'ya rey verdiler" kaçırdığınız kelimenin "kızlar" olduğu aşikar. Cümledeki öteki kelimeler bunu gösteriyor. İşte bu öteki" kelimeler "kontekst" tir. Kontekst, bir kelimenin veya pasajın ne mânâya kullanıldığını tayin eden çerçevedir. Yani metinde bir kelime ve pasajdan evvel ve sonra gelen ve o kelime veya pasajın mânâsını anlatan kelimelerdir. Biz de bunun esas karşılığı "siyak u sibak" tır.

Aslında siyak-sibak yoluyla kelime öğrenmek psikolojik ve fıtrî yoldur. İlhâm yüklü, hakikat ve hikmet dolu eserlerin tekrar tekrar mütâlâa edilmesi gerekmektedir. Bunlar insanları çok yönlü irşad ve tenvir ederler. Bir defasında bakarsınız karşınıza bir kelime çıkar, siyak-sibaktan az çok onun mânâsını anlarsınız. Fakat mânâyı dağıtmamak için devam edersiniz bir paragraf veya bir satır sonra aynı kelime tekrar karşınıza çıkar cümlenin akışı mânâ hakkında bir fikir verdiği için okumanıza devam edersiniz. Başka bir gün ayrı bölümde veya bir dergide önünüze o kelime çıkar ama artık o yakınlıklar "tanım'a" vokabülerinize yerleşme hâlindedir. Sık sık önünüze çıkan bu kelimenin mânâsı darala darala "kullanma" vokabülerinize girer.


Bazı misâller verelim:

1) Hunhar: Kana susamış, zâlim, kan dökücü.
a) O, hunhar, zâlim, gaddar ve kızıl bir sultan değildi.
b) Çanakkale'de haçlı ruhu ile hareket eden batılılar eski hunharlıklarını tekrarladılar.

2) Amelimanda: Amel (iş) - mânde (kalmış), işgörmez.
a) Amelimanda bürokratlar daha ilk adımdan itibaren şaşırıp kalmışlardı.
b) Köhne bürokrasi, faâl ve cevvâl insanları bile, amelimanda, kalp, sarsak bir hâle sokmuş veya kalıplaştırmıştı.

3) Halûk: Başkalarıyla iyi geçinir, iyi huylu, ahlâklı.
a) Dışı süs, içi pis, sûreti menus bu yaldızlı medeniyetin yetiştirdiği ahlâk kaydı tanımayan kimselerle mücadelenin başında gerçekten medenî, samimî, gösterişten uzak halûk insanlar gelir. b) O, evinde ciddî, halûk bir aile reisi, müşfik bir baba, dış muhitinde riyâsız, samimî bir dost, iş hayatında verimli bir enerji, heyecan, faaliyet timsali idi.

4) Gabî: Kalın kafalı, ahmak, budala, akılsız.
a) Bizde gabilerle zekiler, hatta dehâ pırıltısı taşıyanlar bile aynı sınıfta okuyor.
b) Tecrübemizle biliyoruz ki, ilk devrede parlayan talebe sonra umumiyetle sönükleşiyor, ortadan aşağı bile düşüyor. Acaba, orta ve gabî çocuklarla dolu bir sınıfta bu dâhileri soldurduğumuzdan mıdır?


Şimdi daha kolay anlaşılacakları verelim:

1) Beşûş: Gülümseyip duran, (Bu zor şartlar altında o beşûş idi. Bana çalışma odasını gösterirken kendisi de gülüyordu.)

2) Velüd: Verimli mahsullü, çok doğuran: (Edebiyat alanında gereği kadar velûd olamadı; pek ağır işlerin ve ilmî yükün altında ezildiğinden kendisinden beklenilen edebî eserleri ortaya koyamadı)

3) Nezîh: Temiz, ince anlayışlı, temiz ahlâklı, (O namuslu ve nezîh bir insan olarak öyle kirli ve karanlık işlerden uzak kaldı)

4) Serkeş: İtaatsiz, başkaldıran. (Şaşkın, dalgın, acemi ve serkeş bir insanın önüne gelene toslaması gayet normaldir)

5) Hayırhâh: Herkese iyilik isteyen, herkesi iyi görmeyi seven. (İnsanımızın kökten gelen bir terbiye ile ekseriyetle güler yüzlü, tatlı sözlü, kanaatkâr, namuskâr, hayırhâh oluşu bizlere ferah, memnunluk ve şevk veriyor.)

İşte bu kelimelerle bir kaç defa daha karşılaşırsanız artık unutmazsınız. Böyle bir metod tatbik ettiğiniz, içinizde de şevk ve aşk taşıdığınız takdirde çok güzel yeni kelimeleri ve derin mânâların muhafazalarını dimağınıza hâkkedebilirsiniz. Yoksa lügattan kelimeler aktarıp her birini alt alta yüz defa da yazıp ezberleseniz, ertesi gün bir de bakarsınız çoğu unutulmuş. Hele kelimeleri yazarken aklınız başka yerde olursa... Ama bu usulle hem kelime öğrenmiş olacaksınız, hem zihninizi hazlara gark edip bakış ufkunuzu genişletecek, derin manaları mütâlâa etmiş olacaksınız.


Mevzumuza, konuşma ve yazma üe ilgili bazı kelimelerden misâl vererek devam edelim:

1— Lâ-edrî, tabir caizse, en büyük şâirdir. Şu sebeble ki, bu isimde bir şair yoktur. Kimin tarafından yazıldığı malûm olmayan güzel mısra, beyit ve parçaların altına "Lâedrî" imzası atılır. Böylece asırların, nesillerin zevk süzgecinden geçmiş emsâlsiz bercesteler işte bu kollektif dâhinin eseri sayılmaktadır.

2— Günümüz silahları, hakikaten beşeriyet için bir felâket, belki de bir hâtime teşkil edebilir.

3— Başkan, hatibin saded dışı konuştuğunu ifade etmekte ve sorunun sınırları içinde kalmasını ihtar etmekteydi.

4— Hakikatler bâzan cesaret hududunun dışına taşınca sahipsiz kalırlar. Meâlini yazacağım mektubdaki dava da işte bunlardandır.

5— Bir gazetenin vazifesi herşeyden önce doğru haber vermektir. Bilhassa böyle bir felâkette sansasyon yapmaları doğru değildir. Sansasyon haberler muvakkaten para kazandırır ama; itibar kazandırmaz.


Şimdi cümlelerde geçen kelimelerden bazılarını ele alalım:

1— Lâedrî: (Arabça) "bilmem" mânâsınadır.
2— Hâtime: Edebî eserlerde, mevzuu bitirip bağlayan son kısım, son söz.
3— Meâlen: Harfi harfine değil de, mânâ ve mefhumu ifade eder şekilde.
4— Saded: Asıl mevzu, konuşulan madde.
5— Sansasyon: Geçici bir zaman için büyük bir alâka ve heyecan duyma hali.


Şimdi de ifade ve uslubla ilgili bazı misâller verelim;

1— Fuzulî'nin Âl-i Âbâ Mersiyesi'nin:
"Ey derd, perver-î elem-î Kerbelâ Hüseyn
Veyl Kerbelâ belâlarına mübtelâ Hüseyn" nidâları birbirini takip eden belâ ve mübtelâ kelimelerindeki "lâ" seslerinin bestelenmeden haykıran mûsikisi ve alliteras-yonu içinde, kendiliğinden şiir mısralanna işlenmiş feryadlardır.

Yine böyle feryadlarla başlayan, "Yâ Şâh-ı Kerbelâ ne revâ bunca gam sanâ" mısraından sonra söylenen, "Derd ü demâdem ü elem ü dem be dem sanâ" mısraında ise birbirini takip eden "dem, dem, dem, dem" aliiterasyonlarında âdeta dövülen vücudlarla, dövülen davulların ve kudüm tipi sazlarının göğüslerinden yükselen hazin ve heybetli âhenk seslenir. -N.S. Banarlı

2— Sovyetler kendi anladıkları mânâda demokrasiye "Halk demokrasisi'' adını vermişler. Bu tabir haşivdir. Demokrasi zaten halk idaresidir "ziya ışığı" der gibi bir şey (ziya: ışık demektir)

3— Onun yazış tekniğinin kendine has ince telmihli, dokunaklı, yer yer tatlı sert ifade şekilleri vardır.


Mânâları:

1— Alliterasyon: Bir kelime grubunda aynı harfin, umumiyetle hecelerin başında tekrarı.

2— Haşiv: Dolma, doldurma, lüzumsuz söz, Meselâ, "ağladı" yerine "hararetli göz yaşları döktü"; "yanakları kızardı" yerine "yanakları kırmızı renge boyandı"; "saati sordu" yerine "saat hakkında malûmat almak istedi" gibi.

3— Telmih: Başka bir şeyi hatıra getirecek bir söz söylemektir. Bunda gözetilecek nokta hatıra gelmesi istenen şeyin çokluk bilinip bilinmemesidir. Meselâ, Fransız krallarından IV. Henri birgün İspanya elçisine, eğer kendisini çok kızdırırsa atına atladığı gibi Madrit'e kadar gideceğini söylediği zaman elçi: "Haşmetlim, oraya ilk varan Fransız kralı olmazsınız" demiştir. Daha evvel kral François'in esir olarak Madrit"e götürülmüş olması bilinmeyince cevabın mânâsı tam anlaşılmış olmaz.

Peyami Safa yazmıştı:

"Bir genç sordu bana:
— Itnab ne demek?
— Türkçe karşılığı yok, dedim. Saded hâricinde, yazıyı ve sözü uzatmak.
— Saded haricinde ne demek?
— Mevzuun dışında.
— Ha!.. diye canlandı ve güldü delikanlı.
— Var onun Türkçesi!
— Itnabın mı, sadedin mi?
— Itnabın Türkçesi var.
— Nedir?
— Traş!"


Ben bu şakaya bir kahkaha borcunu ödedikten sonra, gençliğin argoya düşkünlüğünün sebeblerinden birini sezer gibi oldum: Dilimizden kovduğumuz ve yerine Türkçe'lerini koyamadığımız Arabça ve Farsça kelimeleri hiç değilse, argo De karşılama zarureti Gençlerin ciddî yazılarında ilim dilinin yerini külhanbey dilinin alması da bundan.

Nesirlerine ve şiirlerine bakıyorum: Gençliğin cilt hazinesi o kadar fakir ki, bazı makaleleri, köylü mektublarını, bazı şiirler de "Hıdırelles" mânîlerini andırıyor. Yirmibin kelime kullanan Shakespeare'den dört asır sonra, bu zavallıcıkların bin-ikibin kelime içinde çırpınmaları acıklı bir destandır."

Başka türlü destanlar ortaya koymak da gençlerimizin elindedir. Büyüklerimizin, mürşid ve rehberlerimizin yazdıkları eserleri hatmedercesine okuyalım. Onların kullandığı, fakat bizim bilmediğimiz lüzumlu kelimeleri ezberliyelim. Bir veya bir kaç yabancı dili ihtiyacımıza göre öğrenelim; Türkçe'mize uygun kelimeleri ve terimleri dilimize kazandıralım, uymayanlara uyacak karşılıklar bulalım, dil hazinemize pırlantalar, katalım. Bilgi seviyemizi yüceltelim ve hâfızamıza nakşedelim. Zira, medeniyetin temeli dildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts