Fetihler Armağanı Bir Şive: İstanbul Şivesi
İstanbul, bize atalarımızın hediye ettiği, dünyanın boynuna takılmış ve harika bir gerdanlık gibi duran, yer yer mercan renkli şüheda kanları ile lahuti bir renk kazanmış vatanımızın eşsiz incisidir. Bu muhteşem yadigarı, bize bırakanlar ona neler kazandırmışlar, onu nelerle süslemiş ve bezemişler; ah, değerlerine ve mefahirine sahip çıkmayan bizler bir idrak edebilsek!...
Meşhur Molla Cami, İstanbul’un fetih senesinin işaretini Mucizeli Beyan’da geçen “Beldetün tayyibetün” tabirinin gösterdiği 857 hicri tarihi ile bulmuştur. Bu hicri tarih ise, miladi 1453 ederek, dünyanın başında bir taç olarak duran vatanımıza, İstanbul’un bir sorguç gibi katıldığı tarihtir. Zaten fetih, açık ifadesiyle, şanlı Nebinin (s.) dilinde bir müjde halinde bize intikal etmiş bulunuyordu.
Payitaht olan İstanbul’a Fatihi imiz tacıyla tahtıyla yerleşirken bütün ulema ve sanatkârlarımız da “saadet kapısı” dedikleri bu şehre göçmüşlerdi. Dünyanın her tarafından akıp akıp gelenlerle bu “şehri İstanbul” güzelleşecek, “yek sengine” yani bir taşına bile “acem mülkü” feda edilebilecek kadar kıymet kazanacaktır.
İşte bu arada dilimiz de “oluş ve yontuluş” unu İstanbul’da tamamlamış, dillerde incelip güzelleşerek şeffaflaşmış ve nadide bir “İstanbul Şivesi” doğmuştur. Bunda kimlerin emeği yoktur ki!..
İstanbul konuşması, Türkçenin, tarihde ve coğrafyada ulaştığı büyük güzelliktir. Bu dil bir imparatorluk merkezinde, bir imparatorluk coğrafyasından akıp gelen seslerle ve çok zengin dil değerleriyle meydana gelmiş, muhteşem bir dil ve musiki sentezidir. Bu terkibi meydana getirmek için Türkler bir taraftan Tuna boylarında ses almış, öte yandan Afrika ülkelerine yayılmış, Kafkas dağlarından, Nil suyunun akışından Türkçeye sesler getirmişlerdir.
Bunun için, geniş imparatorluk coğrafyasında kaç vatan çocuğu askerlik vazifesiyle nice ülkeler görmüş; kaç vatan çocuğu birbirinden çok uzak şehirlerdeki kızlarla evlenmiş; Vatanın her köşesindeki halis evlatlarını kaç milletten gelin gelen kızlar dilimizi öğrenmiş; Çocuklarımıza anne olarak, evlatlarına, sesine ses kattıkları, her gün daha zengin bir ana dili öğretmişlerdir.
Böylelikle Türkçe ve bilhassa İstanbul Türkçe’ si sayısız insan tarafından işlenmiş müstesna bir lisan olmuştur.
İstanbul Türkçesi, Tıpkı İstanbul gibi yalnız İstanbulluların değil, bütün milletimizin müşterek eseridir. Bu eser İstanbul’ un çeşitli semtlerindeki dil potalarında eriyip kaynaşan sentetik bir telaffuzdur.
İstanbul’un Kanlıca, Kandilli, Beylerbeyi, Çamlıca, Erenköy gibi semtlerindeki eski konaklarda, köşklerde ve yalılarda Türkçeyi bir musiki gibi seslendiren, eski Türk kadınları, bu dili, eskiden hemen yalnız Farisi için kullanılan bir tabirle bir kuş dili haline getirmiş, öylesine tabii bir ses ve ifade güzelliğine ulaştırmışlardır.
İstanbul Türkçesinin bir şivesi de, Osmanlı Sarayından dışarıya gelin giden ve kendilerine “saraylı” denilen bütün tarih boyunca lisanı halis Türkçe olmuş kızların eseridir. Bunlar anne oldukları zaman çocuklarının diline işledikleri Sarayda konuşulan asil, kibar kelime ve tavırlarla, İstanbul’ daki halk Türkçesinin birleşmesinden de ağır, tadına doyulmaz bir söyleyiş meydana getirmişlerdir.
Türk dil kurumunun bir zamanlar dilimize kelime kazandırmak yolunda düştüğü büyük hatalardan biri de derleme yoluyla topladığı kelimeleri ‘ORTAK DİL” e mal etmeye çalışmasıdır. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde kullanılan diyalektleri müşterek dile katmak teşebbüsü dillerin tekâmül tarihini ve şartlarını hesaba katmamaktan ileri gelen beyhude gayretlerden biridir. Bir “İVEDİ” kelimesinin “ACELE” veya “MÜSTACELİYET” kelimesinin yerini bir türlü alamaması, bölge dilini ortak dile mal etme düşüncesinin ne kadar yanlış olduğunu gösteren bir misaldir.
Müşterek dil (La langue commune) ki buna biraz yanlış olarak (ortak dil) de diyebiliriz. Çeşitli bölge dileri arasındaki tarihi müsabakada yalnız birinin galebesine ve hâkimiyetine dayanır. Bu galebenin içtimai amillere, kültür gelişmesine ve politikaya bağlı bir çok şartları vardır.
Antikite Yunanistan’da, çoğu edebiyata geçmiş çeşitli diyalektler konuşulurdu. Atina’nın kültür üstünlüğü kendini kabul ettirdikçe onun diyalektiği olan Atik bütün Yunanistan’ın örnek ve ortak dili olmaya başladı. (Le language Prof. Ed. Sapir sa:144)
Eski İtalya’da ve gittikçe de batıda ortak dil olarak yayılan Latince aslında Roma dili, yani bir şehrin dilidir.
Burada şehrin devlet merkezi olarak aldığı ehemmiyet Roma Dili’nin bütün bölge dillerine hakimiyetinin başlıca sebebidir. (La language. Vendryes. Sa:310)
Aynı şekilde Fransızca da bir devlet merkezi dilidir. Paris’in siyasi ve kültürel ehemmiyeti arkaik “ile de France” lehçesinin “Fransızca” nın bütün öteki diyalektlere hakim olmasının, hatta flaman ve bretonlara yayılmasının sebebidir. 17. asırda sabit şeklini alan bugünkü Fransız dili; Paris burjuvalığının dili, yani bir şehir dilidir. Onu evvela saray, sonra taşra kabul etmiş, onu kullanan büyük muharrirler yerleşmesine ve yayılmasına hizmet etmişlerdir.
İspanyolca da kaotilla siyasi ve edebi hakimiyetinden doğan bir ortak dildir.Fakat İngilizce çeşitli diyalektlerin birleşmesinden vücud bulmuştur. Çünkü Londra bütün taşra bölgelerinden gelen halk kitleleriyle nüfusu artan bir şehirdir. Ortak dil onların diyalektlerinin tesiri altında kaldı. 17. asırda İngilizce’ nin henüz tesbit edilemeyen telaffuzunun çeşitliliği bundandır.
Almanya’da devlet merkezi yeni teşekkül etmiştir. Ve Almanca’ nın ortak dil haline gelmesinde rolü yoktur. Almanca her şeyden evvel bir yazı dilidir ve başarısını “dini amillere” borçludur. Reform hareketinden Luther’ in Almancası bütün Aşağı Almanya’ya yayılmıştır.
Türkçe; Yunanca, Latince, Fransızca, İspanyolca gibi devlet merkezlerinden (İstanbul’dan) gelen bir politika, edebiyat ve kültür hâkimiyeti ile ortak dil halini almıştır. İstanbul dilinin bölge dilleri arasındaki seçkinliğinin ve hâkimiyetinin sebebleri 500 senelik bir tarih oluşu içinde aranmalıdır. Bugünkü devlet merkezi Ankara’ya intikal eden dil de İstanbul dilidir. Büyük tarihi hadise ve ameliyelerin meydana getirdiği bu Türkçe’ yi bölge dilleriyle karıştırmak hiç bir “kurum”un, hatta bir akademinin harcı değildir. Müstakbel tarihin uzun gelişme asırları içinde Türkçe’ nin geçireceği tekamül merhalelerini bugünden bilmeye ve tesbit etmeye imkan olmadığı için, derleme yoluyla yeni bir Türkçe ortaya koyma gayretleri bir ütopyaya kurban olmaya mahkum görünüyor.
Bölge dillerinden aktarılmak istenen kelimeler tutmamıştır. Mesela “defa” yerine konmak istenen “kez” —ki doğrusu (gez) dir. Ve Rahmetli Refik Paşa’ya göre Farsça’ dır
— sevilmeyen kelimelerden biri halinde kalmıştır.
Misâl pek çok.
Türkçemizi özleştirme ve zenginleştirme hamlesinde, arkaik (eski ve ölü) kelimelere veya bölge dillerine baş vurmanın bu güzel ve zaruri hamleyi baltalamaktan başka neticesi olmadı ve olmayacaktır. Dilcilerimizin ve edebiyat amatörlerinin bunu anlayacakları güne kadar gerçek münevverlerin, ‘sözde yeni” dil davranışlarına karşı tiksintisi devam edecektir.
Nihad Sami Banarlı İstanbul konuşması için şöyle diyor Türk Tarihinin son 700 senesinde kurulan en büyük medeniyet, Anadolu ve Balkanlar Türkiyesi’ nde Osmanlı Medeniyetidir. 500 seneden beri, böyle bir medeniyete dil, kültür ve sanat merkezliği yapan İstanbul şehrinde ise Türkçemiz’ in büyük tekâmül göstermesi çok tabiidir.
Esasen her medeniyet dili, o medeniyete kültür merkezliği yapan şehirlerde işlenir. Bu sebeble dünyanın her ülkesinde her dilin en iyi konuşulduğu bir yer, bir bölge, bir şehir vardır. Londra İngilizcesi, Berlin Almancası ne ise İstanbul Türkçesi de öyledir. Hatta Fransızlar bu mevzuda ileri giderek, uzun zaman Paris Fransızcasından da üstün ve merkezi bir sanat lisanı düşünmüşlerdir. Buna göre en güzel Fransızca, bu dilin Paris’te Comedie Francaise’ de konuşulan şeklidir.
İstanbul Türkçesi, daha ilk anlardan başlayarak yalnız İstanbullular tarafından değil, imparatorluğun her tarafından gelen Türkler ve Türkleşenler tarafından işlene işlene güzelleşmiş lisandır. 0 kadar ki bu dilin güzelleşmesi için, asırlarca, bütün bir imparatorluk çalışmıştır. Aynı dil, bilhassa yazı dili olarak, bütün imparatorluk coğrafyasındaki münevverler tarafından elbirliğiyle yükseltilmiştir.
Konu ile alakalı resim için tıklayınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder