Dil Kasabası
Yaşadığımız yüzyıl içerisinde 1930'lardan başlayarak dil öğretiminde en çok tartışılan konulardan birisi "yabancı bir dili sınıfta nasıl öğretiriz?" idi. Bir çok teori ve uygulama dil öğrenimi tarihinde sırası ile tatbik edildi. "Communicative approach" (iletişime dayalı öğreti) en çok tutulan ve ve-rimli olan metotlardan birisi oldu. Bu metoda göre meselâ bir İngilizce öğretmeni, derste anadili hiçbir zaman kullanmayacak, bütün sınıf içi ve sınıf dışı faaliyetleri İngilizce olarak açıklayacaktır. Öğretmen çok zor durumda kalırsa öğrencinin anadiline başvuracaktır. Yine bu metoda göre öğretilecek olan İngilizce yaşayan, gerçek ve fonksiyonel İngilizce olacaktır. Yani hangi durumlarda hangi İngilizce yapıları kullanılıyorsa, şu anda geçerli olan hangi yapılarsa, bunlar öğretilecektir.
Böyle bir programı gerçekleştirmek için okul içinde ve okul dışında İngilizce konuşulan bir ortam hazırlamak en ideal durum olacaktır. O hâlde dil öğrenmenin gayesi, okulda veya herhangi bir dil kursunda sınıf geçmek değil de, yabancı dili gerçekten anlayabilme, konuşabilme ve yazabilme olacak ise (ki gerçek dil öğrenimi budur), bunun en kolay yolu dilin konuşulduğu ülkeye gidip hem ESL dersleri alma, hem de kendini o yabancı dilin kullanıldığı ortama bırakma ve dili orada yaşadığı şekli ile öğrenme olacaktır. Ünlü dil bilimci Stephen Krashen, okulda öğretilen kurallara uygun dil öğretimini "dil öğrenme" (learning) ikincisini ise "dili özümseme, alma" (language acquisition) olarak tanımlar ve ekler: "dil öğrenme şuurludur; fakat dili alma, özümseme şuur altıdır".
Amerika'da Los Angeles'taki üniversitelerden birisinde yapılan bir araştırmada, beş yaşında Çinli bir çocuk, bir kelime dahi İngilizce bilmediği hâlde anaokuluna kaydedilir. Öğrencinin ismi Paul'dür. Paul iki yaşında iken Los Angeles'a gelmiş, anaokuluna kayıt yapılana kadar da evden dışarı hiç çıkartılmamış, hiç Amerikalı arkadaşı olmamış, annesi, babası ve bakıcısıyla hep ana dilinde konuşmuş ve evde hiçbir şekilde İngilizce televizyon kanalları izlenmemiştir. Anaokulundaki sınıf arkadaşlarının hepsi Amerikalı öğrencilerdir. Anaokulunun süresi 4,5 aydır.
Paul okulda devamlı İngilizce ile karşılaşmaktadır. İlk öğrendiği cümlelerden birisi "get out of here"dir. Bir gün Amerikalı sınıf arkadaşı onun yanına oturmasını istemez ve bu cümleyi söyler. Diğer bir gün Paul bisiklete binerken kendisini rahatsız eden Amerikalı sınıf arkadaşına aynı cümleyi mırıldanır "get out of here". Gerçekte Paul kullandığı cümlenin kelimelerini tek tek bilmez fakat bildiği, böyle bir durumda kulla-nabileceği cümlenin bu olduğudur.
Diğer bir gün resim dersinde resim çizerken diğer arkadaşının "I am finished" demesiyle öğretmeninden "you can go now" cevabını alıp sınıftan dışarıya çıkması, Paul'e örnek olur. Paul de resmini bitirdikten sonra aynı şekilde cümleyi söyler ve dışarı çıkar. Ve bir kaç kez, aynı cümle ile değişik durumlarda karşılaşan Paul, artık "I am finished" cümlesinin "bitirdim" mânâsına geldiğini öğrenmiştir. Bu şekilde Paul 19 hafta içinde İngilizce'yi, aynı süre dahilinde normal İngilizce eğitimini sınıfta alan bir öğrenciden çok daha ileri bir seviyede öğrenmiştir. Sebep gayet açıktır: Paul tamamı ile İngilizce konuşulan bir ortamda bulunmuş, dil üzerine normal bir eğitim almadığı hâlde Amerikalı arkadaşları, çevresi onun için en büyük kaynak olmuştur.
19 hafta içerisinde İngilizce'yi konuşur hâle gelmiştir ama henüz hiçbir gramer kuralı bilmemektedir. Kendimizi ele alıp düşünecek olursak her biri-miz doğduğumuzdan itibaren çevremizden duyduğumuz cümleleri taklit ederek, tekrar ederek dili öğreniriz. Ve çok gerekli olan kurallar dışında da Türkçe gramerini fazla bilmeyiz. (Belki gramer bize ortaokul 2 veya 3 itibari ile ders olarak konur ve ciddî olarak öğrenmemiz istenir. Ve biz o devreye kadar Türkçe'yi konuşmakta hiçbir zorluk çekmeyiz.)
O hâlde, yabancı bir dili öğrenmek için ilk olarak o dilin konuşulduğu bir ortamın gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Dil öğrenmek isteyen bir öğrenci 'hedef dil' ortamında dili çok çabuk, doğru bir şekilde ve şuur altına yerleştirerek öğrenebilir. Bu şekilde öğrenilen dil ödünç alınan bir elbise gibi değil, ömür boyu kullanılmak üzere satın alınan bir elbise gibi kendimize ait olur. Bu durumda dil öğrenmek için yurt dışına gitme gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Fakat her dil öğrenmek isteyen öğrenci, hem maddî sebepler, hem de bazen suç oranlarının yüksek olması sebebiyle yurt dışına gitmek istemez. O zaman diğer bir çözüm akla geliyor: İngilizce dil ortamını burada, Türkiye'de oluşturmak.
1970 yılında bir grup Rusça öğretmeni Rusya'nın dağlık, kamp alanı olarak kullanılan bir yerini kiralayarak burayı bir dil köyüne çevirdiler. Köy içindeki levhalar, gümrük kontrolü her şey Rusça oldu. Haberleşme, televizyon, radyo her türlü iletişim aracı Rusça üzerine tasarlandı. Daha sonra öğrenciler buraya davet edildi ve eğitim başladı.
Öğrenci sınıf içinde gördüğü eğitimden sonra okul dışında yine Rusça ile karşılaştı ve sonuç oldukça başarılı oldu. Öğrenciler böyle bir kampta Rusça'yı kısa bir sürede, yaşayan gerçek dil yapıları ile özümseyerek öğrendiler.
Aynı proje kendi ülkemizde yapılabilir. Şehirden uzak bir yerde, öğretilecek dilin klâsik bir ortamı inşa edilebilir. Kasabanın her türlü tabelaları, işaretleri bu dilde olacak, her türlü sosyal, kültürel birimleri, postahane, sinema, klinikler, lokanta, kütüphane, gazete bayileri bu dili konuşan aileler tarafından işletilecektir. Televizyon, gazeteler, dergiler de hep bu dilde yayın yapacaklardır. Kısaca öğrenci Türkçe ile irtibatını kesecek sadece hedeflenen dili konuşacaktır.
Dil öğreniminde "kültür" önemli bir faktördür. Öğreneceğiniz dilin kültürünü bilmezseniz dil içerisindeki yapıları, onunla ilgili esprileri, nükteleri yakalamanız çok zordur. Bir ülkenin kültürünü öğrenmek ve anlamak o dili anlamayı kolaylaştırıcı faktörlerden birisidir. Yine böyle bir kasaba ortamına bir lise hazırlık sınıfı kurulabilir, bir dil kursu veya yaz okulu açılabilir. Lise hazırlık sınıfına gelen öğrenci yatılı olarak burada kalır ve ancak sömestr tatilinde eve gitmesine izin verilir. Yine böyle bir okulda müdür ve çalışanlar ana dili hedef dil olanlardan veya bu dilin konuşulduğu bir yerde doğmuş, Türkçe'yi az bilen eğitimli Türklerden olabilir.
Kısacası, böyle bir kasabada, yaşayan dil konuşulacaktır. Böyle bir ortamda öğrenci, okul içersinde duyduğu konuşulan hedef dili, okul dışında her şeyi ile o dile ait olan bir ortamda pekiştirerek çok kısa bir süre içerisinde geliştirebilir. Sözün kısası bu projenin temel prensipleri, yabancı dil öğrenirken ana dilden mümkün olduğunca az faydalanma ve gerçek dil materyallerini kullanma olacaktır. Tabiî ki böylesine dev bir proje, çok büyük bir maliyet ve ekip çalışması gerektirmektedir.
Kaynaklar
- Patricia A. Richard-Amato, Making It Happen, Addison-Wesley, Publishing Company, California, 1988.
- Joseph Huang and Evelyn Hatch, Publishing Articles on Acquisition of English, University of California, Los Angeles.
Böyle bir programı gerçekleştirmek için okul içinde ve okul dışında İngilizce konuşulan bir ortam hazırlamak en ideal durum olacaktır. O hâlde dil öğrenmenin gayesi, okulda veya herhangi bir dil kursunda sınıf geçmek değil de, yabancı dili gerçekten anlayabilme, konuşabilme ve yazabilme olacak ise (ki gerçek dil öğrenimi budur), bunun en kolay yolu dilin konuşulduğu ülkeye gidip hem ESL dersleri alma, hem de kendini o yabancı dilin kullanıldığı ortama bırakma ve dili orada yaşadığı şekli ile öğrenme olacaktır. Ünlü dil bilimci Stephen Krashen, okulda öğretilen kurallara uygun dil öğretimini "dil öğrenme" (learning) ikincisini ise "dili özümseme, alma" (language acquisition) olarak tanımlar ve ekler: "dil öğrenme şuurludur; fakat dili alma, özümseme şuur altıdır".
Amerika'da Los Angeles'taki üniversitelerden birisinde yapılan bir araştırmada, beş yaşında Çinli bir çocuk, bir kelime dahi İngilizce bilmediği hâlde anaokuluna kaydedilir. Öğrencinin ismi Paul'dür. Paul iki yaşında iken Los Angeles'a gelmiş, anaokuluna kayıt yapılana kadar da evden dışarı hiç çıkartılmamış, hiç Amerikalı arkadaşı olmamış, annesi, babası ve bakıcısıyla hep ana dilinde konuşmuş ve evde hiçbir şekilde İngilizce televizyon kanalları izlenmemiştir. Anaokulundaki sınıf arkadaşlarının hepsi Amerikalı öğrencilerdir. Anaokulunun süresi 4,5 aydır.
Paul okulda devamlı İngilizce ile karşılaşmaktadır. İlk öğrendiği cümlelerden birisi "get out of here"dir. Bir gün Amerikalı sınıf arkadaşı onun yanına oturmasını istemez ve bu cümleyi söyler. Diğer bir gün Paul bisiklete binerken kendisini rahatsız eden Amerikalı sınıf arkadaşına aynı cümleyi mırıldanır "get out of here". Gerçekte Paul kullandığı cümlenin kelimelerini tek tek bilmez fakat bildiği, böyle bir durumda kulla-nabileceği cümlenin bu olduğudur.
Diğer bir gün resim dersinde resim çizerken diğer arkadaşının "I am finished" demesiyle öğretmeninden "you can go now" cevabını alıp sınıftan dışarıya çıkması, Paul'e örnek olur. Paul de resmini bitirdikten sonra aynı şekilde cümleyi söyler ve dışarı çıkar. Ve bir kaç kez, aynı cümle ile değişik durumlarda karşılaşan Paul, artık "I am finished" cümlesinin "bitirdim" mânâsına geldiğini öğrenmiştir. Bu şekilde Paul 19 hafta içinde İngilizce'yi, aynı süre dahilinde normal İngilizce eğitimini sınıfta alan bir öğrenciden çok daha ileri bir seviyede öğrenmiştir. Sebep gayet açıktır: Paul tamamı ile İngilizce konuşulan bir ortamda bulunmuş, dil üzerine normal bir eğitim almadığı hâlde Amerikalı arkadaşları, çevresi onun için en büyük kaynak olmuştur.
19 hafta içerisinde İngilizce'yi konuşur hâle gelmiştir ama henüz hiçbir gramer kuralı bilmemektedir. Kendimizi ele alıp düşünecek olursak her biri-miz doğduğumuzdan itibaren çevremizden duyduğumuz cümleleri taklit ederek, tekrar ederek dili öğreniriz. Ve çok gerekli olan kurallar dışında da Türkçe gramerini fazla bilmeyiz. (Belki gramer bize ortaokul 2 veya 3 itibari ile ders olarak konur ve ciddî olarak öğrenmemiz istenir. Ve biz o devreye kadar Türkçe'yi konuşmakta hiçbir zorluk çekmeyiz.)
O hâlde, yabancı bir dili öğrenmek için ilk olarak o dilin konuşulduğu bir ortamın gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Dil öğrenmek isteyen bir öğrenci 'hedef dil' ortamında dili çok çabuk, doğru bir şekilde ve şuur altına yerleştirerek öğrenebilir. Bu şekilde öğrenilen dil ödünç alınan bir elbise gibi değil, ömür boyu kullanılmak üzere satın alınan bir elbise gibi kendimize ait olur. Bu durumda dil öğrenmek için yurt dışına gitme gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Fakat her dil öğrenmek isteyen öğrenci, hem maddî sebepler, hem de bazen suç oranlarının yüksek olması sebebiyle yurt dışına gitmek istemez. O zaman diğer bir çözüm akla geliyor: İngilizce dil ortamını burada, Türkiye'de oluşturmak.
1970 yılında bir grup Rusça öğretmeni Rusya'nın dağlık, kamp alanı olarak kullanılan bir yerini kiralayarak burayı bir dil köyüne çevirdiler. Köy içindeki levhalar, gümrük kontrolü her şey Rusça oldu. Haberleşme, televizyon, radyo her türlü iletişim aracı Rusça üzerine tasarlandı. Daha sonra öğrenciler buraya davet edildi ve eğitim başladı.
Öğrenci sınıf içinde gördüğü eğitimden sonra okul dışında yine Rusça ile karşılaştı ve sonuç oldukça başarılı oldu. Öğrenciler böyle bir kampta Rusça'yı kısa bir sürede, yaşayan gerçek dil yapıları ile özümseyerek öğrendiler.
Aynı proje kendi ülkemizde yapılabilir. Şehirden uzak bir yerde, öğretilecek dilin klâsik bir ortamı inşa edilebilir. Kasabanın her türlü tabelaları, işaretleri bu dilde olacak, her türlü sosyal, kültürel birimleri, postahane, sinema, klinikler, lokanta, kütüphane, gazete bayileri bu dili konuşan aileler tarafından işletilecektir. Televizyon, gazeteler, dergiler de hep bu dilde yayın yapacaklardır. Kısaca öğrenci Türkçe ile irtibatını kesecek sadece hedeflenen dili konuşacaktır.
Dil öğreniminde "kültür" önemli bir faktördür. Öğreneceğiniz dilin kültürünü bilmezseniz dil içerisindeki yapıları, onunla ilgili esprileri, nükteleri yakalamanız çok zordur. Bir ülkenin kültürünü öğrenmek ve anlamak o dili anlamayı kolaylaştırıcı faktörlerden birisidir. Yine böyle bir kasaba ortamına bir lise hazırlık sınıfı kurulabilir, bir dil kursu veya yaz okulu açılabilir. Lise hazırlık sınıfına gelen öğrenci yatılı olarak burada kalır ve ancak sömestr tatilinde eve gitmesine izin verilir. Yine böyle bir okulda müdür ve çalışanlar ana dili hedef dil olanlardan veya bu dilin konuşulduğu bir yerde doğmuş, Türkçe'yi az bilen eğitimli Türklerden olabilir.
Kısacası, böyle bir kasabada, yaşayan dil konuşulacaktır. Böyle bir ortamda öğrenci, okul içersinde duyduğu konuşulan hedef dili, okul dışında her şeyi ile o dile ait olan bir ortamda pekiştirerek çok kısa bir süre içerisinde geliştirebilir. Sözün kısası bu projenin temel prensipleri, yabancı dil öğrenirken ana dilden mümkün olduğunca az faydalanma ve gerçek dil materyallerini kullanma olacaktır. Tabiî ki böylesine dev bir proje, çok büyük bir maliyet ve ekip çalışması gerektirmektedir.
Kaynaklar
- Patricia A. Richard-Amato, Making It Happen, Addison-Wesley, Publishing Company, California, 1988.
- Joseph Huang and Evelyn Hatch, Publishing Articles on Acquisition of English, University of California, Los Angeles.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder